"...öyküyü yazan bilge, beşinci ya da altıncı göbekten kral torunu olduğumu ortaya çıkaracak şekilde belirleyebilir soyumu." -Cervantes, Don Quijote |
|
||||||||||
|
“ Ne oldu, neden öyle bakıyorsun?” İlk soru kertenkeleden geldi. Çocuk gözlerini fal taşı gibi açarak var gücüyle evin içinde işleriyle meşgul olan annesine seslendi. “Anne, burada benimle konuşan bir… bir…. bir şey var. Çabuk gel!” Annesi içeriden seslendi: “Efendim tatlım? Kim konuşuyor, sakın tanımadığın kimselerle konuşma. Bahçeden dışarı çıkma, olur mu hayatım?” “ Bana “şey” diye hitap edilmesinden hoşlanmam insancık. Benim soylu bir geçmişim var, ben sürüngenimsi ırkın temsilcilerindenim. Bana kertenkele diyorlar, ama ben bundan çok daha fazlasıyım. Anlaşıldı mı?” “Kertenkele sen misin? Neden yerlerde sürünüyorsun, ayağa kalksana!” Başını yerden hafifçe kaldıran kertenkele gözlerini kısarak sinirlendiğini belli eden bir ifadeyle: “Kalktığım gün de gelecek insancık. Yakında görürsün…” dedi. O sırada sırtında yüküyle oradan geçmekte olan karınca söze karıştı: “Lütfen, dostum. Yine o eski hikayeyi anlatmaya başlama. Bazı şeyler değişti ve sen bunu artık kabul etmelisin. Bu dünyanın sahibi artık insanoğulları, siz değilsiniz. Bunu anlamalısın.” Çocuk şaşkın bir şekilde kertenkeleyle karınca arasındaki sohbeti dinliyordu. “ Bak karınca, benim bunu kabul etmem mümkün değil. Bu küçük insancığın bazı gerçeklerden haberdar olarak büyümesi gerekir. Bu gezegeni kimlerle paylaşıyor olduğunu bilmeli. Bana bak insancık, sana bu gezegenle ve biz sürüngenlerle ilgili neler anlatıldı bilmiyorum. Ama hikayeyi bir de benim ağzımdan dinlemelisin.” Çocuğun yeni oyun arkadaşlarına kanı hemen ısınmıştı. Çimenlerin üzerine, taşın hemen önüne ellerini çenesinin altına yerleştirip gözlerini kertenkelenin kısık gözlerine dikerek uzandı ve sürüngenin anlatacaklarını merakla dinlemeye başladı. Kertenkele, son derece mağrur bir hareketle kuyruğunu sanki bir padişahın pelerinini savurması gibi yan tarafına alarak gözlerini uzak bir noktaya dikti, ve anlatmaya başladı. “Mavi gezegen… İçinde bulunduğu sonsuz uzay boşluğunda herkesin gözünün üstünde olduğu bir gezegen. Bu her zaman böyleydi, hala da böyle… Yemyeşil ormanlar, masmavi sular, ılıman mevsimler, yıldızlı geceler, ışıltılı sabahlar. Daha ne olsun? Bu muhteşem gezegenin ilk sahipleri zeki memeliler grubundan balina ve yunusların karada yaşayan ilk atalarıydı.” Bakışlarını tekrar çocuğun gözlerine dikti ve ekledi: “Dikkatini tekrar çekiyorum, karada yaşayan ataları dedim. O zamanlar bu ikisi tıpkı şimdi siz insanların yürüdüğü gibi iki ayakları üstünde yürüyorlardı.” Yeniden bakışlarını uzak noktaya yönlendirdi ve devam etti: “Bu memeli grubu tarımla uğraşıyor ve dünya üzerindeki gıda gereksinimini karşılama görevini yerine getiriyorlardı. Tabiî ki dünya üzerinde yaşayan tek canlı onlar değildi. Onlardan başka Orion takım yıldızının Bellatriks Sisteminden gelen dinozor grubu ile Sagittarius takım yıldızından gelen bizler yani sürüngen grubu da dünyada yaşayan diğer zeki varlıklardık. Burayı iyi anla insancık. Çünkü o zamanlarda sizin türünüz ortada yoktu. Bu gezegenin tek sahibi bizlerdik.” Karınca çarpık bir gülümseme ifadesiyle söze karıştı: “Tabi şunu da hemen ekleyelim, bu sürüngen ırkının maalesef kötü bir özellikleri vardı: Dünya üzerinde kendilerinden başka hiçbir fiziksel varlığın yaşamalarını istemiyorlardı.” “Ne var bunda, şimdi de insanoğlu gezegeni kimseyle paylaşmak istemiyor. Neyse ben devam edeyim. Bu sırada Vega takım yıldızında yaşayan Vega’lılar okyanuslarda yaşayan primatlar üzerinde bir takım genetik değişiklikler yaparak Vega İnsanı dedikleri ilk insan türünü hayata geçirmişlerdi. Amaçları bu insan varlığını dünya gezegenine göndermek ve insan ırkının bu gezegende yayılmasını sağlamaktı. Başka ne gibi bir amaçları vardı bilinmez, ama biz Sürüngen ırkının huzurunu kaçırmak istedikleri açık.” Karınca yine söz aldı: “Böylece sürüngen ırk, insan ırkına düşman kesildi ve dünyayı bu akıllı yaratıklarla paylaşmak istemedikleri için iki tür arasında şiddetli savaşlar başladı. Füzyon bombaları patlatıldı, şiddetli çatışmalar oldu. Yunus ve balinalardan oluşan kara memelilerinin ve uzay hiyerarşisindeki diğer gezegenlerin yardımlarıyla sürüngen ve dinozor grubunun büyük bölümü yok edildi.” Kertenkele gözlerinde hüzünlü bir bakış ile devam etti: “Evet, çok büyük bir katliam yapıldı. Bu katliamdan kaçıp kurtulan atalarımdan bir bölümü Maldek adındaki, Jüpiter ile Mars arasında bulunan bir gezegene yerleştiler. Diğer bir bölümü ise Pegasus takım yıldızına kaçtı. Bu arada yunus ve balina kara memelileri ise karayı insan ırkına bırakarak yaşamak için denizlere indiler. Yani bugün bildiğin denizde yaşayan yunuslar ve balinalar insanlara bundan böyle denizden yardım edeceklerdi.” Çocuk, yüzünde şaşkın bir ifadeyle ve takip etmekte zorlandığını belli eden gözleri bir karıncaya, bir kertenkeleye gidip gelerek dinlemeye devam ediyordu. Kertenkele bakışlarını çocuğun gözlerine dikti. Yine gözleri kısılmıştı ve düşmanca bakan bir ifadeyle anlatmaya devam etti: “Böylece dünya üzerinde egemen olan tek bir ırk kaldı: İnsan ırkı. Yani seninkiler, insancık. Ataların yavaş yavaş tüm gezegene yayılmaya başladı ve yeni bir uygarlık kurdular. Bugün Pasifik Okyanusu olarak bilinen yerde Lemurya ya da diğer adıyla Mu adı verilen Vega / Sirius tipi bir uygarlıktı bu.” Çocuk sordu: “Peki senin kaçan atalarına ne oldu, onlar neredeler?” “ Maldek gezegenine kaçan atalarım bu gezegeni ileri teknolojik silahlarla donattılar. Dünyayı yeniden ele geçirme amacından hiç vazgeçmediler. Maldek’in Dünya yörüngesine en çok yaklaştığı zamanı ayarlayarak saldırıya geçtiler. İki gezegen arasında nükleer silahlar kullanıldı. Sen bilir misin nükleer silahların ne olduğunu insancık? Her iki gezegenden de muazzam büyüklükte parçalar koptu. Öyle büyük parçalar ki bu parçalardan biri Ay’dı mesela.” “Ay dede mi koptu?” Soruyu duymazdan gelen kertenkele heyecanla anlatmayı sürdürdü: “Dünyadan kopan diğer parçalar ile Maldek’ten kopan parçalar karışarak bir astreoit kuşağı meydana getirdi. Astreoit kuşağı nedir diye sorma sakın, okula başlayınca öğrenirsin. Galaktik Federasyon dediğimiz uzay hiyerarşik düzenindeki diğer gezegen ve yıldızların ortak kararlarıyla Maldek ile Dünya gezegeni arasında geçen bu şiddetli savaşın tekrarlanmaması için Maldek’in yörüngesi değiştirildi. Ay, Dünyanın uydusu olacak şekilde yörüngesi yeniden düzenlendi ve Dünya gezegenini atalarıma yani sürüngen ırk tehlikesine karşı gözlemek ve korumakla görevli bir uygarlık Ay üzerine yerleştirildi.” Kertenkele derin bir iç geçirdi. “ İnsanoğlu bizi dünyadan gönderdi, ama kendi içinde asla huzur bulamadı işte. Birçok uygarlık kurdu ataların insancık, ama şu koskoca gezegeni kendi türüyle bile paylaşamadı, hep savaşlar yaptı kendi içinde. Tabi o zamanın savaşları senin şimdi anlayamayacağın güçte füzyon ve nükleer silahlarla yapılan savaşlardı. Hatta yine bu savaşlardan biri sırasında Dünya atmosferini tehlikeli radyasyonlardan koruyan kristalize suyu içinde barındıran Gökkubbe yıkıldı da Dünya gezegeni 40 gün - 40 gece süren yağmur ve tufanlar altında kaldı. Tabi bu felaketlerden sonra hem insan ırkının boyları ve yaşam süreleri kısaldı, hem de biz sürüngenler minyatür ölçülere sahip olduk.” Kertenkele hikayesini bitirdiğini belli eden çevik bir hareketle kuyruğunu tekrar arkaya aldı. “Gün gelecek tekrar bu gezegenin sahipleri olacağız insancık. Bunu hiç aklından çıkarma.” diyerek başını çevirdi ve hızlı hareketlerle taşın öte yanına geçerek gözden kayboldu. Çocuk ellerini çenesinden indirip uzandığı yerden ayağa kalktı. Üstündeki toprakları küçük eleriyle silkeledi ve merdivenlerden çıkarak evine girdi. Akşam terasta ailece yemek yedikleri sırada ufaklık oturduğu sandalyeden fırladı ve eliyle gökyüzünde bir ışık topu gibi asılı duran Ay’ı gösterdi ve seslendi: “Ay dedeyi bile kopardılar. Ben artık savaşlar olsun istemiyorum. Ben tüm insanlarla ve tüm galaktik uygarlıklarla bu gezegeni paylaşabileceğimizi düşünüyorum. Artık düşmanlık kalksın, yunuslarla balinalar tekrar sudan çıkıp aramızda yaşamaya başlasınlar. Bu gezegen çok güzel, bu güzelliği neden paylaşmayı bilmiyoruz? Ben füzyon istemiyorum, ben nükleer istemiyorum, parçalar kopsun istemiyorum artık. Tamam mı?” Annesiyle babası yedikleri lokmaları ağızlarında unutmuş, çocuğun birdenbire söylediği bu akıl dolu cümlelerle şaşkına dönmüşlerdi. Önce birbirlerine, sonra ufaklığa baktılar ve sakince “Tamam” diyebildiler. Çocuk tekrar sandalyesine oturdu, büyük bir iştahla yemeğe koyuldu. …Gökyüzünde neşeli bir hareketlilik… yıldızlar yanıyor, yıldızlar sönüyor… Ay dedenin donuk yüzünde bir tebessüm beliriyor. Bu gece çocuk kalbinden gelen sevgi çağrısı geceyi ve yarınları aydınlatıyor…
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Şebnem Pişkin, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |