"Bir kitabın kaderi okuyanın zekasına bağlıdır." -Latin Atasözü |
|
||||||||||
|
Sayısını öngöremeyeceğim kadar sayıda kitap okudum. Fakat bunların içinde biri var ki beni derinden etkiledi. Bu kitabın adı Italo Calvino’nun “Atalarımız” adlı üçlemesidir.. Sanmayın ki bu kitap çok satanlar arasındadır. Hayır, pek az satanlar arasındadır. Fakat bir kitapçı olarak şunu belirtmek zorundayım ki; ülkemizde iyi kitaplar hep az satar. İşte bakınız gazetelere, benzer durumu orada görebilirsiniz. Kitabın yazarı Calvino, 1923 Küba doğumlu, iki yaşında ailesi ile İtalya’ya döner. Anne babası, kültür, özelikle bilimsel kültür düzeyi yüksek bir ailedendi. İki bilimci, çocuklarına ulusalcı çağrışımlar yapan Italo adını uzaklardaki ülkesini unutmasın dileğiyle vermişlerdi. İtalya da faşizmin tırmanarak yerleştiği, özgürlüklerin kısıtlanıp sömürgecili sevdasının körüklendiği, rejimle kilisenin uzlaştığı yıllarda yazar, herhangi bir dinsel eğitim almadan, vijdan özgürlüğüne ve bilimsel düşünceye saygıyla yetiştirildi. Savaş sırasında, On altı yaşında kardeşiyle birlikte direniş hareketine katıldı. Yayıncılık, gazetecilik, komünist parti yöneticiliği yanında İtalyan kültürünün en önemli adları arasına girdi. 1985 ‘de, geçirdiği beyin kanaması sonucunda vefat etti. Calvino, yazdığı üç anlatıyla dünya çapında adını duyurur: “Atalarımız” üçlemesi, bir bütünlük oluşturur: ‘İkiye Bölünen Vikont’, ‘Ağaca Tüneyen Baron’ ve son halkası da ‘Varolmayan Şövalye’dir. Yazar romanının neden yazdığını şu cümlelerle ortaya koyuyor: ” Bugün içinde yaşadığımız dünya, başkalarına kıyasla hiçbir özelliği bulunmayan kimselerin, en ufak bireysellikten bile yoksun bırakılmış, giderek önceden saptanmış bir soyut davranışlar toplamına dönüşmüş kişilerin dünyası. Günümüzde sorun artık insanın benliğinin bir bölümünü yitirmesi değil, tümü yitirmesi, hepten yokolması.” Varolmayan Şövalye’nin kahramanı Agilulfo, çok yiğit ve söylu bir şövalye olmakla beraber, tek bir kusuru vardır; varolmamaktır. Daha doğrusu parlak, gösterişli bir zırhtan ibarettir, ama ne yazık ki zırhın içi boştur. Soğuk bir zırha bürünmüş, korkusuz, idealler olan, ama bir boşluktan ve bilinç varlığından başka bir şey olmayan Agilulfo ile karşı karşıyayızdır. Onun başka bir kahramanı ise bedensel varlığa sahip, ama akıldan yoksun Gurdulu’dur. Biri bedensel varlıktan, diğeri bilinçten yoksun bu iki kahraman aslında varolan ile varolmayanın çatışmasıdır. Çevremizdeki her insanın, kendimizin dahi yüzünde, Calvino’nun “Atalarımız” dediği bu kahramanların izleri saklıdır. Calvino romanın sonunu şöyle anlatır: “Bu arada, anlatı ilerledikçe, öykünün tüm kişilerinin nasıl birbirlerine benzediklerini fark ediyordum. Hepsi aynı kaygı ve korkuların etkisi altında kımıldanıyorlardı ve rahibe, kaz tüyü kalem, benim dolmakalemim, ben kendim ve aynı kişiydik, anı şey, aynı kaygı, aynı doyumsuz arayıştık.” Ortaçağın mükemmel insanını simgeleyen şövalye, efendisi imparatora onur bağıyla bağlı, apayrı bir ahlak anlayışına uyması, disiplinli, dürüst, saygılı, zayıfları koruması, ömrünü din ülküsü uğruna savaşa adamış bir kahramandı. Şövalyelik, çağına egemen olan Kilisenin etkisiyle bir tür dinsel tarikata dönüşür. İşte kitaptan derlediğimiz kimi alıntılar: “Yıldızlar ve aydede iki düşman otağın üzerinden sessizce kayıp gider. İnsan hiçbir yerde ordudaki kadar rahat uyuyamaz.” “Ey ölü, sen benim asla sahip olmadığım ve olamayacağım şeye sahipsin. İşte bu bedene. Aslında sahip değilsin: sen bu bedensin… “ ”Biraz savaş alanlarında, vuruşmalar, aşklar arasında at koştururum, biraz manastıra kapanıp başımdan geçen öyküleri düşünür, kağıda geçiririm, anlamak için.” BİR BAŞKA AÇIDAN BUGÜN… Ben, 93 -95 yıllarında, terörün azmanlaştığı bir dönemde iki yılın üzerinde bir süre, Hakkari’de görev yaptım. Son günlerdeki şu meşhur açılım konusunda, düşüncelerimi yazmasam deli olurum. Bunu bir hak olarak da görüyorum kendimde. O bölgede, nice fidan gibi delikanlıların şehit oluşlarının da tanığıyım. En yakınımdaki kimi arkadaşlarımın da dal gibi devrilip yokoluşlarının acısı, dün gibi hep yüreğimde taşıyorum. Sanki bu memlekette etnik kinliğinden dolayı mağdur durumda olan varmış gibi, son günlerde bir açılım sözü ayyuka çıktı. Gündemde ki konu, bir meselenin çözümü olarak açılımın değil, şeriatın ayak sesleri olduğunu bal gibi ortaya koyuyor. Baksanızı hiç dillerinin altındaki baklayı, açığa çıkarıyorlar mı? Ne dedikleri anlaşılıyor mu? Kürt meselesiymiş, demokratik açılımmış, sanki bu memleketin başka meselesi yokmuş gibi. Terör sorunu deseler hadi aklım yatar. Terörün kimlikle ne alakası var. Hadi, çözün işsizliği, önleyin yoksulluğu. Güldürün insanların yüzünü. Konut sorunu, eğitim sorunu, sağlık sorunu. Sanki bunların hepsi çözüldü. Bunlar çözülürse ne terör kalır ne anarşi. Halkın derdi, sorunu başka, bunların ki hep başka. Bunlar da her yol şeriat istikametinde gelişiyor. Düşündükleri, düşlerindeki ideolojiyi hayata geçirmek. İnternette dolaşırken, Ahmet Nesin’in “İslam ve Kürt Açılımı” başlıklı yazısı gözüme ilişti. Okuyucularla paylaşmak istedim. Oldukça da kısalttım… “Kürt sorununun çözümünde din konusunu takip edebildiğim kadarıyla ilk olarak Ahmet Taşgetiren yazdı. Ahmet Taşgetiren bu konuyu yazarken CHP ve askerin de konuya İslami açıdan bakmalarını öneriyor. “Benim söz konusu yazım, askere ve CHP'ye "İslam'ın Türkiye için stratejik anlamını yeniden müzakere çağrısı" niteliğindeydi. Toplumun Müslüman karakterini en çok gözardı ettiği farz edilen iki kuruma biz "İslam'ı yeniden değerlendirin" çağrısı yapmış oluyoruz.” diye yazıyor. Bence AKP ve AKP taraftarlarının Kürt açılımı konusunda yaptıkları en net açılım bu. Net olduğu kadar da tehlikeli. Bu yazılanlar tek kalemde şeriatın istenmesidir, bunun başka açıklaması yoktur. Kürt sorununu dinle çözmeye kalktığınız anda zaten TC Anayasası’nı değiştirmeye gerek yok, ülkeyi Kur’an-ı Kerim’le yönetmeye başlarsınız. Olayı Müslümanların birbirlerini öldürmesi kadar basite alırsanız iş çığırından çıkar… Bu tartışmalar şimdilik politik yaşama fazla girmiş gibi gözükmüyor. Ne CHP ne de asker bu konuda henüz bir yanıt vermedi… Askerin böyle bir konuya yanıt vereceğini sanmıyorum, ama verirse de hakkıdır, kimse asker siyaset yapıyor deme hakkına sahip değildir… Erdoğan bugün sene sonuna kadar beklemeyeceklerini söylemiş, uygun olandan başlanacakmış. Ama uygun olanın hangisi olduğu yine açıklanmamış… Kimi arkadaşlarım beni eleştiriyorlar, Erdoğan’ın yaptığının önemli bişey olduğunu, desteklenmesi gerektiğini yada iş bu noktaya geldikten sonra bişeyler yapması için itilmesi ve zorlanması gerektiğini söylüyorlar… Ben aynı kanıda değilim, Erdoğan aynı oyunu oynuyor, kendi parti programında olmayan kimi şeyleri yapacağım havalarına giriyor… AB’nin kriterlerini yasa olarak değiştirirken de aynı şeyi yapmış ve oldukça kalabalık bir aydın kitleyi kandırmıştı. Bunu seçim için yapıyor, bu anlamda yapmayacağını bilmeme karşın bu açılım konusunda Erdoğan’a destek vermek demek parti çalışmasına katılmak demektir.”
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © kemal düz, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |