Saatin geç olmasına rağmen kendimi dışarı atmakta kararlıyım. Şu son müziği de dinleyeyim sonra dışarı çıkarım derken bir bakıyorum ki sokaktayım. Anlamsız bir kalabalık var gözümün önünde...Umursamayıp ben de o kalabalığın içinde kayboluyorum. Nereye gideceğimden pek emin olmadığımdan birazcık alkol almakta yarar görüyorum. Ufak bir bakkala giriyorum. Bir de ne göreyim? Karşı manavdan yaşlı bir amcam koşarak bana doğru geliyor. Cılız ama anlaşılır bir sesle ''İyi akşamlar'' diyorum. Karşılığında ise ''İyiyim, ya sen?'' cevabı geliyor. Kafamda bir an şimşekler çakıyor. Hiç bozuntuya vermeden bir tane bira alarak zorlu hayat maratonuma geri dönüyorum.
Yavaş yavaş biramı yudumlarken sokaktakilerin itici bakışlarına maruz kalıyorum. Katillerin,tecavüzcülerin ve dolandırıcıların başı boş gezdiği zamanlarda alkol kullananlara böyle bir ceza kesilmesini gerçekten hoş bulmuyorum ama ne yazık ki biliyorum ki yapacak hiçbir şey yok. Çünkü yine biliyorum ki tıpkı bakkaldaki amcamın ezbere cevap vermesi gibi millet olarak bazı şeylere şartlanmışız. Bu saatten sonra, ki bu mecazi anlamda değil, gerçekten bu saatten sonra böyle şeyler umrumda değil.
Etrafa şöyle bir bakıyorum. Şehir, beni birayla görüp suratına ekşitenlere rağmen gülen suratlarla dolu. Dükkanlar ise kıpır kıpır. Böyle şeyler beni sarmadığından atıyorum kendimi sahile. Ne yazık ki buralar da kıpır kıpır ama en azından burada ''iyi akşamlar'' dememe hiç karşılık vermeyen bir bakkal ve her şekilde herkese karşı efendi olmayı becerebilen banklar var. Banklardan en efendisini seçip, belirli bir promile geliyorum. Dolayısıyla Dünya'da bazı şeyleri çözmem gerekiyormuş edasıyla bakkalın cevabını kafama takmaya başlıyorum. Konuyla ilgili bir yandan çeşitli aforizmalar yaratıyor, bir yandan da hatun kişiye ''tamam birazdan geliyorum'' tarzı mesajlar atıyorum. Gerek konuyla gerekse konuyla alakasız bir çok sonuca varıyorum ama biliyorum ki ertesi gün bu sonuçlar anlamsız gelecek ve yeni sonuçlar arayacağım. Bu yüzden ve de mesajların etkisiyle banka hoş çakal diyor ve ayılmak amacıyla kafeye gidiyorum.
Köpüklü Türk kahvesinin önüme gelene kadar ki garson kızla olan ezbere muhabbetleri çoktan geçmiş olduğumuzu ve kızın bana telaşlı telaşlı içini döktüğünü fark ediyorum. Formalitenin ortadan kalktığı zamanlarda aslında ne kadar çıplak ve ne kadar mutsuz olduğumuzu fark ediyorum. Kızın durumuna üzülüp birkaç tane bedavadan akıl veriyorum. İkinci bir kahve ısrarını ise reddediyor ve eve doğru yöneliyorum.
Sokak iyice sessizleşmiş, dükkanlar ise kapanmış. Bir ben bir de telefonundan Orhan Gencebay dinleyen orta yaşlı bir abim var. Bir nevi sokağın hakimleriyiz fakat benim saltanatım kısa sürüyor çünkü eve varıyorum. Daha anahtarı cebimden çıkarmadan karşımda o bilindik yüzü görüyorum. Yarı uykusuz yarı kızgın. Biliyorum; birazdan da nerede olduğumu soracak. Bir anda dilimin ucuna geliyor. Hatta bakkal amcamdan mı yoksa alkolden midir bilinmez ağzımdan, bilerek gelecek soruyu beklemeden o üç kelime çıkıyor. ''İyiyim, ya sen?''. Minik bir göz göze gelmeden sonra ikimiz de kahkaha atıyoruz ve benim geç gelme konusunu kapatıyoruz. Fakat işin ilginç ve güzel kısmı; o benim asla neye güldüğümü bilmeyecek.