Türkiye Cumhuriyeti'nin temeli kültürdür -Atatürk |
|
||||||||||
|
“Bütün tenler aydınlıktır, canlar seferden haberdar olduğunda.” (Pervanenin Duası, s.70) Şiir ve denemelerine dergilerden aşina olduğumuz yazar Hatice Eğilmez Kaya’nın Pervanenin Duası adlı kitabı Roza Yayınları’ndan çıktı. Yazar, her biri özenle işlenmiş 25 ayrı denemeyle çıkıyor okurun huzuruna. Mütevazi duruşunun ardında kitap okurunu aydınlık, asude bir göğün maviliklerine davet ediyor. Kitapta, değindiği her konunun hakkını veren Hatice Eğilmez Kaya, insanı, ‘Bu kalemin sahibi nasıl bir huzur insanıdır?’ dedirtecek kadar aydınlık bir huzur durağında dinlendiriyor. Bu dinlenme esnasında yazar dilinin peçesini aralayıp felsefi meselelere de başarıyla yöneltiyor okuru. Kâh zamanın nasıl sonsuz bir akış ve illüzyon olduğunu düşündürüyor; kâh omuzlara ağır gelen bir başın sahibine verdiği ızdırabı bir hazine sayarak parlatılmış gümüşlere benzeyen sesini duyuyor. Yazar, ezberleri bozarken, rengârenk kelimelerle anlatıyor bir pervanenin muhteşem aşkını, yaşamının o naif kısalığını. Yetkin bir deneme yazarından beklenecek şekilde okurun ufkunu aydınlanıp, el değmemiş bakir vahaları keşfettiren yazar kitabında, “Her dert mübarek değildir.” dedikten sonra hangilerinin gönüle misafir edilmesi gerektiğini belirtiyor. Çünkü ona göre, “Dertlerin bir çoğu bencil yanımızın kalplerimize fısıldadığı birer vesveseden ibarettir.” (Pervanenin Duası, s.15). Kendi deyimiyle ‘hiçbir toprağa kök salamayan’ yazar kulağında tatlı ve hoş bir edayla kendisine ‘Gel!’ diyen Yâr’in meftunudur. Gözünü aşkın badesine dikmiştir, ilim, irfan ve aklı azığında tutarak. Yazar, insan için asıl derdin ne olması gerektiğini ruhlarımıza şu ifadenin yardımıyla duyurur, “Dertlerin en güzeli Yâr’e duyulan hasrettir.” (age, s.22) dedikten sonra ekler, “Oysa hakikatin ta kendisi şu: Bir sarayda bir Sultan olur yalnızca. Gerisi yalan düzen, gerisi düpedüz masiva!” Yazar, katı ve köşeli cümlelerle değil, sohbet havasında konuşmaktadır okurla, esen bir rüzgar kadar özgürdür bu ses. Bize, görünen şu dünyanın ardında görünmeyen bir sonsuzluk olduğunu haber verir gibidir; gönül gözüne hitap eder, kalbin derin okyanusuna. Bu şekilde okura adeta, ‘Sen ebediyete namzetsin,’ demektedir. Hatice Eğilmez Kaya, hasbihâl edercesine akıp giden sevimli sesinin arasına okurun bakışlarını ufka mıhlayacak kadar önemli ve çarpıcı cümleler serpiştirir. “Yaşadığımız maddeler âlemi bana öyle geliyor ki hakikatin kımıltılı bir izdüşümünden ibaret…Evet, kımıltılı asla durağan değil. Bu yüzden bize çok inandırıcı ve gerçek geliyor.” (age, s.34). Bu cümleyle yazar, tarih boyunca seçkin pek çok bilgenin, filozofun, bilim ve din insanının hakikate baktığı o meçhul aralıkta durmaktadır. Bahsedilen kımıltılı izdüşüm yaşamın kısa bir rüya olduğu gerçeğine yaklaşırken onun sahiciliğini sorgulamaktan da geri durmaz. Bu böyledir de, yazara göre deni dünya yine de muhteşemdir, yaşanılasıdır. Değil mi ki bu dünyayı Sultan yaratmıştır, her nefesi nimet hükmündedir. Ne var ki, yazarın kelimeleriyle dar etmekteyizdir onu birbirimize. Koca bir ömrü edebiyatla iç içe geçirmiş olan yazar, anlatmakta öylesine ustadır ki, hiç ummadığı bir anda okurun tüm silahlarını etkisiz kılar, onu yalınlaştırırken dönüştürür. Efkardan bahsettiği yerde tüm efkarınız silinir; göğsün sol yanındaki cevher yani kalpten bahsetse, okura kalbinin atışlarını yeniden duyurur. Okur, kalp sarayındaki tılsımın peşine çoktan düşmüştür bile. Yazar, cennet meyvesi nardan açınca sözü, okur narı aslında hiç tanımadığını düşünür esefle. Nar artık okurun öylesine bakıp geçtiği veya tattığı bir meyve olmaktan çıkar, yazarın maharetli anlatımıyla “tahammül sahibi, sabırlı, hoşgörülü ve kutsal bir meyve ” (age, s.50) olup çıkar. Bu şekilde yazarın kalemi bakışları bir elif gibi doğrultur, olması gerektiği şekle sokar; kişiyi bir hayret vadisinin eşiğine kadar getirir. Bunların yanında Hatice Eğilmez Kaya, olgun bir üslupla modern insanın çıkmazlarına ve yalnızlığına da değinir. Ona göre, asıl mesele masumiyetin terk edilmesidir. İnsan, çile çekmek yerine gözü dahi yaşarmadan masumiyeti terk etme yolunu seçer. Yazarın buradaki tespitleri de düşündürücü ve yürek sızlatacak kadar yakıcıdır. “Demek ki, masumiyetin yitirildiğinin en önemli kanıtı takdir edebilme, güzellikleri görebilme ve dile getirebilme melekesinin yitirilmesidir. Peki bizler bu melekemizi nasıl yitiririz? Kıskançlık ve kibir zehrini yavaş yavaş içerek…” (age, s.52). Yazar, masumiyet hazinesinden bahsederken, “Masumiyet ezbersizliktir, önyargısızlıktır.” (age, s.54) demektedir ve yazara göre safiyet masumiyetin kardeşidir. Daha sonra yazar, gafil ve artniyetli insanların birbirlerine söylemekten neredeyse haz aldığı ‘bu kadar saf olma!’ ikazını masaya yatırır. Ne ironik bir cümledir bu! Oysa saf kalabilmek irfana, ilme, aşka döndürebilmektir yüzü. Ancak saflıktır ki bizi biz yapar! Ne acıdır, insanların birbirlerine kirlenmeyi, bulanmayı salık vermeleri. Yazar, Su Rengi Bir Şapka adlı bölümde “Sözün demini kaçırmadan özüne dönmek gerek.” (age, s.94) der. Bana göre yazar tüm kitap boyunca sözün demini kaçırmadan zaten özde kalmış ve öze dönmüştür; kullandığı her kelime yerli yerinde ve her ifadesi dikkatle seçilmiş gibidir. Onun bu özenli ve dikkatli tutumudur ki okurun ilgisini diri tutar, onu her bölümde ayrı bir uyanıklığa sevkeder. Bir yandan yaşamın ne’liği hakkında düşünmeye iterken öte yandan unutulmaya yüz tutmuş kalbî bir farkındalığın varlığını hatırlatır. Yazmak ediminin ne denli ince bir sanat olduğunu hissettirir insana. Çalakalem değildir cümleler, bilakis cümlelere bir anne şefkat göstermektedir yazar, bu şefkat okuru çakırkeyf bir ruha büründürür, huzurun derinliklerinden inciler çıkaracak kadar. Yazarın ehl-i gönül oluşundandır belki de bu, dilinin kıvamında mubabbet ve sevgi akar. “Muhabbet renkli bir hırka, sohbet ehli olmakla kazanılır.” (age, s. 82) diyen yazar muhabbet hırkasını omuzlarında taşımaktadır, bu yüzden sesindeki safiyet ve duruluk ruhlara sirayet eder. Çağın insanının artık iyiden iyiye unutmaya başladığı huzur’un ne olduğunu yeniden anımsatır okuruna. Işığın cazibesine kapılıp yanmaya ve ölmeye bile isteye koşan pervanenin gözlerindeki anlamı göstermek ister gibidir. Çünkü “pervanenin penceresinden bakıldığında düşmanlık yoktur.”(age, s.3). “Aşkı maddede arayanların değil, manada arayanların dostudur pervane. Onun fedakarlığı, bedenden uzak bir diyarın meyvesi olan müptelalığı, kendinden geçmişliği tuhaf görünür dünyaya madde penceresinden bakanlara…” (age, s.4)
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © leyla karaca, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |