Müzik söylenemeyeni, ama sessiz de kalınamayanı anlatıyor. -Victor Hugo |
|
||||||||||
|
Şayet bu bir final olacaksa öyle ya muhteşem olmalı değil mi? Son kez söylemeli ve susmalı… Bilenler, yalnız onunla bilmeli, onunla anımsamalı. Yaşamak denen allı pullu geline, en güzel şarkıyla “elveda” denmeli, denebilmeli… Anlıyorum ki bir şair için “yaşam defterini kapatmak”tan daha trajik, daha yoğun bir imge yoktur! Anladım! Kendi ölümüdür şairin kıyameti. Şairler göçer, nefes biter ve fakat şiirleri hiç susmaz… Kelimeler kaybolmadıkça, o dili konuşanların nesli silinmedikçe yer üstünden şiir elden ele, gönülden gönüle sürekli dolaşır. Yani gerçekten şu dünyada “Bâki kalan bu kubbede bir hoş sadâ imiş…” Mevlâna İdris Zengin de yaşam defterini kapayıp gitti. En güzel şarkısını, kendi ölümü için yazdığı “Tarih Bitti”de söyleyerek… Bir vasiyet mi bu şiir, elveda mı, yaşamın ve ölümün hakikatini duyurmak için mi geride kalanlara? Anlamı ne olursa olsun, bir şairin en güzel şiiri… Ve bir kere daha inandım: Bir şair, kendi ölümü üstüne yazar en içli şiirini… “Sana bakmak toprağa bakmak kadar güzeldi Sert şarkılar vardı yanaklarında Sabahın sisini dalgın atlara yükledim Senin şehrine vardım saçlarını aradım boşuna Sen yoktun bir şey yoktu Bütün dillerde yalan söyledim sana inanmak için Sen gittin tarih bitti milat neyi açıklayabilir Sana bakmak toprağa bakmak kadar güzeldi Ne vardı bir de bahçeler vardı Bahçeye resimler düşmeye devam ediyor Kimi eski bir denize çizilmiş Kimi her yanı haziran bir trene Kimi bir kelimeye Bir resimde isa akşama bakıyor Bir resimde tarihçiler eliboş dönüyor kadınların verdiği sözlerden Bir resimde yüzlerce anahtar var hiç kapı yok Bir resimde telefon çalıyor açıyoruz ve yağmur Islanıyor zaman Bir resimde yedi kişiyiz aramızda en güzel ölüm gülümsüyor Çiçektik çok Hatırlar mısın Hatırlarsın Geçtik dünyanın arasından Geçtik bu küçük omuzlarımızla Maviler giymiş ağlayan meleklere Tarifsiz kadınlara Düşmüş bayraklara gecikerek Geçtik dünyadan bağışla bizi Yaptıklarımız için Yapmadıklarımız için Elimizi Dilimizi Tanrım Bağışla bizi Kimsenin olmayan bir yoldan geçerken Kimsenin olmayan bir resmini gördüm hayatın Büyük dalgınlar vardı Cevapsızlar Hiç deniz görmeyenler Kimseye bir şey sormayanlar vardı Kaybedenler Hayatın büyük ırmağında Vardı ve akıyordu Sonra kimse kalmadı Hiç kimse Bağırmak için Yalvarmak için Çünkü herkes gitti Çünkü herkes gider Geceler var bir de iyi geceler İyi geceler bayım hiç yittiniz mi En az bir defa yitmeli insan Nasıl geçti yıllar telefon beklerken mi Şarkılar bitti şarkılar bitti Bir şey söylemedin kadınlar için Devrimler için bir şey söylemedin Yıldızlar için İyi geceler bayım Yine birisi ağlamış bak yeryüzü ıslak. İçinde yalan olmayan bir cümle söyle bana İçinde amerika olmayan bir cümle söyle İçinde zulüm olmayan bir cümle İhtiyacım var buna Çok hırpalandım zeytin ağacı Çok hırpalandım sevgilim Bu vakitsiz değişen haritalardan Kederli göklerden mübarek çocuklardan kapanmış çiçeklerden Geldi geçiyor dünya Elimi tut Bir cümle söyle İçinde yalan olmayan bir cümle Göklere bakma anında dünyadan çıkma anında Söyleyip kaybolayım söyleyip varolayım Bir cümle bir cümle bir cümle Lailaheillallah” Kimi bir dilektir, kimi kehanet; ama ille de “dünya” ile alıp verilemeyen bir hesabın belgesi… Şairin kendi ölümü üstüne söylediği şiir. ” Geldi geçiyor dünya / Elimi tut” dese de “Düşünce” şairi, “Söyleyip kaybolayım söyleyip varolayım” Ve yaşam taze bir gelin gibi çağırır insanı. İşte, bütün güzelliği bundandır ölüm üstüne yazılmış şiirlerin; hele de kendi ölümü üstüne yazdığı şairlerin… İki çağrı arasında çoğalan tereddüdün şiiridir çünkü onlar. Ebedî ve ertelenmez çağrıyla “dünya”nın çağrısı… Gitmekle ve mecburen gitmekle kalmak; daha doğrusu kalamamak arasındaki yürek parçalayan çelişki. Söylemek ne denli kolaysa, yaşamak o denli zor “elveda!”yı… “Bir gün bir köy evi bacasından Kara bir duman göklere çıkacak, Külebi ölmüş dediklerinde Umurunda bile olmayacak. Erzurum taşı gözlerinde Herkese ışıklar parlayacak Yine de belki de birkaç kadın Benim için yas tutup boyanmayacak. O ince mavi bileklerin Gür çeşmelerden akacak, Yine de belki de birkaç kadının Kirpiklerinde damlalar toplanacak. Sesin, o sıcak kiraz sesin Sevecenlikle tınlayacak, Yine de belki de birkaç kadın Günlerce Meryemana gibi susacak. Külebi de bu dizeleri düşmüştü kendi ölümü üstüne. Kim bilir kirpiklerinde hangi kadınların damlalar toplandı o göçünce ve kaç kadın günlerce sustu Meryemana gibi. İnanmayın, inanmıyorum!.. “Beni unutun” deyişine bir şairin… Şair ki gün doğup battığı müddetçe anılmak ister insanlar arasında. Bu yüzden sana inanmıyorum, “Erguvan” şairi Hilmi Yavuz! “Çölde Ölüm” şairi, sana inanmıyorum! “ben çıkmazda, ten kilitli, yaz girift; varoluş baştan başa çöl… sen hilmi yavuz, ey deşt-i fenâ sen öl! kimseler anmasın anma gününde… …. yurtsuzdun aşklarda, aşklar da yurtsuz; gövden çölde yaladığın acı tuz… yalnızlıklar vardı diye sen vardın ve kilitli testilerde tutulduğumuz o susuz günleri mumyalayıp, mum yalayıp sen öl! kimseler anmasın anma gününde…” …. Şair de ölür ve ağlayanlar olur onun da ardından. Ve yaşayacak bir dize bile bırakıp gitmiş olsa, anılır her şair “anma gününde”. Gövdesi sıyrılır aramızdan, cismi unutulur; ama adı ölümsüzdür artık. Dilinde dizeleri dolaşanlar için “uzak bir yerde çalışıyor” sayılır o. Perdenin ardında, belki ulaşımı zor, gitmesi müşkül bir yerde; capcanlı, sımsıcak, dünyada olduğu gibi yaşıyordur. Belki dünyada yaşadığından daha çok “yaşama” denir buna. Ve son söz: Olsa olsa bir kinayedir şairin unutulmak dileği. Bilir yaşayacağını insan durdukça. Bir eser, bir dize bile bırakıp gitmişse bir şair, ağlamamalı ölümüne. Daha güçlü, daha büyük bir yaşama geçmiştir o, ölümsüz bir yaşama… Faruk Nafiz’in dediğince: “Adı destanlara geçmiş her eser sahibine Niçin ağlar ve yanarlar ölümünden sonra? Yaşıyor, yirmi asır var ki, baş üstünde Mesîh, Gerilip çarmıha, can verdiği günden sonra!” Mekânın cennet olsun Mevlana İdris ağabey. Başın sağ olsun güzel insan H. Salih Zengin…
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Yûşa Irmak, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |