Gerçeğin dili çok yalın. -Euripides |
|
||||||||||
|
Kitabın ilk sayfalarından itibaren, insan ve eşya arasında daha önce ismi konulmamış kurgularla, varlığın ve insanın hiçbir cüzünü ötelemeyen, özenli, çarpıcı ve dişil bir şiirle karşı karşıyayız. Son kertede dikkatli ve duyarlı. Öylesine ki, çarpıcı ve büyüleyici bir akustikle yeni bir dirilişin ve güçlü bir direnişin usa vuruşu da kararında işlenmekte. Şiirin bilincine yaslanan herşey bir dayanma noktası olarak yine şiirin tam da kendi gücünü seçerken, dil hakimiyeti duygunun sonsuzluğundan ve aklın istikametinden ödün vermeden ilerliyor. Böylelikle şiirde işlenegelen tüm metaforlar bir kaldıraç misali yaşanan gerçekliği temelinden sarsıyor. çıkmaz bir sapakta ardın sıra. hırsla sürülüyor gidişin namluya. (hüzzam beste s.47) Arzu Eşbah’ın şiirlerinde birbirinden oldukça farklı ama ustaca iç içe geçirilmiş dişil bir iç ses mevcut. Bu sesi, bazen perde arkasında soluklanırken bazen de soluk soluğa sahnede ışıkların tam altında yeni bir gökkuşağına dönüşürken görüyoruz. Belki de bu yüzden verimli ve doğurgan bir yapısallıktır burada bizi kendine çeken. Dahası bu sesin hep orada olduğunu bilmemiz, şairin olanca gücüyle bunu bize hissettirmesi, okurla bağını koparmaması ve yer yer değişse de sesin hiç düşmeyeceğini haber vermesidir benliğimizi saran duygu. Özellikle öne çıkan bazı mısralarda şair kendi sesinden şeffaf bir düzlem edinip yine kendi sesini bu düzlemde yankıyla pekiştiriyor ve anlamı gürültülerin arasında boğmadan akustik bir armoniye ulaşıyor. Her kelimenin bilinç taşır gibi kendi yerini bildiği ve hiçbir sesin diğer bir sesi engellemediği bir akustik düşünün. Şair, bu akustiğin için de sıklıkla kadınlığın/erkekliğin/insanlığın/varolmanın binbir halini seziyor, sorguluyor, örseliyor, heceliyor ve çoğunlukla yeniden im’liyor, kadınsal bir sezginin dipsiz aynasına tutuyor kalem kadehini. Açık, içten, samimi ve sakınmasız. Bazen kadeh tuzla buz oluyor. Gelişigüzel değil, kendini kaybetmeyen aklı başında bir esriklik içinde dağılıyor aynada. bir bir kurşunladım içimde konaklayan tüm kadınları /analığımdan gayrı/ kiminin yüzü kum fırtınasıydı kimininki med cezir telâşı (ayna aşk ve ölüm s.32) Bazen de kalem kadehi kadınlığın ışıltılı aynasında daha bir şavkıyor. Bir kadın kırılganlığıyla, ancak yine bir kadının doğasında bulunabilecek bir sabırla ve sezgisellikle yaklaşıyor varlığın ve olguların akıl almaz doğasına. sahi hiç ölçtünüz mü kaç adım gelir acaba bir kadının ölümü ya da acıtır mı bir ağacın kökünü hani o tek yaprağın renksizliğe sürgünü (ayna aşk ve ölüm s.32) Yine bazen bir kadının gözünden bir kadınla erkeğin arasında resmedilebilecek en masum imgeyi sağıyor sabahın göğsünden: uyandığımda yüzümü yüzünle yıkamıyorum uzun zamandan beri (ah’ın halleri s.19) /sahi sesin nasıl da yeni toplanmış böğürtlen kokuyordu / (ah’ın halleri s.21) Şair, kimi zaman da tüm kimliklerinden soyunarak yaşıyor hayatı, alabildiğine özgür ve alabildiğine cesur çekiyor acının fotoğrafını. Heybesinde yalnızca taptaze, mahrem bir bakışı alıkoyarak: iyi bilirim satırların uzadıkça yaranın kabuğa nasıl da yaslandığını (adam çingene kızı ve kırlangıç sevdaları s.11) Fark etmek uzun sürmüyor. Dilküşa, kendini gözkırpmadan seyrettiren bir direnişin avazı oluveriyor. Seyrettiren dedim çünkü, şiir burada hem dinlenilen hem de tüm azalarla dikkat kesilen bir “ yer” olmuştur. Mısralardaki bu avaz, acının ve onun bir uzantısı olan direnişin hiçbir biçimini ıskalamaz. İnsanın halinin ahraz olduğu yerde şiir avaz kesilir. Sahip olduğu yaranın kutsiyetinin farkında olan şair insanın vefasızlığının da altını çizmektedir: hani şart değildi nazarınızda leyla olmak yazılsaydım yeterki alnınıza yeterki dokunsaydınız yaraya parmak uçlarınızda vefa (Kadın ve giz s.8) Şair, bizi biz yapan tüm değerlere ve yaşamın bizi acıtan zorlu kavşaklarına, evrenseli kucaklayan bir yakarışı dahil eder. Sanki bazı mısralar şiirde, uzaklardan çıkıp gelen atlı bir ulak gibi ansızın sesini duyurur. Arzu Eşbah, okuru susuz bırakmayan bir çöl çiziyor mısralarında. Bir şiir kitabında az rastlanır bir vahanın izlerini sürüyor: Şimdi bir bedevînin becerisi ile geçiyorum ezberimdeki çölü (yolculuk s.91) Dilküşa’da uyaklar, şairin elinde durağan, tekrarladıkça cılızlaşan ve anlamın üzerini örten uzak bağlantılar değildir. Tam aksine çoğaldıkça ritmi arttıran, şiirde anlamı çoğaltan ve keskinleştiren, bir nevi vurgusu örste yankılanan çekiç seslerini andırır. Kırılgan ama sert bir müziğin ruhunuzdaki aksini bu med-cezirlerde bulursunuz. Ritm, pürüzsüz akan bir su gibi kıvrak dolanır mısraları, her uyak, kıyıya ısrarla vuran sert dalgalar gibi şiir okyanusunun göğüne uzanır. Dilküşa’da bir yaşamak sızısı bu şölen eşliğinde soyut ve somutun sarmalında karşılar sizi: aslında suskudur bu fasılda tek kusur dur avucumdaki kırık zardan kaçan uğur! dur dur mezar mezar dolaşan huzur (ateş ve kan s.30) “Bir şair kelimelere aşıktır.”, diyen yine haklı çıkmıştır. Bu böyledir de, şairin vurulduğu kelimeler şairden belki en az aşkı kadar bağımsızdır, hem onundur hem değildir. Kimi zaman kelimeler sıtmaya tutulmuş gibi titremekte ve şairin dilinin prangasından kendini kurtararak bağımsızca seyrini sürdürmektedir. Dilküşa’nın şairi, aşık olduğu kelimelerle bu anlamda da iyi anlaşmaktadır. Şairin özdilinden dökülen mısralar kendi özgür varlıklarında yaşıyor gibidirler: şah ve mat, sözlük anlamını yitirdi aramızda artık sadakât ( kuzey’e son mektup, s. 63) Dilküşa, hayalin uçsuz bucaksız karanlık sularında gezinenlere gözleri kamaştıran bir deniz feneri gibi ışık tutmakta. Bunun yanında şair, göğsünde sancıyan yaraya şifa istemeyecek kadar cesur. Dişi ve diri şiirler sert sessiz harflere bile bir sada bahşediyor mısralarda. Bir gezgini sürükler gibi adım adım derin bir yaranın kıyılarında, bir girdabın kıvrımlarında boy atıyor şairin sesi, gürleşiyor. Ayak basmamış patikalarda kavrıyor sizi bileğinizden ve şifa istenmeyen bir yaranın varlığını işaret ediyor. Bu, kaybetmekten gocunmayan, dağlanmış yarasına muti, mihnetinde kasırgalar saklayan bir metanetin dışavurumudur. /ölüm dediğin sanki kaç arşın / ve girdabını duyarım adamın savurduğu bağıtların iyi bilirim yani direnişini esâmeli ruhların (adam çingene kızı ve kırlangıç sevdaları s.12) Şair, şiirlerinde, ananke, acheron, horus, hermes gibi mitolojik motifleri ve semazen, simurg gibi tasavvufi terimleri başarıyla kullanıyor. Dilküşa, okurla özel bir bağ kurabilen, cesur ama aynı zamanda naif; acısının ardındaki nidayı onu örselemeden işiten ve ona sahip çıkan ; acıyı, aşkı, varlığı ve yokluğu, kısaca yaşama ve ölüme dair tüm duyguları varoluşun estetik çatısında arındıran, yeniden işleyen bir kitap... Güçlü hafızasıyla toplumdaki başlıca rolleri sorgulayabilen, okurun varlık algısını altüst ederken onu anlamsızlık vadisinin eşiğinde bırakmayan aynı zamanda. Onu okurken bir yandan diri bir akustiğe can kulağınızı dayayabilir ve göz kamaştıran, ışıltılı bir ahengin renklerini işitebilirsiniz… Leyla Karaca Tok -7 kasım 2010-ankara Hece
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © leyla karaca, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |