Dengeli bir rejimde yemeğin yeri çok önemli. -Fran Lebowitz |
|
||||||||||
|
Diğer iki kardeşim çoktan uçmayı öğrenip yuvadan ayrılmışlardı. Ama ben hâlâ yuvadaydım ve bir kanat çırpış mesafesi kadar bile uçamamıştım. Tüylerim ve kanatlarımla birlikte tüm vücut hatlarım da artık yavru bir güvercin olmaktan çok uzaklaşmıştı. Ama ben hâlâ, gün boyu yuvada oturup annemin bana getireceği yiyecekleri bekliyordum. Babam, bu halime baktığında beni hep tembel ve şımarık olmakla suçluyordu. Babamın bu yaklaşımı beni üzüyor ve için için ağlamama yol açıyordu. Ama bu durumlarda hemen annem devreye girerek babama karşı beni savunuyordu. Yine babamın bana söylendiği bir gün, annem dayanamayarak araya girdi ve babama, -Lütfen kızıma karşı kırıcı olma!.. Tamam, belki O, senin oğulların kadar yetenekli olmayabilir. Uçmayı öğrenmekte geç kalmış olabilir ama şunu unutma onun tertemiz bir kalbi var. Çok hassas bir çocuk O. Ona karşı konuşurken kırıcı olmamaya dikkat et Igor. Ona, Çuvtsva adını ben verdim. O benim biricik Çuvtsvam. Ona söz söyletmem... dediğinde, babam -Tamam, özür dilerim Nastia. Ama sen de biliyorsun ki yaradılışımızın gereği olarak yakında bu yuvayı terk etmek durumunda kaldığımızda Çuvstva ne yapacak? Ben onun için endişelendiğimden dolayı üzerine gidiyorum. Ama sen öyle diyorsan, öyle olsun, dedi. Aslında ben de uçmayı, kendi kanatlarımla hayatıma yön vermeyi çok istiyordum. Ama yuvamız çok yüksekteydi. Annemin, sekiz katlı bir apartmanın çatı aralığına kurduğu yuvamızdan aşağıya baktığımda gerçekten başım dönüyordu. Yükseklik korkusu olan bir güvercin düşünebiliyor musunuz? Ben öyleydim işte! Ama bütün suç ağabeyim Sergey’deydi. Benden üç-beş dakika önce dünyaya gelmesine rağmen, bana karşı her zaman büyüklenir ve hatta daha da ileri giderek tehdit bile ederdi. Kardeşim İvan’la ikisi yuva içinde oynarlarken, benim de katılma isteğime, -Git başımızdan!.. Beni sinirlendirme!.. seni aşağıya iteklerim, ölürsün. Ölmezsen de sabahtan akşama kadar yuvamızı göz hapsinde tutan o canavar kedi tarafından öldürülüp, onun bir öğünlük yemeği olursun... diyerek korkutması, bende bu fobinin oluşmasına neden oldu. O sözler, beynimin içine kazındı. Hepimiz öyle değil miyiz? Sizler de öyle değil misiniz? Söyleyin bakalım bana, ateşin ‘cıss’ olduğunu ne zaman öğrendiniz? Kaçınız hatırlıyorsunuz öğrendiğiniz anı? Ama onun ‘cıss’ olduğunu hiç biriniz unutmadınız değil mi? Hiç iğne vurulmadığı halde, kocaman insanlar olmanıza rağmen, hâlâ iğneden korkanlarınız, düşüp bayılanlarınız, ağlayanlarınız, ortalığı birbirine karıştıranlarınız çok mu azdır? Çünkü Sergey’in bana yaptığı gibi, bir büyüğünüz de çocukluk döneminizde, sizi iğneyle tehdit edip korkutmuştur? Ve siz hiç iğne yapılmadığınız halde, hep o korkuyla yaşar bir hale geldişsinizdir artık? Doktor olmak için, hasta olmak gerekmez!.. O gün annem, büyüklerinden öğrendiği bir başka sözü de bana öğretti son olarak; “kuş olmak için uçmak gerekir, ama uçmak için kuş olmak gerekmez.” Bu sözü bana niçin söylediğini o an çok iyi anladım. Yapacaktım!.. Kuş olacaktım!.. Hem de tam bir kuş!.. Evet, uçacaktım!.. Ama ne zaman?.. 2 Sergey’le, İvan yuvadan uçup gittikten sonra artık günlerim daha da sıkıcı geçmeye başlamıştı. Tartışırdık, sürtüşürdük, didişirdik ama beraberdik. İyi ya da kötü fark etmez ama, bu yuvada birlikteliğimiz vardı nihayetinde. Yuvada birilerinin olmasının gerçekten bir gereksinim olduğunu daha iyi anladım onlar gidince. Başlayan sıcaklarla birlikte annem, yeni yumurtalarını yuvaya bırakma noktasına geldiğini söylediğinde çok şaşırdım. Yeni kardeşlerim gelecekti. Ama ben hâlâ uçamıyordum. Çok üzüldüm bu duruma. Üzüldüğümü gören annem gülerek “Şaka-şaka,” deyince rahatladım. Annem ve babam artık daha uzun süreler yuvadan uzaklaşıyorlardı. Çünkü, yiyecek tedarik etmekte zorlanıyorlardı. Kent halkı tatil yörelerine gitmişlerdi. Balkonunun, penceresinin kenarına bizler için ekmek kırıntıları bırakan iyi kalpli insanlar, yazlıklarına gitmişlerdi. Annem bunları anlatırken, içim burkuldu. -Peki, bizi bu kadar çok seviyorlardı da neden bizi de götürmediler?.. diye sorduğumda, annem önce bir kahkaha attı ve ardından, -İnsanların gittikleri tatil yörelerinde de bizim akrabalarımız olan güvercinler var Çuvstva!.. insanlar o yörelere gittiklerinde onlara, döndüklerinde ise bizlere yiyecek verirler. dedi ve biraz durduktan sonra sol kanadını iyice üzerime doğru gerip başımı kalbinin üstüne bastırarak, -Dinle Çuvtsvam, dinle!.. Kalbimin sesini dinle. Bizler insanlarla birlikte yaşayan en eski kuş türüyüz. Onlarla birlikte aynı şehirde yaşadığımız halde aynı evde yaşayamayan nadir canlılardanızdır. Bizim seksene yakın türümüz olmasına rağmen pek azımız insanlarla aynı mekanlarda yaşayabiliriz. Aslında onlar bizi, biz de onları çok sever ve anlaşırız. Avuçlarından yem yiyecek kadar samimiyizdir onlarla, birbirimize karşı. Ama hepsi o kadar. Bu sesini dinlediğin kalp, insanlara karşı, her zaman aşk ve sevgi dolu duygular barındırır içinde. Ama bu kalp, aynı zamanda kendi bağımsızlılığına da aynı duygularla doludur. Bir atın, bir köpeğin –onların tabiriyle- ehilleştirilmesi sıradan bir şeydir insanlar açısından. Ama bu, güvercinler açısından çok zordur. Ve özellikle de bizim gibi sokak güvercinlerinin ehilleştirilmesi imkansıza yakındır. Aynı sokak köpekleri gibi. Bunu insanlar da bildiği için hiç biri bizi evlerine ya da kafes dedikleri şeylere hapsetmeyi hiç düşünmezler bile... dediğinde Ona bu kez, -Peki anneciğim, babamın söylediği bu gösteri güvercinleri ne oluyor? Onlar bizden değil mi?.. diye sordum... -Dinle Çuvstvam, anlatacaklarımı iyi dinle; bizler binlerce yıldır insanlarla yan yana yaşarız. İlk postacılar bizlerdik. Nereye, ne kadar uzağa gidersek gidelim, sonunda yine yuvamıza dönme huyumuz vardır. Bu yönümüzle insanlara yüzyıllarca çok büyük hizmetler verdik. Çok yüksek hızlarla, çok uzun menzillere uçarak yol alan türlerimiz vardır bizlerin. Bu amaçla kullanılan güvercinler genellikle dağlarda yaşayan, yine insanların tabiriyle yabani güvercinlerdir. Barışın, özgürlüğün, kardeşliğin simgesi olmuşuzdur bu dünyada bizler!.. Dünya çok büyük felaketin yaşandığı o tufandan sonra suların çekilip- çekilmediğini kontrol amacıyla Nuh’un, gemisinden gönderdiği atamız, suların çekildiğini anlatmak amacıyla gagasında bir zeytin dalıyla geri döndüğünde, kutsanmışızdır bizler. Ama dünyadaki tüm canlılar gibi bizlerin de çok değişik türleri vardır. İnsanlar tarafından farklı amaçlarla kullanılanlarımız da vardır, bizim gibi kendi haline bırakılanlarımız da. Bizim seksene yakın türümüz olduğunu söylemiştim az önce. Sanırım, bu yeterli olacaktır soruna yanıt olarak. -Peki yabani güvercinler kimdir anneciğim? diye sorduğumda, -Onlar bizim saf ırk olarak kalabilen nadir türlerimizdendir. İnsanlarla uzlaşmayı, birlikte yaşamayı hiç kabul etmemişlerdir. Çünkü, özgürlük onların genlerinde hâlâ ilk günkü gibi canlı kalmıştır. Hiçbir yere konmadan yüzlerce mil uçabilen, uzun süre açlığa dayanabilen onların, bulutlara kadar bile yükseldiği söylenir. Kendi soylarının dışında bir güvercinle çiftleşmeye asla yanaşmazlar. Ve bu katı tutumları yüzünden soyları tükenme tehlikesiyle de karşı karşıyadır. Ama onlar bunu hiç umursamazlar. Saf ve özgür olarak ölmeyi tercih ederler, bizlerin arasına karışmak yerine!.. İnsanlar da onların saf kan hattını çok iyi bildikleri için, onları yakalayıp kendi amaçları doğrultusunda kullanmak üzere eğitmeye çalışırlar. Ve insanlar yine onları farklı amaçları için kullanmak adına diğer ırktan güvercinlerle çiftleştirirler. Sadece bize değil bir çok hayvana bu yöntemi uygular insanlar. Bunu neden yaparlar bilmiyorum. Kendilerince haklı nedenleri olsa gerek!.. dedi... Anastasia, biraz soluklandıktan sonra tekrar başladı; -Bak Çuvstvam geçenlerde çok komik bir durumla karşılaştım. Anlattığıma örnek olacak bu olayı sana anlatayım da gül biraz!.. Uçarken yiyecek şeyler bulabileceğim balkonları keşfetmeye çalışıyordum. Bir apartmanın terasında ilginç bir hayvan gördüm. Uzunca bir süre, onu süzmeme rağmen bir türlü ne olduğuna karar veremedim. Onun uzanamayacağı bir yer olarak seçtiğim uydu anteninin üstüne konup onu tanımaya çalıştım. Köpek desem, köpek değil! Kedi desem kedi değil! Zaten o da beni tanıyamadı. Dakikalarca aptal aptal birbirimizin suratına bakındık durduk. Sonunda “caf-caf” diye seslenerek üzerime doğru geldiğinde “herhalde insanlar tarafından türetilen yeni bir köpek cinsi” diyerek havalandım. Hem gülüyor, hem uçuyordum! “ne çirkin şeydi o öyle! Ah bu insanlar, ah! Böyle ilginçlikleri yapmayı ne kadar çok seviyorlar!” dedim içimden. İnsanlar böyle komiklikler, ilginçlikler yapıyor diye sakın onlar hakkında kötü düşünme Çuvstva. Onlardan bize kesinlikle bir zarar gelmez. Bize sapanla taş atan çocuklar, büyüdüğünde kendi elleriyle bize yemek vereceklerdir. Bazen bize yememiz için bıraktıkları ekmekleri yerken balkonunu pislettiğimiz insanlar, orayı temizlerken bize kızıyor olabilir ama hepsi o kadar!.. Kızgınlıkları orada kalır. Ertesi gün, yine bize yiyecek bir şeyler veren de, yine bize kızan O kişi olacaktır. Bundan emin olabilirsin Çuvstva; Onlar bizi, biz onları severiz. -Peki anneciğim, bu kadar birbirini seven iki topluluk neden aynı yerde yaşayamıyorlar? Hiç içimizden onlarla yaşayanımız olmadı mı? -Kulağını bana ver Çuvstva, sana bir öykü anlatacağım şimdi. Bunu dinledikten sonra artık bir çok şeyi daha iyi anlayacaksın. Ve bu öğreneceklerinin gelecekteki hayatında çok faydasını göreceksin. Hazır mısın? -Hazırım, hazırım anneciğim, hadi anlat, hemen anlat, bekliyorum, lütfen anlat! -Dur dur dur! Bu kadar aceleci olma!.. Unutma Çuvtsva, yavaş yapanın yanlış yapma olasılığı yoktur. Sabırlı olmayı öğrenmelisin. Hak ettiğin her şeyi alacaksın!.. Ama zamanı geldiğinde!.. -Tamam anneciğim sustum. Sabırla senin anlatacaklarını bekleyeceğim. Sana söz veriyorum, hiç sözünü kesmeyeceğim. -Uzun uzun zamanlar önceydi. Küçük bir kasabanın girişinde yaşlı bir çift yaşardı. elli yaşlar civarında olan kadının adı Anastasia idi... -Ama bu senin adınla aynı anneciğim, diye araya giren yavru güvercine annesi, -Hani sözümü kesmeyecektin?.. diye çıkıştığında -Tamam anneciğim özür dilerim, bu son. Bir daha olmayacak!.. Söz!..dedi ve annesini merakla dinlemeye koyuldu. 3 Çoook çok uzun yıllar önce, küçük bir kasabanın girişinde yaşlı bir çift yaşardı. Yaşı elli civarında olan kadının adı Anastasia idi... Eşinden yaşça çok az büyük olan erkeğin adı ise Pietro idi. Altın gibi kalplere sahip olan bu çift, biraz yaşlı olmalarına rağmen hayli dinç ve sağlıklıydılar. Her şeylerini kendileri yapar ve yetiştirirlerdi. Çok az sayıda büyükbaş hayvanlarının yanında, birer tane de atları ve eşekleri vardı, genellikle odun taşımak ve şehre gidip gelmek için kullandıkları!.. Onlarca sayıda tavukları da vardı ama sahip oldukları koyun ve keçilerin sayısı ise mevsimine göre 30-50 arasında değişirdi. Çünkü, küçükbaş hayvanların yavrulama dönemlerinde çoğalıyorlardı doğal olarak. Ve bu dönemlerde daha fazla uğraş gerekiyordu. Ama enteresandır, onlar hallerinden hiç şikayet etmezlerdi. Pietro’nun büyük babasının yaptırdığı ve üçüncü kuşak olarak kendilerinin yaşadıkları evlerinin ön bahçesinin bir tarafında mevsimine göre çeşitli sebzeler yetiştirirlerdi. Ahırın yer aldığı diğer tarafında ise çeşitli meyve ağaçları vardı. Evin arka tarafında kalan 2-3 dönüm kadar küçük bir tarlada da kışlık ihtiyaçları için tahıl ve bakliyat ürünlerini yetiştirirlerdi. Kendi ihtiyaçları dışındaki üretimlerinin tamamını, şehir yolundaki fabrikalarla bağlantılı çalışan kasabadaki kooperatife devrederlerdi. O kadar ısrarlı tekliflere rağmen Pietro, mallarını kesinlikle özel şahıslara satmazdı. Çünkü, yaşanılan onca savaştan ülkesinin sonunda galip çıkmasının güçlü bir devlet yapısıyla sağlandığına ve güçlü devletin de ancak çalışan fabrikalarla var olacağına inanırdı. Zaten sevgilisiyle kendilerine kurduğu o küçücük dünyadan başka şeylere kafa yormayı oldum olası sevmezdi. Kimlerin neler yaptığı değil, kendilerinin neler yaptığı önemliydi. Çünkü, “başkalarının hayatına ilgi değil, saygı duyun” prensibi öğretilmişti ona, ebeveynleri tarafından. Hiç çocukları olmamıştı, olamamıştı. Ama onlar “hata kimde?” diye hiç araştırmadılar, sorgulamadılar. Sahip oldukları, olmadıkları tüm hayvanlar zaten onların çocukları gibiydi. Birbirlerini ve hayvanları çok severlerdi. Ve kasaba halkıyla da araları hiçbir zaman kötü olmadı. Böyle iyi insanlarla kötü olmak zaten mümkün değildi ki!.. Herkese çok sıcak ve samimi duygular beslemişlerdi her zaman!.. Ama çocuklara karşı besledikleri duygular çok başkaydı. Kavanozlarında her zaman rengarenk şekerler bulundururlardı yoldan geçen çocuklar için. Bir yılbaşında Noel Baba bile oldu Pietro onlar için. Yüzünde doğuştan oluşan tatlı tebessüm, onun en sevilen Noel Baba unvanını almasına yetmişti o sene!.. Anastasia bir gün ona, -Gülme rekoru kesin sendedir aşkım. Çünkü, doğduğundan beri gülüyorsun... dediğinde, Pietro, -Cenazemde rahip soracak, ‘Pietro’yu nasıl bilirdiniz?’ herkes, ‘Gülerdi’ diyecek. Rahip ‘Peki nasıl gitti?’ diye sorduğunda bu kez ahali ‘Güle-Güle’ diyecek. Gerçekten, eğer bir gün ölürsem güle güle ölmeyi isterim prensesim, demişti... 4 Baharın o, insanın kanını kaynatan yeşil örtüsünü doğanın üstüne cömertçe örttüğü günlerden birinde Pietro, Anastasia’nın “Uğurlar olsun” öpücüğünü aldıktan sonra, yakacak odun toplamak için ormana gitmek üzere eşeğiyle evden ayrıldı. Çünkü, o yıl kış biraz sert geçmişti ve yakacak stokları tükenme noktasına gelmişti. Aslında havalar birden düzelmişti ama Pietro, yılların tecrübesiyle “Hava, aniden mevsim normallerinin üstüne çıktıysa aniden altına da inebilir. Tedbirli olmak lazım” diyerek odun toplamak için ormana gitmeye karar vermişti. “Zaten ikindin olmadan dönmüş olurum” dedi kendi kendine yolda giderken. Ancak eve döndüğünde karanlık çökmek üzereydi. Eşeğinin sırtındaki odunları tutan ipi gevşettiğinde odunların tamamı yere yıkıldı. Taşıdığı yükten kurtulan eşek güzelce bir silkelenip sakinleştikten sonra, Pietro kendi sırtındaki heybeyi dikkatlice alarak, eşeğin sırtına özenle yerleştirdi. Ve sonra içeriden elinde iki tane şekerle gelen Anastasia’yı öptükten sonra onun elindeki şekerleri alarak eşeğe yedirirken diğer eliyle de kafasını okşadığı eşeğinin kulağına eğilip “Teşekkürler Sezar” dedi. Ama der-demez o an içinden “Ona bu ismi vermekle acaba yanlış mı yaptım? Çünkü, bu Sezar’dan daha Hayvancıl!..” diye geçirdi. Ve ardından eşine dönerek -Bak heybede ne var! Sana bir şeyler getirdim dağlarımızdan!.. dediğinde Anastasia içinden “Koca Kurt yine aşk oyunlarından birini mi yapmıştı? Kim bilir hangi yaban çiçeğini bulup getirmişti dağların en ücra köşelerinden?” diye sordu kendi kendine. Pietro’nun getirdiği şeye bakmak için tam heybeye doğru eğilmeye yeltendiğinde, Pietro hemen onu durdurarak, -Neden geciktiğimin cevabı bu heybededir. Sanırım bana bu soruyu sormaman için, göreceğin şeyler yetecektir. Ama önce gözlerini kapat prensesim. Büyü bozulsun istemiyorum... dediğinde. -Tamam Koca kurdum benim, tamam!.. diyerek gözlerini kapatan eşinin; gözünü açtığında sürprizinin tamamını net bir şekilde görebilmesi için heybenin dolu gözünü iki eliyle iyice genişlettikten sonra Pietro -Tamam!.. Açabilirsin gözlerini prensesim!.. dediğinde, hızla gözlerini açan Anastasia olduğu yerde dondu kaldı. Hiçbir şey konuşmadı, hiçbir tepki göstermedi. Sadece heybenin içine diktiği gözleri tepki gösteriyordu gördüklerine; iki damla yaşı yanaklarına göndererek!.. Ama onun gözlerinde yolculuğa başlayan yaşlar, yas değil mutluluk gözyaşlarıydı. Şefkatten kaynaklanan bu gözyaşları eşliğinde Pietro’ya dönerek, -Nereden buldun bunları Pietro?!? Ne kadar harika şeyler bunlar!.. diyebildi sadece. eşinin yanaklarına doğu süzülen yaşları dudaklarıyla içen Pietro, -Lütfen, bir daha çok tuzlu yapma prenses. Biliyorsun belli bir yaştan sonra bize yasak olan şeylerden biri de tuz!.. dediğinde. -Dalgacı seni. Şu her şeyi, şakaya yöneltip geçiştirme huyun yok mu senin! Bayılıyorum sana Koca Kurt, bayılıyorum... Ama aşkım hâlâ söylemedin nereden bulduğunu bu yavruları?.. diyen eşine her şeyi anlatmaya başladı Pietro... Beyazdan beyaz, bu iki şirin minik güvercin yavrusunu ölüme terk etmeye içi el vermemişti Pietro’nun. Annesi ve babası, bir çift doğan tarafından öldürülen bu yavrucakların ailesinin doğanın gereği olarak ortadan kaldırılışını an be an görmüştü O gökyüzünde!.. Ve mevsimin güvercinlerin yumurtlama dönemi olduğunu çok iyi bilen Pietro, olası yumurtaların veya yumurtalardan çıkmış olabilecek yavruların yuvasını aramaya koyulmuştu hemen. Başka birisi işinin çok zor olduğunu düşünebilirdi onun. Ancak bu dağlar, güvercinlerin olduğu kadar onun da dağlarıydı. Çocukluğundan beri, bu dağları karış-karış gezen, öğrenen, bilen, bulan, keşfeden Pietro’nun, bu yavruların yuvasını çok kolay bir şekilde bulacağına inancı ve kendine güveni tamdı. Eskisi kadar çevik olmayabilirdi. Ama bir şeyi iyi biliyordu: “Dağlar, insanlar gibi çabuk eskimez, hele hele bir insan hayatı süresince! Asla!..” Çocukluk yıllarında ayak bastığı her yer halâ zihnindeydi!.. Ve o zihninden ezbere bildiği yerlere, bir balerin inceliğiyle basan Pietro, eliyle koymuş gibi yavrucakları oturdukları yuvada çığlıklar atar bir halde buldu. Ve hemen onları oradan alarak kendi evlerine getirdi. Onların ne kadar asi ve özgürlük düşkünü olduklarını çok iyi biliyordu ama orada bırakırsa ya açlıktan öleceklerdi, ya da başka bir hayvanın açlığını gidermek için!.. Ve, son olarak da, bu cins güvercinleri insanların bulunduğu bir ortamda büyütebilmenin de çok zor ama imkansız olmadığını da biliyordu. Sevgiyle, Anastasia’nın yanaklarına dokunan Pietro -Onları burada tutabilecek tek şeyin adı(nı) Sevgi!.. olarak fısıldadı sevgilisine gözlerinin içine bakarak ve ardından -Çünkü... Hiçbir güç yoktur ki; sevginin karşısında dize gelmesin, ona boyun eğmesin, saygı duymasın ve sevgiyi sevmesin... dedi. Bir sevgi tutkunu olan bu çift, her bir şeyleri sevgiyle yapmayı yaşam tarzı olarak benimsemişlerdi. Onlar sevgileriyle; ağaçlara mevsiminden önce çiçek açtırmışlardı. Ağaçlar da onlara verebilecekleri en güzel meyveler vermişlerdi karşılığında!.. Onlar değil miydi ki; “Bütün büyükbaş hayvanlarının doğumunu kimsenin yardımına gereksinim duymadan sadece sevgiyle yaptıranlar”, onlar değil miydi ki; “İneklerin memelerinden oluk-oluk süt akıttıranlar, başağın her tanesini sevgiyle dolduranlar, Tavuklarına aşk şarkıları söyleyenler!..” İşte yine sevgileriyle bir şey daha yapabilme şansına kavuşmuş olmanın mutluluğu gözlerinden okunuyordu!.. Sevginin gücünün nelere kadir olduğunu bir kez daha yaşayacaklardı. İçlerindeki inanılmaz coşku, yüzlerine de yansımıştı. Gülen gözlerle yeniden birbirlerine baktılar ve hiçbir şey konuşmadan el ele tutuştular. Boşta kalan ellerine ise birer tane yavru alıp sevgiyle onlara baktılar. Ardından, önce kendi ellerindeki yavruları öptüler. Sonra, birbirlerine ellerindeki yavruları öptürdüler. En sonunda da birbirlerini öptüler ve hiç çocukları olmamasına üzülen Allah’a, kendilerine bu yaştan sonra iki yeni minik yavru verdiği için kalplerinden şükranlarını sundular ve “Bu yavrulara sadece güzel ve iyi değil, ölümüne bakacağız. Artık, onları yaşatmak için yaşayacağız” diye kendi kendilerine söz verdiler. 5 Pietro, depo olarak kullandıkları bodruma inerek, oradan boş bir tahta elma kasası getirdi. Anastasia ise, çatı katından bir kıl çuvalı buldu. Bir hafta önce kırktıkları koyunların yünlerinden de kullanarak tahta sandığın içine yavru dağ güvercinleri için çok güzel bir yuva yaptılar elbirliğiyle. Yavru güvercinler için hazırladıkları sandığın içine onları yerleştirdikten sonra yuvanın karşısına geçerek bakmaya başladılar. Ve aniden kafalarını birbirlerine doğru çevirip ikisi birden aynı anda birbirlerine “Ama?..” dediler. Ve kısa bir suskunluktan sonra başladılar gülmeye!.. Anastasia, -Bana, ‘Ama, ya yavrular üşürse?’ Diye soracaktın değil mi?” -Evet, aynı senin diyeceğin gibi!.. diye yanıt verdi Pietro. -Peki neden vazgeçtin? -Seninkiyle aynı nedenden dolayı!.. diyen Pietro; küçük birer öpücük kondurdu eşinin gözlerine. O yavru güvercinlerin hiçbir zaman üşümeyeceğini söylemişti gözleri birbirlerine!.. Çünkü, onların sevgisinin sıcaklığı o yuvayı hep ısıtacaktı. Yine konuşmadan anlaşmışlardı işte; Tüm hayatları boyunca olduğu gibi... Pietro, hazırladıkları yuvayı, ahırda yer alan saman yığının üstündeki, tavana dayanak görevi gören ve görüntüsüyle bir üçgeni çağrıştıran aralığa yerleştirdi. Bu arada, Anastasia da yavrulara pilav hazırladı. O ana kadar her şey çok iyi gitmişti. Sadece bir şey dışında; yavrulara bir gram yiyecek yedirmeyi başaramamışlardı. Ve en önemlisi de buydu. Çok küçük oldukları için açlığa fazla dayanamazlar ve çok kısa sürede de ölürlerdi. O gece, yavruları sürekli kontrol etmek için ilk defa birlikte uyumadılar. Çünkü, uyumayı da sıraya koymuşlardı. O, çok zor geçen gecenin ardından her bir şeyi bırakarak sabah erkenden şehir merkezine gitmeye karar verdiler. Süt sağma, yumurta toplama ve kooperatife teslim etme gibi işleri komşuları Alex’ten rica ettiler. -Hiç merak etmeyin, ben hepsini gerektiği gibi yaparım. Gözünüz arkada kalmasın... diyen Alex’e teşekkür eden çift şehre doğru yola çıktılar. 6 Geri dönüş yolunda, uzaktan evlerini gördüklerinde hava kararmak üzereydi. Uzaktan el ele yürüyerek geldiklerini gören Alex’in köpeği Zemleniçka onlara doğru koşmaya başladı. Kasaba halkı tarafından havlama özürlü olduğuna inanılan Zemleniçka kısacık bacaklarını öretecek kadar uzun olan beyaz tüylerini, kendi yarattığı rüzgarda dalgalandırarak yanlarına yaklaştığında Anastasia çoktan çantasından renkli şekeri çıkarmıştı bile. Etraflarında bir tur attıktan sonra ikisinin arasına girerek onlarla birlikte yürümeye başlayan köpek daha da küçülttüğü o küçücük adımlarını atarken sürekli kafasını yukarı doğru kaldırarak bir Anastasia’ya, bir Pietro’ya bakıyordu. Kahkahayı basan Anastasia, -Tamam kızım, tamam... deyip yere çökerek, önce boynunu okşadı ve sonra diğer elinde sakladığı şekeri “ooooppppa” diyerek havaya fırlattı. Köpek, bir miktar yükseğe tırmandıktan sonra inişe geçen şekerin kendi boy seviyesine gelmesine bile izin vermeyip havada yakaladığı şekeri ağzından akıttığı salyalar eşliğinde birkaç saniyede yedi ve sonra, tekrar aralarına girmeyip yol boyunca yanlarında koşarak ve etraflarında dönerek eve kadar onlara eşlik etti. Köpeğin bu neşeli görüntüsü, daha da keyiflendirmişti onları. “Ne kadar kolay mutlu olabiliyorlar, küçücük bir şeyle bir canlının bu kadar kolay mutlu edilebilmesi ancak hayvanlara has bir şey olsa gerek” diye düşündü yüzündeki tebessümle Pietro. Ardından, “Ya insanlar? havlayana kızıyorlar, havlamayana ise kusur buluyorlar. Bazen bu insanları hiç anlamıyorum. Ne kusuru var bunun? Ne kadar iyi bir karaktere sahip bir kız bu Zemleniçka.” Diye söylendi içinden. Tesadüfen, kapısının önüne çıkan Alex onlara, -Hoş geldiniz!.. Zemleniçka havlamadığı için duymadım geldiğinizi. Nasıldı şehir? Bulabildiniz mi aradıklarınızı?.. diye sorduğunda zaten cevabını almıştı. Çünkü ikisini de gözlerinin içi parlıyordu. O gözlere bakan Alex, onların aradıklarından da fazlasını bulduklarını anladı. Ve onların vereceği yanıtı beklemeden -Sevindim, bulduğunuza!.. dedi. -Nereden anladın bulduğumuzu Alex? -Gözlerinizden Pietro, gözlerinizden. İkinizin de gözlerinin içi parıldıyor. Konuşmanıza gerek yok. Onlar sizin yerinize konuşuyor dostlarım benim. Sevindim, gerçekten sevindim sizin adınıza. Alex’e kendi yokluklarında yaptığı işler için teşekkür ettikten sonra evlerinin kapısına doğru yöneldiklerinde, aniden durdular ve ahıra doğru yöneldiler. Çünkü, yavru güvercinlerin seslerini duymuşlardı. Ahırın kapısını açıp, hızla içeri girdiler. Sandığın içinden kendilerine doğru uzanan açık minik gagaların, seslerini duyurmak için birbirleriyle yaptığı yarışmayı gördüklerinde yutkundular. Ve yutkunmalar arka arkaya geliyordu ve geliş sıklığı hızla artıyordu. Pietro onlara doğru yürürken, Anastasia hemen ahırdan çıkarak eve geçti. Üstündeki fazla giysileri çıkardıktan sonra akşam hazırladığı pilavdan küçük bir tabağa koydu. Yanına aldığı küçük bir kaşık ve bir bardak sütle tekrar ahıra yöneldi. Yavruların yanında dikilen Pietro, eşinin elindeki, içinde küçük bir kaşık bulunan pilav tabağını ve bardağı aldı. Kaşığa aldığı küçük bir parça pilavı eşinin ağzına verdi. Ardından aynı kaşıkla bardaktan aldığı bir kaşık sütü de Anastasia’nın ağzına dökerek “hadi annemiz sıra sende!” dedi. Ağzındaki yiyecekleri damağıyla ezmeye başlayan Anastasia ağzına aldığı bir miktar daha sütle birlikte ağzındaki yiyeceği iyice ezdikten sonra hafifçe yutmaya çalıştı. Yiyecekler tam gırtlağına geldiğinde yutağını yukarı kaldırarak yavrulara doğru eğildi. Ağzını sonuna kadar açtı ve yavrulardan birinin çığlıklar atan gagasına doğru uzattı. Yavrunun kafası Anastasia’nın ağzının içine doğru uzandığında O, el-ele tutuştuğu arkasına geçmiş bulunan Pietro’nun elini sıktı. Pietro, o anda boşta olan ve yumruk haline getirdiği diğer elini, korkarak eşinin omuz kemiklerinin arasındaki boşluğa vurduğunda Anastasia’dan bir böğürme sesi çıktı. Ve bu sesle birlikte, boğazından gelen şeyi yavru güvercin bir hamlede yuttu. Bu sahneyi seyreden Pietro’nun gözleri dolu bir vaziyette içinden “Olmaz böyle bir şey, o insan değil, gerçekten bir melek” diye geçirdi. Yavruları ağzıyla besleyen eşini kutladı ve -Ben de isterim. Hani beni seviyordun? Niçin beni hiç böyle beslemedin?.. diye çocuklaşıverince birden. -Gel buraya benim koca bebeğim gel buraya, benim hiç büyümeyen çocuğum, gel buraya... diyerek onu kendine doğru çekip, öptü ve tekrar işine koyuldu. Aynı işlemi defalarca yaptılar. O gün yavru güvercinleri, Anastasia’nın damağındaki sıvılaştırılmış pilavla doyurdular. Aynen kütüphanede okudukları gibi yapmışlar ve başarmışlardı. Yavruları teker-teker öptükten sonra birbirlerini de öptüler. O an dünyanın en mutlu insanları olduklarını söylediler birbirlerine gözleriyle... Evin giriş kapısının yanında bulunan kapağı kaldırarak bodruma inen Pietro, sadece her yılbaşında içtikleri şaraptan, bir şişe alarak eve girdiğinde banyodan henüz çıktığı saçındaki ıslaklıktan belli olan ve akşam yemeğini hazırlayan; “Dünyanın en güzel kadını” olarak tanımladığı eşini, arkası dönük bir halde iş yaparken görünce çok sevindi. Sessizce arkasından sokularak boynuna bir öpücük kondurduktan sonra, hızla şişeyi gözünün önüne tutmayı planladı. Ve tam planladığı gibi sessizce eşinin arkasına sokularak, boynunu uzattı. Dudağını Anastasia’nın boynuna yaklaştırıp öpücüğü kondurmak üzereydi ki Anastasia’nın -Şişeyi lütfen masaya bırak sevgilim!.. Bir kazaya yol açmayalım... dediğini duyunca, hemen fikrini değiştirdi ve onu kollarıyla sıkıca sararak, -İşte seni bunun için seviyorum. ‘Bazen, görmek için bakmak değil, hissetmek de yeterlidir’ sözünü senin için söylemişler herhalde aşkım... dedi. 7 Önlerinde 2-3 hafta olduğunu biliyorlardı. Çünkü kütüphanede okudukları kitapta yavruların üç ya da en fazla dört haftalık olduklarında kendi başlarına yemek yiyebilecekleri ve uçmaya başlayabilecekleri yazıyordu. Günleri neşe, mutluluk ve huzur dolu geçiyordu. Yavru dağ güvercinleri, onların hayatlarına yeni bir renk katmıştı. Anastasia, yavruların yiyecek ihtiyaçlarıyla ilgilenirken, Pietro da yetişmekte olan yavrulara kendilerini bekleyen hayatı öğretiyordu kendince!.. Onlara dünyayı, hayatı ve hayatın vazgeçilmez parçası olan canlıları öğretmek amacıyla gerekli şeyleri almak için şehre bir kez daha gitmişti Pietro. Çeşitli hayvan resimlerinin yer aldığı kataloglar, hikaye kitapları, bol miktarda kağıt, rengarenk kalemler almıştı şehirden. Pietro, yavrulara hayvan resimlerini göstererek ilerde karşılaşacakları dünyada kendilerini nelerin beklediğini öğretmeye çalışıyordu. Tamamı hayvan karakterlerinden oluşan hikayeler de okuyordu onlara, akşam yatmadan önce. Kağıtlara ağaç resimleri çizerek ormanı, dağları, nehirleri çizerek doğayı öğretmeye çalışıyordu. Büyük bir sabırla, insan muamelesi yaparak, konuşuyor, anlatıyordu kendince öğretmesi gerektiğini düşündüğü her bir şeyi onlara!.. Aslında onların, birer kuştan başka bir şey olmadığını çok iyi biliyordu Pietro, ama onlara bir kere çocukları olarak bakma sözü vermişti kendi kendine!.. Ve bu sözünü tutmak adınaydı bütün uğraşı. 8 Bir sabah Anastasia’nın, -Koca Kurt, gel, gel, çabuk, çabuk gel lütfen. İnanamayacaksın göreceklerine!.. diye seslendiğini duyan Pietro, -sesin geldiği yer olan- ahıra doğru yöneldi!.. Kapıyı açıp içeri girdiğinde, güvercin yavrularının yuvadan çıkarak -daha doğrusu uçarak- karşıdaki pervaza tüner bir vaziyette durduklarını görünce çok şaşırdı. Ve ardından “Başardııııık” diye bağırarak, samanların üzerine atladı. Saman yığının arasında hopluyor, zıplıyor, yerlerde yuvarlanıyordu. Onun bu haline gülerek bakan Anastasia, -Sen hiç büyümeyeceksin!.. Ne oldu sana? Gayet normal. Zaten bir gün uçacaklardı... Dedi. -Evet!.. Evet!.. Uçacaklardı. Ama bunlar kendi başlarına zoru başardılar. Yaşadıklarını bir düşünsene onların gözüyle!.. Kendiliklerinden uçtular. Kimse onlara hiçbir şey öğretmedi ve yardımda bulunmadı bu konuda. -Sen sadece koca bir kurt değil, aynı zamanda kocaman bir yalancısın da!.. Ben bilmiyorum mu sanıyorsun; onlara her gün neler öğrettiğini!.. Her bir şeyi öğretmedin mi onlara? Alışveriş yapılacak bakkalı bile anlatmadın mı? Kasabanın en zengin adamının çiftliğinin kapısındaki amblemi de öğretmedim deme bana!.. -Ama Nastia, bunlar kuş!.. Benim ne anlattığımı nasıl anlayabilirler ki? Benimkisi sadece kişisel tatmindi!.. -Hiç de bile!.. Sen bu yavrucakları getirdiğinde, bahçede el-ele tutuştuğumuzda bana ‘dünyada hiçbir güç yoktur ki sevginin karşısında dize gelmesin’ dememiş miydin? Bunlara sen hiçbir şey öğretemediğini sanma sakın!.. Sen bunlara en önemli şeyi; sevgiyi öğrettin koca kurt sevgiyi!.. Bizdeki en büyük şeyi öğrettin onlara Koca Kurt!.. Bunlar bir kuş olabilir, ama sevgiyi bizden daha çabuk algılarlar ve karşılığını da hemen verirler!.. Oysa biz insanlar, baş ucumuzdaki sevginin bile farkına varmakta ne kadar zorlanırız!..değil mi? Senin bunlarla hiç konuşmana bile gerek yoktu!.. ‘Sizi seviyorum’ demene de!.. Sadece sevgiyle bakman yeterliydi! Oysa sen daha fazlasını yaptın; onlarla konuştun. İster bir kuş, isterse bir köpek olsun, hiç fark etmez. Tek doğru vardır bu hususta o da; hiçbir hayvan kendisine gösterilen sevgiyi ve onu göstereni yani sevgiliyi asla unutmaz!.. -Güzel konuşuyorsun da!.. Ama bunlar dağ güvercini Nastia!.. Evcilleştirilmeye pek yatkın değildirler. Özgürlüklerine aşırı düşkünlükleri vardır. Şimdi bu kapıyı açsam, hemen uçarak, yurtlarına, dağlarına giderler, hem de artlarına bile bakmadan!.. -Aç o zaman! Sen onları hapsetmek için mi getirdin buraya? Hayatlarını idame ettirmelerine yardımcı olabilmek için mi? Uçabildiklerine göre, ne yapacaklarına karar verme hakkına da sahipler, demek değil midir? Gökler onların evleri, ver onlara evlerini Koca Kurt. Ver onlara özgürlüklerini!.. diyen Anastasia’ya hak veren Pietro, yine de istemeye-istemeye de olsa kapıya doğru gitti. Elini kapının tokmağına dokunduğunda son bir kez eserlerine döndü baktı! Onlar da ona!.. Göz göze geldiler bir an!.. Ne olduysa o an oldu işte!.. Birden Pietro’nun gözleri parladı, yüzüne her zaman hakim olan tebessüm, gülümsemeye dönüştü!.. birkaç dakika sürdü bu bakışma!.. Ve ardından hızla kapıyı sonuna kadar açan Pietro, Anastasia’yı kolundan çekerek, -Hadi dışarı çıkalım Prensesim. Benim bildiğim olacakları, senin de görmeni istiyorum!.. dediğinde Anastasia, şaşkın bir yüz ifadesiyle, -Ne olacağı? Yine ne geldi aklına?.. -Gel dışarıya çıkalım Prensesim, sabret göreceksin her şeyi! İnanamayacağın bir şey oldu!.. Bekle ve Gör!.. dedi. Ahırı terk edip bahçe kapısının önüne doğru geldiklerinde güvercinlerin kapıdan çıkıp havalandıklarını gördüler. O an heyecandan kalbi yerinden çıkacak gibi atıyordu Anastasia’nın. Ama Pietro, gayet sakin bir vaziyette izliyordu onların uçuşunu!.. Pietro daha fazla dayanamayarak başladı konuşmaya -Bak Prensesim, şimdi bizim çocuklar ilk olarak çıkabildikleri kadar yükseğe çıkacaklar. Onları hayâl-meyâl görebileceğimiz kadar ki yüksekliğe çıkacaklar!.. dediğinde Anastasia şaşkınlıkla, -Sen nereden biliyorsun böyle yapacaklarını?.. diye sorduğunda güvercinler, Pietro’nun doğru söylediğini ispatlamak için zaten göklerdeki yerlerine doğru hızla yükselmeye başlamışlardı bile!.. -Şimdi oradan kasabayı seyredecekler. Bildikleri, öğrendikleri her şeyi tanıyacaklar o yükseklikten!.. dediğinde Anastasia hayretle tekrar, -Peki sen bu hepsini nasıl biliyorsun Pietro?.. diye tekrar sorduğunda, -Ahırın kapısını açarken onlarla göz göze geldiğimizde ‘biz senin öğrettiklerini görmeye gidiyoruz. Akşam olmadan döneriz babacığım’ dediler gözleriyle bana, Dedi, gülerek. Anastasia hemen ona sarılarak gözlerinden öptü ve, -Kuşça da konuşurlarmış benim canlarım!.. dedi... 9 Akşamüzeri dönen güvercinlerden dişi olanı Pietro’nun, erkek olanı ise Anastasia’nın omzuna kondu. Ve gagalarıyla yanaklarına dokunduklarında iki damla yaş süzüldü bizim sevgililerin yanaklarından... Mutluluk gözyaşlarıydı bunlar ve yine mutlulukla içilmeliydi. Birbirlerinin yanaklarındaki yaşları içtikten sonra, artık kendileriyle yaşamaya karar veren çocuklarına isim koymanın zamanının geldiğini düşündüler. Ve kendi isimlerini veriverdiler oracıkta onlara... “Anastasia-Pietro”... Güvercinlere adlarıyla hitap ettiklerinde, genç Anastasia’yla, genç Pietro tekrar gökyüzüne doğru kanat çırpmaya başladılar. Birlikte taklalar attılar, kanatlarını iyice açarak hiç kıpırdatmadan pike dalış yaptılar, sonra aniden takla atarak gökyüzünün kalbine girmek istercesine yukarıya doğru çılgınca kanat çırptılar durmaksızın!.. Onların bu sevinç gösterilerini birbirlerine sarılı vaziyette izleyen çift, mutluluğun doruğuna ulaşmışlardı gördüklerinin etkisiyle. Genç güvercinler tekrar inişe geçip omuzlarındaki yerlerini aldıklarında, baba Pietro, omzundaki Anastasia’yı eline alarak kulağına götürdü. Ve Eşine de aynı şeyi yapmasını söyledi. Güvercinlerin, çılgıncasına çarpan kalplerini dinliyorlardı. Eşine dönen Pietro, -Pazar günleri Kilise ayinlerinden sonra, nehir kıyısında yorulana kadar koştuğumuzda beni dinlendirmek için başımı göğsüne bastıran bir sevgilinin kalbinde duyduğum sesin ritmine benziyor duyduklarım Nastia!.. dediğinde, kulağına dayadığı genç Pietro’yla birlikte eşinin gözlerinin içine bakarak, -Benim duyduğum sesin ritmi ise, askerden dönüşte trenden atlayıp valizini döke saça sevgilisine koşan birinin kalbinin ritmine benziyor... dedi. 10 Karpatlara yaz, geç gelir ve erkenden gider!.. Bir tadımlık ömrü vardır yazın Karpatlarda. Günlerle sayılıdır orada yaz mevsimi... Ama o sene haziranın başlarında ısıtmaya başlamıştı güneş her bir yeri, erkenden uzun bir yazın müjdecisi olarak!.. Her yıl temmuz ayının başında kutlanan geleneksel yaza merhaba partisi, havanın bu hoş sürprizi nedeniyle öne alınmıştı, kasabalılar tarafından... Ve o Pazar,tüm kasabalının da katıldığı parti neşe ve coşku içinde geçiyordu nehir kenarında!.. Yörenin dünyaca ünlü üzümlerinden yapılan yıllanmış şarap fıçıları açılmıştı. Ve o fıçıların, içine daldırılan kepçeler birbirleriyle yarışmaya başlamıştı... Çocukların verdiği konserden sonra, yöresel motiflerle bezenmiş giysileriyle gençler folklor gösterisi yapmak için sahnede yerlerini aldığında Pietro’yla Anastasia da, diğerleri gibi çimenlerin üstünde oyuna eşlik etmek için tersten kol-kola girmiş bekliyorlardı... Aslında bugün çocuklarının keyifsiz olması biraz düşündürmüştü onları. Ama bir anlam veremediler buna!.. Ve yarın şehirdeki kütüphaneye tekrar gidip bunu araştırmayı düşündüler. Güvercinlerin, eğlence başladığından beri yanlarına hiç gelmemelerine üzülmelerine rağmen, karşıdaki dut ağacının dalında, olmaları biraz olsun rahatlatmıştı ikisini de. “Hiç olmazsa gözümüzün önündeler” diyerek teskin etmişlerdi birbirlerini... “biiiir....ikiiiii.....üüüüüüç”....diyerek dansa başlayan tüm halk hep bir ağızdan müziğe eşlik ediyorlardı, coşku içinde!.. Dans, tüm hızıyla sürerken güvercinler birden tünedikleri daldan ayrılıp havaya doğru fırladıklarında, Anastasia, Pietro’nun kolundan sıyrılıp öne doğru eğilerek acı çeken bir yüz ifadesiyle ellerini midesinin üstüne bastırdı! Çok acı çektiği her halinden belli olan Anastasia’ya bakan Pietro ani gelişen bu durum karşısında geçirdiği bir anlık şaşkınlıktan sonra, hemen eşine doğru eğilerek, -Nastia’m!.. Ne oldu sana? Ne oldu aşkım? Dedi korkuyla!.. -Yok bir şey, bir an bir şey saplanır gibi oldu mideme. Meraklanma birazdan geçer sevgilim. Panikleme lütfen!.. diyen eşinin tekrar koluna giren Pietro onu arkalarındaki tahta kalaslardan yapılmış piknik masasına oturtmak için geriye doğru döndüğünde, müzik susmuştu. Tüm kasaba halkı etraflarında toplanmış, Anastasia’ya yardım edebilecek şeyleri konuşmaya başlamışlardı... Kasabanın tek doktoru olan Vladimir, hemen orada yaptığı muayene sonucunda gaz sıkışması olabileceğini ama yarın hastaneye giderek daha ayrıntılı bir muayeneden geçmesinin daha iyi olacağını söyledi. Vladimir’in tavsiyesiyle onun tek atlı arabasına binerek eve dönmeye karar verdiler ve diğer kişilerinde yardımıyla Anastasia’yı arabaya bindirdiler. Pietro, “Çocuklar hadi eve dönüyoruz” diye seslenmek için güvercinlerin az önce durdukları yere doğru döndüğünde onların orada olmadıklarını gördü!.. -Meraklanma aşkım onlar arkamızdan gelir... diyen eşinin yanına oturan Pietro güvercinler hakkında yol boyunca “Acaba nereye gittiler?” diye düşündü, durdu... 11 Eve döndüklerinde, arabadan kolayca inebilmesi için eşini kolundan tutan Pietro, güvercinlerin çatıda olduğunu görünce rahatladı. Salondaki geniş koltuğa eşini yatıran Pietro, Vladimir’in önerileri doğrultusunda papatya çayı hazırladı. O gece Vladimir onların yanından hiç ayrılmadı. Çünkü, Anastasia’nın acıları her geçen süre daha da artıyordu. Ve onlar, ne yaptılarsa da bir türlü onun acılarını dindiremiyorlardı. Vladimir, gece yarısı yaptığı kontrol amaçlı son muayenenin ardından Pietro’ya, -Gerçekten sabah erkenden onu hastaneye götürmen gerekli!.. Sanırım durumu ciddi... Dediğinde Pietro’nun yüzüne endişeli bir korku görüntüsü hakim oldu!.. O geceyi çok zor geçiren Anastasia sürekli istifra etti, soğuk terler döktü!.. Ve gözünü açabildiği her arada Pietro’ya güçlükle, -Seni seviyorum. Lütfen yanımdan ayrılma Koca Kurt!.. Beni yalnız bırakma hayatım!..Hiç bırakma!.. diyordu!.. Pietro ise için için ağlayarak eşinin bu dileğine her seferinde, -Korkma hayatım, sürekli yanındayım ve hep olacağım. Seni yalnız bırakmamı nasıl düşünebilirsin aşkım... Dedi gece boyunca Sabahın ilk ışıklarıyla birlikte Pietro eşini, şehir hastanesine götürmek için yola çıkarken hemen-hemen tüm kasaba halkı arkalarından el sallıyordu!.. Doktorla konuşan komşuları Alex aniden atına atlayıp, -Heeey Pietro!.. diye seslenerek yanlarına geldiğinde, -Pietro!.. Pietro!.. En büyük dostum, canım kardeşim benim, tüm kasaba halkı gibi benim de kalbim sizinle olacak, sizi çok seviyorum!.. Bu sevgi için, lütfen bu sevgi için, geri dönmeyi unutmayın!.. dedi. -Sağol can dostum sağol. Bizde aynı duygularla seni seviyoruz... Diyen Pietro, eşine dönerek -Dimi aşkım?.. diye sorduğunda Anastasia güçlükle -Evet canım, elbette Alex!.. Döneceğiz elbette ama senden bir ricam var; lütfen çocuklarımıza iyi bak” dedi. Ortalıkta görünmeyen güvercinler ise onları yol boyu uzaktan takip ediyorlardı. Neredeyse yolun yarısına geldiklerinde Pietro güvercinlerin kendilerini takip ettiklerini fark etti ve hemen onlara, eve geri dönmelerini işaret etti. Ama onlar geri dönmek yerine hızla alçalarak önce arabanın kenarına kondular. Ardından da, Anastasia’nın omuzlarına!.. Gagalarını onun yanaklarına süren güvercinler daha sonra hızla havalanarak kasaba yönünde gözden kayboldular!.. -Sana iyi yolculuklar öpücüğü vermek için buraya kadar peşimizden gelmiş bizimkiler... diyen eşine bakan Anastasia, -Bunu da sen mi öğrettin yoksa? Diye sordu, gülümsemeye çalışan bir yüz ifadesiyle, -Tabi ki!.. Çocuklarımı kültürsüz olarak yetiştiremezdim herhalde!.. diyen Pietro’nun bu lafına ikisi de güldü. Ancak eşinin yüzündeki gülümsemenin zoraki bir gülümseme olduğunu hisseden Pietro içinden Allah’a yalvardı, “Nereden çıktı bu ağrı durup dururken şimdi? Eğer ona bir şey olursa dayanamam Allah’ım, lütfen yardım et bize!..” 12 O akşam geç vakitte eve tek başına dönen Pietro, salondaki masanın üstüne eşinin şalını katlayarak koydu. Çatı katındaki rafta dizili duran mumlardan en uzun ve kalın olanını alarak aşağıya indi ve mumu yakıp masanın üstündeki şalın yanına koydu. Annesinden kalan tek şey olan el yapımı büfenin içinden de bir şişe votka alarak masaya tekrar dönüp, her zaman oturduğu sandalyesine oturdu. Kapağını açtığı votka şişesinden büyükçe bir yudum aldı. Ama ağız boşluğunda duran votkayı daha yutmadan eşinin ‘Bardakla içersen ne kadar içtiğini daha iyi anlarsın Koca Kurt’ lafını hatırladı. Gözleri doldu. Yerinden kalktı ve lavabonun yanındaki bulaşıklıktan bir bardak alarak tekrar yerine döndü. O anda tıklayan kapıyı açmak için tekrar yerinden kalkarak kapıya yöneldi. Kapıyı açtığında, önde yan komşusu Alex ve arkasında kadınlı-erkekli çok sayıda kişinin beklediğini görünce, “Buyurun” diyerek hepsini içeri aldı. Anastasia’nın rahatsızlığının ne olduğunu, neden kaynaklandığını henüz doktorların da tespit edemediğini, bunun için bir süre hastanede kalmasının gerektiğini anlattı onlara. Ve kendisinin de bu süre içinde şehirde kalacağını söyleyince Alex, -Sen buraları hiç merak etme Pietro her bir şeylerle biz ilgileniriz...dedi ve cebinden çıkardığı ve içinde bir miktar para olan bir zarfı, -Belki ihtiyacınız olur diye kasaba halkımızın arasında topladığı küçük bir katkı olarak bunu al Pietro... diyerek uzattı. Kasaba doktoru Vladimir, Anastasia’nın hastalığının çok ağır olduğunu anlamış ve -Yanılmış olmayı isterim... Ama teşhisimde haklıysam Anastasia’nın günleri sayılı. Sanırım bir daha onu aramızda göremeyeceğiz. Şimdi hepimiz Pietro’nun yanında yer almalıyız... diyerek, anlatmıştı. Bunu öğrenen kasaba halkı kendi arasında para toplayarak eşinin rahatsızlığı sona erene kadar şehirde kalacak olan Pietro’ya yardımcı olmak istemişlerdi. Zarfı eline alan Pietro gözlerini hemen doktora çevirdi ve ona sadece “Dün gece ki yardımların için teşekkürler Vladimir” dedi. Ve oturduğu sandalyeden kalkarak arkasındaki lavaboya yöneldi. Alex, o an sürekli tebessüm halinde olan Pietro’nun yüzünün artık şekil değiştirmiş olduğunu gördü. Onun yüzünde ilk kez hüznü gördüğünde, insanın bir günde bu kadar değişebileceğine ilk kez şahit olduğunu düşündü. Ve Pietro’yu rahatsız etmemek için birlikte geldikleri kişilere dönerek, -Biz kalkalım artık... Dedi. Çünkü Pietro ağlamak istediğini hissetti. “Bazen ağlamak iyidir. En güzeli de yalnız başına yapılanıdır.Ağla Pietro ağla!.. Ağlamak, yüreğinin pasını alır” dedi, içinden. Lavabonun önünde salona arkası dönük bir vaziyette için için ağlayan Pietro’ya -Sabah görüşürüz canım kardeşim... Dedi. Kapıdan çıkmakta olan diğerlerinin hepsinin dışarıya çıkmasının ardından, son olarak da kendisi dışarı çıktı ve kapıyı çekti. 13 Uzun süredir kafasını lavabonun ortasındaki deliğe bakar vaziyette öne eğik olarak tutan Pietro birden kafasını lavabonun üstündeki pencereye doğru kaldırdı. Çünkü pencerede bir tıkırtı duymuştu. Pencerenin önünde duran “Çocuklarım” dediği güvercinlerdi bu sesi çıkaranlar. Hemen, çok az açık vaziyette duran pencereyi sonuna kadar açtı. Hızla içeri dalan güvercinler evin içinde uçmaya başladılar sevgiyle!.. Başının üstünde çılgıncasına dönen güvercinlere baktığında, sadece “İyi ki varsınız” dedi ve yüzüne yeniden tebessüm geldi. Onun yüzünde yeniden tebessümü gören güvercinler uçmayı keserek omuzlarına kondular ve gagalarını yanaklarına sürttüler!.. -Tamam çocuklarım benim. Bu öpücüğünüzü yarın annenize götüreceğim... Hadi bakalım geçin karşıdaki annenizin sandalyesine, sizinle konuşacaklarım var... Dediğinde, güvercinler hemen uçarak karşıdaki sandalyenin üstüne kondular ve onun anlatacaklarını beklemeye koyuldular!.. Gözlerini onlara dikti ve biraz durduktan sonra başladı onlarla konuşmaya; -Anastasia ve Pietro, çocuklarım benim!.. Biz, size her şeyi öğrettik. Artık kendi ayaklarınızın üzerinde durabilecek, ya da kendi kanatlarınızla uçabilecek durumdasınız. Anneniz çok hasta. Benim sonsuza kadar onun yanında olmam lazım. Çünkü, ‘bizi ölüm bile ayıramaz’ sözümüz vardı birbirimize. Ben askerden döndükten sonra ilk kez bu gece ayrıldık birbirimizden. Yarın tekrar annenizin yanına gideceğim. Ve sonsuza kadar onun yanında bulunacağım. Alex size her gün yiyecek verecektir. Ama, artık kendi başınıza da yiyecek bulmayı öğrenmelisiniz. Çünkü kimse kimseye sonsuza kadar bakamaz; anne-baba ve gerçek sevgilinin dışında hiç kimse bakmaz, bakamaz. İlerde sizlerde evleneceksiniz. Ve inanıyorum ki çok da mutlu olacaksınız. Çünkü bizler sizleri, sevgiyle büyüttük. Sadece sevgiyle. Her kim ki sevgiyle büyütülürse, ömür boyu mutlu olur. Bizim olduğumuz gibi!.. Sizin olacağınız gibi!.. Herkesi, her şeyi sevin diye bir telkinde bulunmayacağım size. Çünkü sizler zaten böyle yapacaksınızdır... Dedi ve votkasından bir yudum daha aldıktan sonra devam etti yaptığı konuşmaya; -Şimdi bu söyleyeceklerimi dikkatle dinleyin!.. Eğer annenize bir şey olursa, bilin ki bana da olmuş demektir. Ben onsuz yaşayamam. Biz, bedensel olarak bu dünyadan gitsek de kalbimiz sizinle olacak. Ve adlarımız da sizde yaşayacak. Hadi şimdi yerinize gidip anneniz için dua edin. Çünkü onun buna ihtiyacı var... dedi!.. Gözlerinden süzülen iki damla yaş yanaklarına doğru ilerlerken yerlerinden havalanan güvercinler hemen onun omuzlarına yerleşerek akan göz yaşlarını içtiler. Ve kafalarını boynuna sürtmeye başladılar. Onların bu hareketinden daha da duygulanan Pietro ayağa kalkarak -Lütfen hadi yerinize gidin artık. Biraz yalnız kalmak istiyorum. Dedi. Aldıkları bu komut üzerine tekrar havalanan güvercinler pencereye kondular. Ve onun gözlerine bakarak “Sizi seviyoruz. İyi geceler babacığım” dediler gözleriyle Ardından havalanıp karanlıkta kayboldular!.. 14 O gece; Pietro için, hayatının en çok votkasını içtiği gece oldu!.. İçtikçe ağladı!.. Ağladıkça içti!.. Çok az uyusa da sabahleyin kalktığında kendini çok enerjik ve güçlü hissetti. “Çok enerjik olmalıyım. Aşkımı tekrar sağlığına kavuşturabilmek için elimden geleni yapacağım. Bu kasabaya; öyle ya da böyle gittiğimiz gibi, birlikte geri döneceğiz”... Dedi kendi kendine... Kapıdan çıkarak Alex’in evine gitti. Onunla yapılacakları konuştuktan sonra, güvercinlerin yanına yöneldi. Ahırın kapısını açtığında güvercinler yuvasında oturur vaziyette ona bakıyorlardı. Onların yanına giderek ikisini de öptü ve ellerine alarak kalbinin üstüne yasladı. Sonra aniden havaya fırlattığında güvercinler beklemedikleri bu eyleme, yaratılışları gereği hemen adapte olarak kanat çırpmaya başladılar ve tekrar yuvalarına döndüler. Pietro onlara iyice yaklaştı ve “Bizi bekleyin evlatlarım. Ben annenizi almaya gidiyorum” diyerek dışarı çıkmak üzere kapıya yöneldiğinde güvercinler hemen uçarak gelip omuzlarına kondular. O halde birlikte dışarı çıktılar. Gökyüzünde minicik bir bulut dahi olmadığını gören Pietro güvercinlere -Hadi uçun özgürlüğünüze, uçun gerçek evinize... dedi. Onlar ise bu komutu duyduktan sonra hemen havalandılar. Ama bu kez onu dinlemeyerek doğrudan yuvalarına döndüler. Onların yuvalarına olan bu düşkünlüğüne sevinen Pietro gülümsedi ve şehre gitmek üzere yola çıktı. iki hafta sonra Alex şehre, onları ziyarete gittiğinde, Anastasia’yla görüşemedi. Pietro ise düşünceli ve endişeli halini gizlemeye çalışıyordu ama “Yarım asırlık arkadaşım” dediği Alex’in gözlerinden kaçmamıştı onun bu hali. Alex iki gün sonra tekrar şehir hastanesinden içeri girerken yanında küçük bir çanta dolusu para vardı. Pietro, hastane masraflarını karşılayabilmek için, evini ve arazisini kasabanın en zengin adamı Anton’a ipotek etmişti. 15 2 ay kadar sonra bir gece... Yatağındaki uykusuna henüz yeni başlamış olan Alex, aniden gözlerini açtı. Duyduğu sese inanamadı. Önce rüya sandığı bu sesin, gerçek olduğunu anlamasıyla yataktan kalkması bir oldu. Havlama özürlü diye bilinen köpeği Zemleniçka; sadece havlamakla kalmıyor aynı zamanda uluyordu da!.. Merdivenden aşağıya doğru inerken köpeğinin kapıyı tırmaladığını gören Alex hızla kapıya doğru yürüdü. Dışarıda önemli bir gariplik olduğunu hemen anladı ve kapının yan tarafında asılı duran feneri alıp, fitilini yaktıktan sonra köpeğine “Neymiş seni yıllar sonra havlatan şey? Gidip bakalım” diyerek kapıyı açtığında dışarı fırlayan Zemleniçka hızla Pietro’nun ahırına doğru yöneldi. Köpeği izleyen Alex, ahırın giriş kapısının tokmağına ulaşmak için sıçrayan köpeğine “Tamam kızım bir dakika. Kenara çekil de açayım kapıyı” dedi. Bunu duyan köpek, hemen arka ayaklarının üzerinde yere çöktü. Sahibinin kapıyı açmaya başladığında ise bulduğu ilk aralıktan ahırın içine daldı ve samanlara sapından dikine saplanmış vaziyette duran dirgenin yanına gelerek tekrar ulumaya başladı. Alex içeriyi daha net görebilmek için karanlığa doğru uzattığı elindeki feneri biraz daha yukarıya doğru kaldırdığında gördüğü şeyin yarattığı etkiyle gevşeyen elindeki fener parmaklarından yere düştü. Alex, ellerini ağzına götürdü ve sadece “Aman Allahım!!! Olamaz!!!” dedi. Olduğu yere çöken Alex, gözlerinden akan yaşlarla birlikte “İyi uykular Anastasia, İyi uykular Pietro...” dedi. Tekrar ayağa kalkarak yerde yatık vaziyette sönmek üzere olan feneri eline aldı ve güvercinlerin yuvasının kenarındaki çiviye astı. Dirgenin uçlarına yaptıkları intihar düşüşüyle tam göğsünden saplanmış vaziyette duran ve hala kanları damlayan iki beyaz güvercini yavaşça oradan çıkardı. Onların cansız bedenlerini tekrar yuvalarına koyan Alex onlara bakarak “Rahat uyuyun çocuklar, yarın ailenize kavuşacaksınız” diyerek duvarda asılı feneri alıp, köpeğiyle oradan ayrıldı. Hemen atına atlayarak, kasabanın içlerine doğru yöneldi. Meydana geldiğinde yanındaki tüfeğini üç kez ateşledi. Acil durum olduğunun habercisi olan bu sesleri duyan kasaba evlerinde teker teker ışıklar yanmaya başladı. Az sonra yeterli sayıda insanın meydanda toplandığı kanısına varan Alex, -Haydi şehre gidiyoruz. Anastasia ve Pietro’yu kaybettik. Onlara karşı son görevimizi yapalım arkadaşlar... dedi. Şaşkın bakışlarla Vladimir, -Sen nasıl öğrendin bu saatte Alex? diye sorduğunda -Çocukları söyledi... Hem de kanlarıyla, canlarıyla söylediler... Dedi. Bu açıklamaya kasaba halkı çok üzüldü. İçleri burkuldu. Çünkü Anastasia ve Pietro’nun, güvercinlerine “Çocuklarımız” dediğini bilmeyen yoktu kasabada!.. 16 Pietro, güvercinlerine verdiği sözü tutmuş anneleriyle birlikte geri dönmüştü. Güvercinler de birbirlerine “Sizi, bizden ölüm bile ayıramayacak, asla ayrılmayacağız” şeklinde verdikleri sözü tutmuşlar, aileleriyle birlikte sonsuzluğa uçmuşlardı... İki gün sonra, Anastasia ve Pietro, kalplerinin üzerine yerleştirilen çocuklarıyla birlikte sonsuzluğa uğurlandı. O gündür bu gündür her 1 Eylül günü, o iki mezarın üstünde birer tane küçük zeytin dalı görüldüğü söylenir. En yakın zeytin ağacının binlerce kilometre uzakta olmasına rağmen o zeytin dallarının kim tarafından bırakıldığını ise halen kimseler bilmez... 17 Hiç sesini çıkarmadan annesinin anlattığı öyküyü dinleyen Çuvstva, annesinin şaşkın bakışları altında, aniden fırlayarak havalandı. Bütün gücüyle gökyüzüne tırmanıyordu!.. “Göğün ta kalbine, içine, en içine ulaşmak istiyorum” diyordu içinden!.. Ne kadar süredir uçtuğunu, nereye uçtuğunu bilmiyordu ama gideceği yerde onları göreceğine inanıyordu. Bir ara aşağıya doğru baktığında yeryüzünün bembeyaz bir tabakayla kaplanmış olduğunu görünce, “İşte bulutların üstündeyim!..”... “Ama onlar neredeler? Hani, canlılar ölünce ruhları bulutların üstüne çıkardı?” diye, içinden geçirirken uzaklardan kendine doğru iki güvercinin gelmekte olduğunu gördü ve sevinçle “İşte Onlar!” diye, bağırarak onlara doğru uçmaya başladı!.. “Gerçektiler işte!.. Yaşıyorlar işte!..” dedi, sevinçle... Bembeyaz renkteki güvercinlerin yanına vardığında, bu kez onların uçuş istikameti yönünde, yanlarında uçarak konuşmaya başladı. -Siz!.. Evet Siz!.. Anastasia ve Pietro!.. Biliyordum sizinle karşılaşacağımı!.. dediğinde güvercinlerden erkek olanı -Hayır!.. Bizler, onlar değiliz!.. Bizler isimsiz güvercinleriz!.. Ayaklarımızda taşıdığımız şu zeytin dallarını onların mezarlarına bıraktıktan sonra Anastasia ve Pietro isimlerini alacağız!..dedi. -Peki ama?!? Ama?!? Ama benim annemin adı da Anastasia?!? Dedi şaşkınlıkla Çuvstva... Erkek güvercin ise onun bu söylediği karşısında sevinçle, -Bu harika bir şey!.. Onunla gurur duymalısın!.. Öyle bir annenin çocuğu olduğun için ne kadar övünsen azdır!.. Senin annen zamanında de bizim şu an yapmakta olduğumuz işi yapmak için seçilmiş ve görevini başarıyla yapmış olmalı ki o ismi almış!..dedi. -Ama benim annemin tüylerinin rengi sizinki gibi beyaz değil? -Bu daha da güzel bir şey!.. Çünkü, bu kutsal iş için bizim türümüz dışında bir güvercin seçilmişse, bu seçim onun büyüklüğünün göstergesidir. -Peki siz nereden geliyorsunuz? -Nereden geldiğimiz değil, nereye gittiğimiz önemlidir!.. -Neden sizler seçildiniz bu iş için? -Her dişi güvercin bu kutsal iş için yavru yapmak ister ama bu çok az anneye nasip olur. Çünkü bu iş için yaratılacak güvercinin hangisi olacağı, daha yumurta bırakılmadan birkaç gün önce anne güvercinin rüyasında kendisine söylenir Anastasia ve Pietro’nun ruhları tarafından. -İnanamıyorum!.. Ne müthiş bir şey bu!..Hayatımın ilk uçuşunu bugün yapıyorum ve bulutların üstüne çıkıyorum!.. Bir de sizlerle karşılaşıyorum!.. diyen Çuvstva’ya isimsiz güvercin; -Hadi artık, lütfen geri dön annen seni merak etmesin!.. Vedalaşarak ayrıldıklarında, erkek güvercin, birlikte uçtuğu dişi güvercine, -İki yıl sonra, bu görevi gerçekleştirecek güvercinlerden birini dünyaya getirecek anneyle karşılaştık sonunda!..dedi. Dişi güvercin de gülerek, -Şaşırdın mı? Bu karşılaşma zaten olacaktı!.. Neden gideceğimiz yer bize o kadar yakınken tüm dünyayı dolaşıyoruz, unuttun mu?.. İki yıl sonraki yavruları dünyaya getirecek ikinci anneyi aradığımızı bilmiyor musun? Hayatının ilk uçuşunu bulutların üstüne çıkarak yapan dişi güvercinleri aradığımızı unuttun mu? dediğinde, Çuvstva çoktan gözden kaybolmuştu bile!.. Çuvstva, soluk soluğa yuvaya dönüp de hararetli bir şekilde annesine yaşadıklarını anlattığında, annesi; “Allah’ıma şükürler olsun!.. Kızım!.. Çuvstvam iki yıl sonra bu kutsal işi yapacak çocuğun annesi olacak!.. İki kuşak sonra da aynı kutsal görev için görevlendirilen bir ailenin mensubu olma şerefini bana yaşattığınız için sana minnettarım Anastasia, sana minnetarım Pietro!” dedi, içinden. Çuvstva, -Peki anneciğim, sence ben de bu kutsal görev için çocuk yapabilir miyim?.. diye sorduğunda, içine mutluluk yaşları aktığından kendinde daha fazla konuşabilecek gücün kalmadığını hisseden Anastasia, -Ben biraz dolaşacağım, sonra konuşuruz, haydi sen dinlen biraz... dedi ve hızla havalandı... 18 Çuvstva, o hafta tanıştığı erkek arkadaşı Heorhiy’le hayatını birleştirerek, elbirliğiyle kurdukları kendi yuvalarına yerleşti. Ailesiyle çok sık görüşmez olmuşlardı artık!.. Çünkü, O da bir yuva kurmuştu ve sürekli eşiyle birlikte yiyecek bulmaya çıkıyordu. Günler, günleri kovaladı ve o kutsal görevin gerçekleşeceği gece geldiğinde, uykusundan irkilerek uyanan Çuvstva, hızla yuvadan fırladı ve gecenin karanlığına aldırmadan Opera Binası’nın önündeki ana caddeye doğru uçmaya başladı!.. Gördüğü rüyanın yönlendirmesiyle uçan Çuvstva, Opera Binası’nın önündeki sarı-mavi parke taşlardan yapılmış kaldırımın asfaltla birleştiği kenarda sayılı nefesini tüketmekte olan annesinin yanına konarak, -Ne oldu sana anne? Neden yaptın bunu? Neden? Ne olur ölme? Lütfen ölme anneciğim? Lütfen?.. diye yalvarmaya başladı. Kendisini yoldan geçmekte olan bir arabanın önüne atarak intihar uçuşunu gerçekleştiren Anastasia, Çuvstva’ya gülen gözlerle bakarak, -Sana, Anastasia ve Pietro’nun öyküsünü anlatmıştım kızım, Hatırladın mı? -Evet anne hiç unutur muyum!.. Ama anlamıyorum anneciğim, neden yaptın bunu? Neden?.. Çuvstva’ya son bir kez daha baktı gülen gözlerle ve -O zamandan beri, biz güvercinlerin dünyasında hiçbir zaman iki tane Anastasia ve iki tane Pietro olmadı ve olmayacak da!.. Ve bizim dünyamızda, O isimleri hak eden kişiler birbirleriyle hiç evlenmediler ve sonsuza dek evlenmeyeceklerdir. Çünkü onlar iki kardeştiler ve hep öyle kalacaklardır!.. Ben, Anastasia ismini hak eden yeni Anastasia’nın yaşaması için değil, inançlarımız için ölüyorum. Zamanı geldiğinde O da bunu yapmaktan kaçınmayacaktır. Çünkü bizler, yaşamak için değil inançlarımızı yaşatmak için yaratılmışızdır!.. Ve son olarak bizler, inandığımız şey uğruna ölmekle, ölmüş olmuyor, aksine ‘sonsuzluğa’ ulaşıyoruz!.. dedi, ve gözlerini kapattı!.. 19 Birden, Anastasia’nın cansız bedeninin üzerinde beyaz bir ışık oluştu. Ve bu ışık hızla Anastasia’nın vücudunun şeklini alarak bembeyaz bir güvercine dönüştü. Aynı anda gecenin karanlığı yarıp gelen bembeyaz bir erkek güvercin belirdi, gökyüzünde. “Haydi kardeşim gidiyoruz” dedi, gökyüzünden gelen ışıktan oluşmuş güvercin. “Geliyorum Pietro” dedi, Anastasia. Yerden bir metre kadar yükselen Anastasia, Çuvstva’ya dönerek, “Beni sonsuza dek kaybetmek istemiyorsan, arkamdan ağlama. ‘Olması gerekenler oldu; aynı, bundan sonra olması gerekenlerin olacağı gibi,’ diye düşün. Gurur, hak edenlerindir. Önünde, hak edeceğin bir gurur seni bekliyor. Haydi kanat çırp gururuna. Anastasia, kızına "Seni seviyorum." dedi ve Pietro’yla birlikte karanlığın uçsuzluğuna doğru yöneldi. Çuvstva ise annesinin ardından sadece iki kelime söyleyebildi; “Ben de seni..." O.L.Boya
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Orkun Levent BOYA, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |