Pazarda ve markette sebze ve meyve alırken doğal olanını arıyor,
hızlı büyüme seansına maruz kalmış hormonlularından kaçınmaya çalışıyoruz.
Niye ? Çünkü biliyoruzki onu pre-matüre olarak sofralarımıza sunan karışımlar vücudumuza sirayet ettiğinde yıllar içinde bizde tamiri mümkün olmayan arızalara yol açacaklar,kazandıklarımızı kaybettiklerimizi geri almak uğruna harcayacağız.
Peki midemize girenleri düşündüğümüz, organik olmasına dikkat ettiğimiz kadar Rabbimizin bize en büyük lütfu ve hediyesi olan çocuklarımızın gelişimi,doğallığını korumaları ve kaybetmemeleri
için ne kadar uğraş veriyoruz ve/ya özen gösteriyoruz, hiç sorguladınız mı ?
Mesela çocuğunuz bir çiçek, bir gül gördüğünde ona ilgi gösterip koşuyor mu ?
Kendisini bağrına basıp sarılan, öpüp koklayan halası ve teyzesine aynı karşılığı verebiliyor mu ?
Cola ve cipsi gördüğünde saldıran çocuğunuz sac üzerinde pişen mayalı hamurdan yapılmış
gözlemenin kokusunu içine çekip onu iştahla avuçlarının içine alabiliyor mu?
Başka bir şehire gittiğinizde o şehrin avmleri ve mağaza vitrinlerine değil de antik/tarihi eserlerine,
camiler ve külliyelerine ilgi gösteriyor mu ?
Ve en önemlisi ;
Bir kedi ve köpeğin eziyetine, ölümüne üzüldüğü, ilgi gösterdiği kadar ülkesi ve dünyadakii insanların çektiği yoksunluğa , ölümlerine üzülüyor, empati yapabiliyor mu ?
Atraksiyon merkezi duygusal zeka mı yoksa sadece dijital rasyonellik mi ?
Peki bütün bunları neden yazdım, nereden aklıma geldi ?
Kızım 12. Sınıfa geçti. Hani şu üni sınavını geçmek için test aracı kıvamına sokulan öğrenci grubu
yani. Saat 16da okuldan çıkıyor, özel matematik dersi aldığı hocanın etüt merkezine koşturuyoruz.
Telefonlar teslim ediliyor,önce seans çalışmaları sonra kur başlıyor yani Şirincedeki matematik kampı
gibi demek istiyor(d)um ama dün gördüklerimden sonra adını değiştirdim ; matematik esir kampı.
Sekreter hanım seans için 10 12 öğrenciyi seans odasına aldı, üzerlerinden kapıyı da kilitledi.
-Neden yapıyorsunuz bunu, dedim..
-Hocam, dışarı çıkıyorlar, çalışmaları aksatıyorlar, dedi.
Tamamı neredeyse özel okuldan çıkıp gelen, tam kurtulduk, rahat bir nefes alacağız derken
kendilerini sayılar ve rakamların esaretine teslim ediyorlar, föylerle zamana karşı yarışıyorlar.
Hocamız da sitemkar ;
-Ağabey, kur ve seanslar bitince nasıl kaçıyorlar,bir görsen,
kalayım da biraz tekrar yapayım, çalışayım diyen yok, diyor bana.
Tam bir kara mizah
Ve sabah 8.15te evden çıkan çocuğum saat 20.30da eve gelebiliyor.
Sonrası malum ; yakın dostu ve sırdaşı telefonuyla haşır-neşir, avlu seansına çıkmış mahkum edasıyla
özgürlüğün tadını çıkarıyor.
Ne dalında kızarmış kirazdan
Ne tarlada uzanmış yatan karpuzdan
Ne pervazdaki güvercinlerden
Ne anasının peşinde koşturan buzağıdan
Ne Neşet Ertaşın çalan Gönül Dağından
Ne annesinin işten arta kalan zamanda hazırladığı kabak dolmasından..
Hiçbirinden haberi yok,
Hiçbirini de merak etmiyor,
Daha kötüsü boğucu sıcak ve neme
kızgın toprağa bile umarsız.
Bir elinde colası,cipsi
Bir elinde spotfy yüklü telefonu
Umurunda mı dünya.
Utanıyorum ders çalış demeye zira bir baba olarak bir anda maziye gidiyorum sonra oradan
dönüyor empati yapıyorum, med-cezir/git-gelden sonra kızıma duyuramadığım hatta korku ve
endişeyle karışık duyurmak istemediğim bir isyan çığlığı içimde :
-kendi paralarımızla kendi çocuklarımızı devasa bir test anaforuna terk ediyıruz !..
Sonrasında karşımızda kelebek gördüğü zaman gözlerinde sevinç pırıltısıyla onu kovalayan
değil korkuyla kaçan bir profil gözlemliyoruz.
İçinden geçtiğimiz global kaosun derinlerimizde açtığı depresyonun tezahürleri, dışa-vurumlarını
yaşıyoruz ebeveynler olarak, o korku ve endişe aslında çocuklarımız konusunda bizi daha çok
yanlışa, tedavisi mümkün olmayan çağdaş hastalıklara sevk ediyor.
Çocuğumuzuun matematik, fen bilgisi,Türkçe veya Fizik-kimya-biyoloji dersleri için duyduğumuz
endişe ve kaygıyı moral / ahlaki dünyası için ne kadar duyuyoruz ?
Ellerinden tutup bir çiçeğe dokunup sevmeyi
Bir kuzunun bir buzağının başını okşamayı
Çıplak ayakla toprağa basmayı
Bir hasta yakınını ziyaret etmeyi
Kabristana götürüp dua etmeyi
Bir fabrikada çalışan insanın alın terini silmeyi
Başak veya Ayçiçek tarlaları içinde yürümeyi
Gösterip öğrettik mi ?
Harry Potterı takip ettikleri, tanıdıkları kadar
Mevlanayı
Yunusu
Nasrettin Hocayı
Karacaoğlan ve Veyseli
Tanıttık mı, okutup dinlettik mi ?
Peki ya senin benim kısacası bizim kuşağın en büyük hasleti olan
Hasret / Özlem duygusunu tattırdık mı ?
Hülasa yaşadığımız dünyada sadece yediğimiz, içtiğimiz
Sebze ve meyveler hormonlu değil
Doğallık problemi yalnızca besinlerimizde yok ;
Bizden bir parça olan, genetik kodlarımızı taşıyan göz nurumuz çocuklarımızda,
Yeni neslimizde de var hatta çok daha fazla var.
Onlara o kadar çok görünür-görünmez emülgatör / katkı maddesi yüklüyoruz ki,
Nasıl bu maddeler sebzelerin ve meyvelerin genetiğini-doğallığını bozuyor,
Rengini,tadı ve kokusunu değiştiriyor, anomali bir yapıya büründürüyorsa,
Çocuklarımızda / yeni nesillerimizde de davranış bozuklukları, sosyopat kimlikler,
hastalıklı organizmalar olarak tezahür ediyor.
Peki çok mu zor Anadolunun genetik kodlarına dönmek ?
Yeniden o eşsiz doğallığı yakalamak ?
İbni Haldun :
İnsan, alışkanlıklarının çocuğudur.. der.
Yapılması gereken konformist yaşam tarzımız ile dijital bağımlılığımızdan fedakarlık
yaparak toplumsal anksiyete haline dönüştürdüğümüz kaygı ve endişelerden sıyrılmak.
Bir çiçeğe dokunmak ile geometrik bir problemi çözmek arasındaki dengeyi kurduğumuzda
Neşet Ertaşın Gönül Dağını dinlemenin hazzını yaşamaya başlayacaksınız,
Vesselam