En bilge insanlar bile arasıra bir iki zırvadan hoşlanırlar. -Roald Dahl |
|
||||||||||
|
savaşların ve mücadelenin en acımasız metotlarla yürütüldüğü Ortadoğu ve İslam Coğrafyası’nda Müslümanların kafa karışıklığına sebep olan bir “kavramlar karmaşası” yaşanıyor.. Şii..sünni..nusayri..ibadi..yezidi..ezidi..husi(zeydi)..dürzi.. Mezhep..tarikat..cemaat..hizip..parti.. vs.. Müslüman kimliğinden ve bazı temel dini bilgiler ve dogmalardan başka elinde veri olmayan hatta mensup olduğu mezhebin sadece adını bilen,o mezhebin pratiğini taklidi olarak yerine getiren bir çoğunluk veya “yığın” içinde yaşıyoruz.. Batı Dünyası’nda da var(dı) aynı sorun.. Onlarca mezhep,tarikat,cemaat.. Yıllarca süren savaşlar ve nihayetinde sekülerizmin sağladığı konformist yaşam ve dini dogmaların kuşattığı dünyadan kaçış.. Pragmatizme teslim oluş.. Liberalizmin“ikon” olduğu yeni bir deist-ateist karışımı din.. Bu hengamda içlerinden bazı muhalif sesler ve “öze dönüş” çağrıları olsa da Yahudiliğin kendi dini kültlerini koruma,anlama ve yaşatmada Müslümanlar ve Hıristiyanlara göre daha bir muhafazakar olduğunu hatta bu uğurda savaşmayı ve kan dökmeyi göze aldığını biliyoruz.. Peki son zamanlarda Müslümanların birbirlerine,bilenlere çokça sordukları mezhep,tarikat,cemaat, hizip ve bu kavramlar içinde tezahür eden dini akım ve cereyanlara tam ve kamil bir manada cevap bulabildiklerini söyleyebilir miyiz; hayır,maalesef.. Yazılı ve görsel medyanın “bilgi bombardımanı”na tuttuğu Müslüman çoğunluğun bu kavramların ne epistemolojisini ne de tarihsel seyir ve gelişmesini(historisizm) bilmedikleri malum.. Kadim “Şiizm”in Sünniliğe ve selefiliğe bakışı veya Sünnilik ve selefiliğin şiizme bakışı nedir? Selefilik nedir? “Vehhabizm”i selefi bir akım olarak görmek ve değerlendirmek doğru mudur? Şiizmin asırlardır süregelen kendi iç çekişme ve ayrımcılığının son asır İran şiizmine ve diğer farklı coğrafyalardaki Şiiliğe tesirleri nelerdir? Modern İran’ın siyasal yapısı ve hiyerarşisi içinde şiizmin fonksiyonu nedir? İbadilik ,”modern haricilik” olarak algılanabilir mi?.. Tasavvufi tarikatlar ve cemaatlerin Müslüman Coğrafya’da tesirleri ve son dönem “tekfirci selefilik”in bu akımlara karşı takındığı sert tavır ve mücadele.. Sorular..sorular.. Öncelikle “mezheb(p)” kavramının doğru algılanması ve İslam Ümmeti ve Coğrafyası için hayatın pratiği ve düşüncenin statikten dinamizme geçişi açısından zorunlu olduğunu bilmeliyiz.. Modern selefilik olarak ortaya çıkan akımların iddia ettiği gibi “mezhepler”in gereksiz olduğu ve Kur’an’ın anlaşılmasının İslam Toplumlarına yön vereceği düşüncesi hayatın pratiği ve Kur’an’ın anlaşılma gerçeğinden çok uzaktır.. Muaz b.Cebel hadisinde de müşahede ettiğimiz gibi İslam Peygamberi(s.a.v) de toplumun idare ve sevkinde,yeni olaylar ve gelişmeler karşısında “ictihad” dediğimiz bireysel düşünce egzersiz ve yorumuna icazet vererek “mezhep” adını verdiğimiz bu ekollerin oluşmasına zemin hazırlamıştır.. Mezheplerin oluşumunda ağırlık merkezini ibadet- muamelat-ugubat(ceza hukuku) gibi“fıkhi-hukuki” mevzular ihtiva etse de “iman-akaid” konularında da mezheplerin ortaya çıktığını görüyoruz.. İslam Ümmeti içinde “ayrışma-fitne”ye yol açan; Emeviler ile Abbasiler’in bazı dönemlerinde “Mihne ” adı verilen,şiddet ve cezalandırmaya gidecek kadar fikrî münakaşalara yol açan “itikadî” düşünceler ve ekoller olmuştur; fıkhî mezhepler değil.. Dolayısıyla bugün de İslam Coğrafyası’nı kuşatan bu ayrımcı şiddet dalgasının kaynağını fıkhî ekollerden ziyade “itikadî ekoller” de aramak doğru olacaktır.. Fıkhî ekollerin tohumu Peygamberimiz döneminde “ictihad” kapısıyla atılmıştı ama itikadî mezheplerin ortaya çıkışı ve ivme kazanması Peygamberimiz sonrasına denk gelmektedir.. Aslında Abdullan b.Ubeyd b.Selul ile başlayan “ayrıştırma- fitne” faaliyetleri Peygamberimiz ve Sahabe’nin samimî mücadelesi sayesinde bastırılmış,”mescid-i dırâr” namıyla maruf olan fitne merkezlerinin faaliyetleri akîm bırakılmıştır. İslam Peygamberi’nin vefatından sonra Hz.Ebubekir ve Hz.Ömer’in Müslüman teb’anın desteğiyle gösterdikleri dirayetli yönetim ve merkezî siyaset Hz.Osman’ın başa geçmesiyle za’fiyet göstermeye başlamış,hanedan-ehli beyt kavgası ve fitnesine sahne olmuştur..Hz.Osman’ın kendi akraba ve sülalesinden olan kimi insanları devlet idaresinde görevlendirmesi ve buna karşı çıkan,hoşnutsuz olan ehl-i beyte yakın isimlerin itirazları ta o zamanlar “Emevi-Ehli Beyt” çekişmesinin ilk kıvılcımlarını atmıştı..Medine’de yaşayan ve tarihten gelen “fitne-anarşi” ekolünün en büyük temsilcileri Yahudilerin Abdullah B.Sebe liderliğindeki kaos çalışmaları Hz.Osman’ın şehadetine muvaffak olmuş ve İslam Tarihi’ndeki siyasi-itikadi çekişmelerin-savaşların tohumlarını ekmişti.. Sahabe-i Kiram’ı bile içine çeken ve ayrıştıran bu “fitne operasyonu” Hz.Ali döneminde alevlenmiş “iç savaş”a yol açmıştı.. Şia(Ali taraftarlığı) ve karşıtlarının savaşı Hz.Ali’nin şehadeti ve sonrası artık tüm İslam Tarihi’ni kapsayacak ve günümüze kadar uzanacak bir sürecin-ayrışmanın da mücadelesi ve savaşıydı.. Emeviler ile tırmanışa geçen ve İslam Coğrafyası’nı kuşatan,tekfirci selefiliğin ataları Hariciler ve arkasından Vasıl b. Ata gibi önderler aracılığıyla ortaya çıkıp yayılmaya hatta kimi halifeler tarafından korunma ve desteğe alınan Mutezile gibi itikadi hareketler ve mezheplere karşı “sünnetin müdafaası” olarak İslam Toplumu içinde reaksiyoner bir akım doğmuştur.. İlginçtir ki Eşarilik akımının kurucusu ve önderi Ebul Hasen el-Eşari,Mutezile ekolünü terk ederek muhaddis ve müfessirlerin akaid ile ilgili yorumlarını derleyip “kelam” ilmi ve terminolojisi oluşturmuş ve bunu talebeleri vasıtası ile İslam Coğrafyası’nda yaymaya ve bir “kelam ekolü” oluşturmaya başlamıştır.. Diğer yandan daha doğuda,Türkistan Coğrafyası’nda yaşayan İmam Maturidi ise yine “sünnî” bir metot takip ederek daha sonra adına nispetle “Maturidilik” olarak anılacak bir başka bir ekolü ortaya koymuş ve bu iki itikadi akım özellikle sünnî fıkıh ekollerinin “akaid” ilminde başlıca tercihleri olmuştur.. Dikkat çeken husus şudur ki,Bağdat ve Hicaz “hadis ekolleri” ile Kufe’nin “re’y ehli” Tekfirci selefilik ve Şia’nın aksine akaid ve fıkıh(İslam Hukuku)da sünnî metodu takip etmişler ve öğretilerini geniş bir coğrafyaya yaymışlardır..Hz.Ömer’in hilafetinden sonra zuhur eden ve Emevi-Abbasi dönemlerinde kendi görüşlerinin yayılmasına zemin bulan hatta bazı dönemlerde “resmi ideoloji” statüsü verilen bu aşırı ve heretik düşünceler toplumda kaotik bir ortama,kargaşa ve fitneye yol açmışlardı.. Gerek “akaid-itikad” ve gerekse hukukî olarak temel umdelerde ve nassların ışığı altında buluşan “Sünnî Ekoller” bu fitnenin zafiyete uğratılması ve İslam Toplumu’nun idarî ve sosyal alanda bir bütünlük arz etmesinde önemli bir misyon üslendiler.. İlk dönemlerde “ferdî” ve bağımsız olarak ortaya çıkan bu düşünceler daha sonra gelen tabiileri ve salikleri sayesinde bir “disiplin” altına alınarak “mezhepler” olarak karşımıza çıkmışlardır.. Hem devletin kurumsal hem de bireylerin şahsi hukukunu tanzim etmede “üniter” birer yapı oldular..İslam’ın aslî kaynaklarının anlaşılması ve toplumda var olan kimi heretik düşüncelerin tasfiyesinde başrol oynamışlardır..İslam Dünyası içinde İran-Horasan, Irak-Necef ve biraz da Güney Yemen bölgesi dışında kalan çoğu yerlerde ağırlığı teşkil etmişlerdir.. Bugün İslam Coğrafyası’na “demografik” olarak baktığımızda Müslüman nüfusun ¾’nün “Sünnî mezhepler”e mensup olduğunu,sünni nüfus içinde de “Hanefi Mezhebi”nin yoğunlukta olduğunu müşahede etmekteyiz.. Bu noktaya gelinmesinde,şüphesiz,özellikle Hz.Osman dönemi’nde zuhur edip Emevi-Abbasi dönemlerinde devam eden Hariciye,Mürcie,Kaderiye,Mutezile ve tabii Şia gibi itikadî ekollerin şiddete kadar varan yayılmacı metotları,İslam Toplumu içinde yol açtıkları kaotik inanç ve düşünceler yumağı ve bu düşünceleri asılar içinde genişletme politikalarına karşı İslam Toplumu’nun ilmi ve fikri alanda vermiş oldukları “bütüncül refleks” etken olmuştur.. Kısaca bu “yayılmacı heretizm” politikasına karşı İslam Toplu’nun verdiği “bütüncül refleks”in adıdır Sünni İslam hareketi.. Emevi ve Abbasi dönemlerinden sonra etkisi azalan ve kaybolmaya yüz tutan bu heretik yapıların aksine Sünni İslam’ın temsilcileri olan “fıkhi ekoller” daha güçlenmiş,doğuda Selçuklu ve Osmanlılar’ın,batıda ise Endülüs Emevileri’nin sayesinde İslami Düşüncesi’nin en belirgin karakterleri olmuşlardır..Bu gelişmeye paralel olarak bu saydığımız yönetimler ve coğrafyalarda tasavvufi akımlar-tarikatlar,felsefe ve pozitif bilimler,kültürel ve sanatsal faaliyetler de zengin bir ivme kazanmış ve kadim İslam Medeniyeti’ne sayısız hizmetler sunmuşlardır.. Yalnız Osmanlı İmparatorluğu “Tanzimat dönemi”ne kadar devlet otoritesini koruma ve toplum içinde doğabilecek fikri anarşiyi önleme adına bazı bilimsel ve felsefi çalışmalara-akımlara karşı kademeli bir “sansür” uygulandığını söylemeden geçersek objektif olamayız..Bu sebepden dolayı Endülüs Emevileri ve Selçuklu’da gördüğümüz derin fikri hoşgörü ve serbestisini,bilimsel terakkiyi Osmanlı’da uzun bir dönem yakalayamadığımız tarihsel bir hakikat olarak karşımızda durmaktadır.. İtikadi düşünce açısından baktığımızda dört “Sünni ekol” olarak karakterize ettiğimiz fıkhi-hukuki hareketlerden Hanefi ekolünün “Maturidi” akaidini,diğer üç Sünni ekol Şafii,Maliki ve Hanbelilerin ise “Eş’ari” akaidini benimsediğini görmekteyiz.. Orta ve Güney Irak,İran,Azerbaycan ile Güney Yemen’i istisna tutarsak Akaid ve fıkıh(hukuk) arasındaki bu simetri günümüze değin değişmeden devam edegelmiştir.. Tasavvuf ve tarikatlar boyutundan bakacak olursak da tarihi seyrin akaid ve fıkıh boyutundan çok da farklı olmadığını gözlemleriz..Asr-ı Saadet’ten sonra Emevi ve Abbasi dönemlerinde “ferdi” bir riyâziyat-nefsi mücahede olarak hoca-talebe ya da “şeyh-mürid” irtibatı,eğitim-terbiye metodu ile devam etse de Abbasi dönemi sonlarından itibaren hem Arap hem de Türkistan Coğrafyaları’nda bir “ilmi disiplin” olan tarikatlar tarzında zuhûr etmiştir.. Tabii çok sayıda mutasavvıf-mürşidlerin kendi öğretileri ve disiplinleri olmuştur..Akaid ve fıkıhta olduğu gibi kimi zaman“bâtınî öğretiler-hareketler” ortaya çıkmış,tasavvufa Yunan ve eski İran-Hind kültleri sirayet ederek onu özünden saptırmışlardır..Fakat akaid ve fıkıhı,sünnî öğretiler altında disipline eden ve belli ekoller oluşturan tarihsel seyir tasavvuf-tarikatları da “sünnî” bir renge bürüyerek çeşitli adlar altında disipline etmiştir..Kadirilik,Nakşibendilik,Şazelilik, Mevlevilik gibi..Hem Endülüs Emevileri hem de Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde sosyo-kültürel olarak çok önemli işlevler görmüş,İslamın Müslüman olmayan veya yeni feth edilen topraklarda yayılması konusunda öncülük etmişlerdir..Tasavvuf ve tarikatların en güçlü olduğu coğrafyaların hatta coğraftanın Orta Asya-Türkistan Coğrafyası olduğunu söylersek mübalağa etmiş olmayız.. Hatta Selçuklu ve Osmanlı’da tasavvufi öğretilerin vücud bulması ve yayılması bu coğrafyadan Anadolu’ya göç eden “Erenler”in etkisi ve onların tekke ve zaviyeleri sayesinde olmuştur.. İtikadî ve fıkhî ekollerde yaşanan ayrışma ve sapmalar zaman zaman tasavvufî akımlar içinde de yaşanmış ve bunun kimi olumsuz yansımaları İslam Toplumu’nda iç barışı bozmuştur.. Gulât-i şia’nın İsmailiyye ve Karmatîlik kolları,Şeyh Bedrettin ve Baba İshak isyanları,Bektaşi kalkışmaları,Bahailik ve Kadıyanilik gibi akımları ilk etapta sayabiliriz.. Her ne kadar 13. Ve 19. yüzyıllar arasında zaman zaman İslamî akımlar arasından ayrışmalar ve sapmalar olmuşsa da bu dönem aralığında İslam Coğrafyası’nda hakim renk “Sünnî” düşünce olmuştur..İtikadî olarak Maturidî ve Eş’arÎ; fıkhî olarak Hanefî,Şafiî,Malikî ve Hanbelî; tasavvufî olarak Kadirî,Nakşibendî,Şazelî,Mevlevî tarikatleri “Sünnî İslam Ekolü”nün yüzleri olarak yer almışlardır.. 19.yy’a girdikten sonra ne olmuştur? Reform ve Rönesans hareketlerinin ardından büyük bir değişim ve gelişime imza atan Avrupa yeni ticaret yollarının keşfiyle beraber diğer coğrafyalara ve zenginliklerine göz dikmiş ve emperyal bir anlayışla bunları kendi topraklarına aktarmaya başlamıştı..Bu arada “petrol” adı verilen çok değerli bir enerji keşfedilmişti ve bu enerjinin büyük kısmı Osmanlı sınırları içinde kalıyordu.. Sanayi devrimini çeşitli sebeplerle yapamamış olan Osmanlı’yı sadece askerî güçle yıkmak çok kolay bir metot değildi ama Osmanlı içinde yaşayan ve özellikle petrol kaynakları üzerinde oturan azınlıkları kışkırtmak ve bir “fitne operasyonu” ile içten çökertmek daha kolay bir strateji olarak görünüyordu..Zaten hem Doğu’da Ruslar hem Batı’da Balkanlar hem de Afrika Kuzeyi’nde Avrupa ile savaşta olan,askerÎ ve ekonomik olarak yıpranmış ve zayıf düşmüş yorgun Osmanlı’nın karşısına bu azınlıkları dikmek.. Bunun için sadece onları silahlandırmak yetmiyordu; Onları asırlardan beri bir arada tutan “inanç-kültür” bağından koparmak gerekiyordu.. Ülkeler arası “diplomasi” yi asırlardan beri çok iyi bilen ve yürüten,ajanlık faaliyetlerinin Duayeni bu ülke için Truva atlarına “Müslüman Brütüs” bulmak zor değildi..Ve çok geçmeden buldular; Muhammed bin Abdilvehhab.. Bu Arap genci klasik İslam düşünceleri ve akımlarından rahatsız,reformist bir yapılanmadan heyecanla bahsediyor,mezhepler ve tarikatların bunun önündeki en büyük engel olduğunu söylüyordu.. Psikolojik harekat ustası İngiliz casus Hempher ve yardımcısı Sophia için bulunmaz bir cevherdi.. Onlar Muhammed b.Abdilvehhab’a her türlü psikolojik ve maddÎ desteği sağlıyorlar ve algı operasyonuna hazır-âmâde olan Necid bedevilerini etrafında topluyorlardı..Sophia hidayete eriyor ve Safiye adıyla Muhammed ile izdivaç yapıyordu..Sonra Arap yarım adasında bitmek tükenmek bilmeyen isyanlar,Müslümanlar arasında yayılan yeni bir “tekfir” akımı ya da diğer adıyla “Çağdaş Hâricilik”.. Böylece Hempher’ın başlattığı bu “İhtilalci! müslümanlık” kendi halkını ayrıştırmayı ve Osmanlı’dan koparmayı başarıyordu..Dahası artık Arap yarımadasında Şia’dan sonra Sünni Müslümanlığa karşı 2.büyük dalga olarak yerini alıyordu.. Şerif Hüseyin ve ailesinin İngilizler tarafından tehcir edilmesi ile Vehhabi düşüncenin Necid Çöllerindeki temsilcisi “Suud” ailesine kalıyordu saltanat..Ve tabii günümüze kadar uzanan Vehhabi ekolü.. Ortadoğu ve İslam Dünyası’nı öteden beri kendi global çıkarlarına göre dizayn etmek isteyen 20.yy’ın en önemli “Üst Aklı” İngiltere Pakistan-Bangladeş- Hindistan ekseninde de boş durmadı elbette.. Kadim kolonileri olan bu topraklarda Sünni ekole alternatif bir itikad-tarikat karışımı Muhalif akım ortaya çıkarmakta gecikmediler..Mirza Gulam Ahmed adında bir dini otorite ortaya çıkarak kendine göre “Kadıyanilik” adı altında bir “inanç felsefesi” kurdu..Yüzbinlerce mürid-talebe topladı ve İngiliz sermayesi desteği ile onlarca-yüzlerce okul-medrese açtı.. Daha sonra Pakistan idaresince yasaklanmasına rağmen bugün bile milyonlarca tâbiisi,okulları ve yayın organları bulunmaktadır.. Bunlar dışında da zaman zaman bir çok heretik mezhep ya da tarikat ve cemaatler zuhur etmiştir.. Bahailik,Kenan Rıfai hareketi vs.. 21. yy’a girdiğimiz ve yaşadığımız şu dönemde de İslam Dünyası içinde sayısız tarikat,cemaat hareketleri görmekteyiz.. Şunu unutmayalım ve altını çizelim ki; Her ortaya çıkan tarikat-mezhep-cemaat oluşumlarına mâziden aldığımız dersler ve edindiğimiz tecrübeler ışığında “ihtiyat”la yaklaşmak ve ele almak zorundayız..Bin dört yüz yıllık İslam Medeniyeti ve öğretileri ışığı altında hareket etmemiz tüm bu akımlara karşı “turnusol” işlevi görecektir.. Buraya kadar “hülasa” niteliğinde mezhep-tarikat-cemaat kavramlarının tarihi seyri ve problemini ele aldık.. Bundan sonraki makalemizde ise neden “mezhep”ler var olmalıdır, “Sünni akide ve mezheplerin önemi” ile tarikatların sosyo- kültürel açısından varlık ve önemini ele alacağız.. Vesselam..
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © lütfi akarçay, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |