Yedi iklim dört köşeyi dolandım / Meğer dünya her tarafta bir imiş. -Dadaloğlu |
|
||||||||||
|
İskenderun’la ilgili ne okusam ne duysam hep ilgimi çekiyor. Müjdat Gezen’in, “ Galiba Ben Sanatçıyım” isimli anılar kitabında da İskenderun’a ait birkaç sayfa çıktı karşıma: Anlattıkları pek bir ilginç geldi; hele anlattığı astsubay tiplemesi hiç inandırıcı gelmedi; tebessüm ettirdi bana. Her metnin “abartma” gibi bir özelliğini bildiğimden, bazı bölümleri de yazamamazlık edemedim. Salt gerçek kağıda dökülünce- ayna tutulunca- çoğu zaman edebi bir metin olamıyor. Olduğu gibi aktarmak en doğrusu dedim ve paylaşmak istedim. Amacım İskenderun’dan kimler gelmiş kimler geçmiş biline… İşte Müjdat Gezen’in anlattıkları: “…1964 yılının 27 Nisanı’nda İskenderun Deniz Er Eğitim Alayı’na teslim oldum. Elimde bavulum, bir akşamüstü ilk kez evimden uzaklarda, İskenderun’dayım. Sokakta eski arkadaşım Erdinç Üstün’e rastladım. O da bahriyeli. Askerliği bitmiş, tezkeresini almaya Kasımpaşa’ya dönüyor. Yani ben gelirken o gidiyordu. Ve erken gitti. Erdinç çok sevdiğim bir arkadaşımdı. Akşamüzeri birliğime teslim oldum. Bavulumu yere koydum, yapayalnızım. Tekrar bavula eğildim. Ve bu işi yapamayacağıma karar vererek eve dönmek üzere hareket ediyordum ki omzuma bir el dokundu. Esmer, uzun boylu bir çavuş. “ Merak etme, geçer,” dedi ve beni berbere götürdü. Saçlarım ilk kez önüme düştüğünde ak mı kara mı gördüm. Askerlik başlamıştı. Adnan Başgedikli adlı İstanbullu astsubay beni çağırttı. “Hala sivilsin, şehre in, bir şişe rakı al al gel de kutlayalım,” dedi. Aldım rakıyı geldim, geç saatlere kadar sohbet ettik, onun inanılmaz iyiliklerini gördüm. Askerliğimi hiçbir zaman unutamam. Kimler gelip geçmedi ki o asker arkadaşlığından. Yönetmen Temel Gürsu, Milli Futbolcu Fenerbahçeli Nedim, Baykal Kent, Hayko, Nihat, Haşim yapıcı… Hepsiyle askerlik sonrası da dostluğum sürdü. Ne ilginç bir yerdir asker ocağı. Hani kadınlar hep şikayet ederler ya erkeklerin askerlik muhabbetinden. Haklılar. Çünkü onları ilgilendirecek en ufak bir yanı yoktur askerliğin. İsrail’de öyle olmayabilir. Yazıcılık yapıyorum ve İskenderun Denizgücü takımının oyun kurucusuyum basketbol takımında. Eğitim üç ay sürer, sonunda kurslara dağıtım yaparlar. Ben yazıcı oldum, katip yani. Gölcük’e geldim. Eğitim yaptığım bina 17 Ağustos depremin de yerle bir oldu. Orada kurs gördük ve dağıtım başladı. Beni gene İskenderun Er Eğitim Alayı’na gönderiyorlar. Oysa ben Gölcük Orduevi’nde kalacağımı sanıyorum. “ Gitmem,” diye tutturdum. Babamın pasaportuna kendi fotoğrafımı yapıştırıp yurtdışına kaçacağım, aklıma koydum. Annem babam,” Merak etme, biz bir yerlerden bir şey yapar, seni gene Gölcük’e aldırtırız,” diye beni İskenderun’a uğurladılar. Yaşamımın en sıkıntılı günleri burada geçti. İki yıl süreyle her gün Gölcük’e tayinim çıkacak diye bekledim. Oyunlar yazıp yönettim. Besteler yaptım. Öyküler yazdım ve bitmez dediğim askerlik bitti. Hayır bitmediii. İznimi sona saklamıştım. Komutanım da on gün mükafat izni eklemişti. Geldim İstanbul’a hemen arena Tiyatro’da sahneye çıktım.. On gün oynadım oynamadım., bir telefon ve bir telgraf: ”Acele kıtana dön.” Kıbrıs olayı patladı. Döndük İstanbul’da sahneden inip İskenderun’a. Kısa bir süre sonra tezkereler açıldı ve ben yine İstanbul’un yolunu tuttum. Geldim Kasımpaşa’ya tezkeremi almaya. ” Yirmi bir günün daha var, duhul tarihin yanlış yazılmış, İskenderun’a dönüyorsun.” Dediler. Başladım ağlamaya. Genç bir deniz teğmeni “Ne oluyor?” diye yanıma yanaştı. “ Şehirbay… Yenikapı’dan arkadaşım can ciğer arkadaşım. “ Sarıldım boynuna, “İskenderun’a geri gönderiyorlar,” dedim. Müjdat Gezen anılarına kitabında anlatmaya devam ediyor, Ben burada anılarını bırakıyorum. Kitabının bir başka yerinde İskenderun Deniz Er Eğitim Alayı’nda Cihat Atay’ın “Kerpiç Memet”ini ve kendisinin yazdığı “Eşek Ağa” oyunlarını sahnelediğini yazıyor. Benim yazıda eksikliğini hissettiğim konu şu: İki yıl İskenderun’da kalan yazar buraya ait hiçbir şey yazmamış. Bir yazım da dile getirdiğim gibi başka yerlerde İskenderun adı geçince “askerliğimi orada yaptım” ın ötesine taşmıyor anılar. Bunun nedeni nedir? Bu beni hep düşündürmüştür. Oysa bu coğrafya tarihsel, kültürel ve sosyal olarak çok ilerde olan bir bölgedir. İskenderun’a beklenildiği ölçüde turist gelmiyorsa, bunun nedenleri araştırılmalı. Sadece ‘hoşgörülü olmak’ yetmiyor. Bir şeyler yapmalı. Buna kafa yormalı, projeler üretilmeli. Bunu öncelikle yerel yöneticilerden beklemek gerekiyor, başka yolu var mı bilmiyorum… Anılar tarihi ışık oluyor. Deniz Baykal birgün anılarını kaleme alırsa neler yazar İskenderun’la ilgili…! CEM ERMAN’DAN HİKAYET-İ ZEKİ MÜREN. İskenderunlu Süleyman’ın İstanbul serüveni, Müjdat Gezen’in, İstanbul- İskenderun arasında döneleyip durduğu yıllara denk gelir. “Biz burada, Müjdat Gezen’i kendi haline bırakalım; o şafağını saysın.” Sinemaya gönlü akmıştır bir kere ‘Bizim Süleyman’ın. Artık dönüş yoktur, sinema aşkından. İskenderun aşkı ise hep zihnindedir. İskenderun; gittiği her yerdedir. O döneme ait anı çoktur; Cem Erman’da, İskenderun’la ilgili, Sinema dünyasıyla ilgili. O hep anlatsa bitiremez, bizde kağıda döksek... Hele 70’li ve 80’li yılların sanat/sinema dünyasının tarihi, onsuz yazılamaz herhalde. Yedinci sanat onun her şeyi. Varsa yoksa sinema Bu defa bize ‘Sanatın Güneşi’ dediği Zeki Müren’le ilgili bir hikayesini anlattı.. Meğer Zeki Müren ne hoş adammış. Okuyun bakalım Cem Erman’ın bize anlattıklarını, sizde hak verecek misiniz? “Sene,1964. ben İstanbul’a doğru yola çıkmıştım. Çünkü ablam ilk çocuğunu düşürmüştü. O sıralar teyzemler de İstanbul’daydı, onlara uğruyordum. Teyzemin kocasının kız kardeşinin oğlu Şahap Koptagel, Zeki Müren’in en yakın arkadaşıydı. Bir gün Şahap Ağbi bana dedi ki seni Zeki Müren’i dinletmeye götüreceğim. Çok memnun olmuştum. Zeki bey o tarihlerde küçük çiflikte sahne alıyordu. Velhasıl gittik, dinledik. Daha sonra beni tanıştırmak için soyunma odasına götürdü. Niyetim Zeki Bey’den imzalı bir fotoğraf almaktı. Zeki Bey resmi gayet güzel yazıyla bana verdi ve bana yakışıklı bir çocuksun dedi. Ben o tarihte henüz askere gitmemiştim. Zeki Bey bana askerlikten sonra mutlaka artist ol Cem dedi, ve biz yanından saygıyla ayrıldık. Devamı sene 1971. Bülent Kınay diye bir gazeteci vardı. O zamanlar en samimi arkadaşım Mahmut Cevher’di. Neyse uzatmayalım Zeki Bey’le tekrar karşılaşmak varmış kaderde. Mahmut, gazeteci Bülent ve ben Zeki Müren’in evine yemeğe gittik. Evde Berrin Hanım isminde bir hizmetkar bize kapıyı açıp, oturma salonuna aldı… Aradan 10 veya 15 dakika geçmişti ev dubleksti. Yukarı merdivenden Zeki Bey iniyordu ve sanki sahneye çıkar gibi ellerini açıp, “Hoş geldiniz, aaa… benim Toni Curtis’imde buradaymış.” dedi. Beni Toni Curtis’e benzetirdi. Sonra masaya oturduk. Yemek yiyor ve sohbet ediyoruz. O sıralar siyah beyaz televizyonlar var. Gönül Akkor televizyonda şarkı söylüyor. Bende, “Zeki Bey, Hangi şarkıcıları beğenirsiniz?” Bana; “İşte şu okuyan Gönül Akkor ve Bekir Sıtkı Sezgin’i çok severim.” dedi. Kafalar ‘iyi’ olmuştu. Ben kendisinden bir şarkı rica ettim. Bana; “Cem sen başla”. Ben utandım ‘sizin karşınızda nasıl söylerim.’ “Hadi hadi başla… bildiğin bir şarkıya.” Bende ortamın güzelliğinden bir kıble okurum dedim. “Ben ‘gamlı hazan’ diye bir şarkıyla başladım” Zeki bey daha sonra şarkıyı okumaya başladı. Ard arda 5 şarkı daha… tüylerim diken diken olmuştu. Zeki Beyi ilk defa müziksiz dinlemek bana gurur verdi. Daha sonra çok karşılaştık. Kardeşliğimiz selam sevgilerle geçti. Cem Erman, Türk Sinemasında haklı bir isim yapmış, bir sinema sanatçısıdır. Ciddi, nezaketli ve ağırbaşlı kişiliği, çevresindeki kişilere saygılı duruşu ve sevecen bakışıyla onu yakından tanıyan herkes tarafından sayılan ve sevilen bir İskenderun Beyefendisidir. Ne yazık günümüzde bu gibi gerçek sanatçılara; sinemada, tiyatroda veya televizyonda pek rastlayamıyoruz. Onlar kendi tek kişilik dünyalarına, yakınındakileri de dahil etmenin uğraşı içinde yolculuğa devam ediyorlar… 22 Eylül 2009 Ferda kitabevi - İskenderun E posta: kemaldz@hotmail.com
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © kemal düz, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |