"Yine mi yılbaşı? Dünya dönebiliyorsa, biz de döneriz elbet. Ama lütfen, bu sefer kar küresi almayın." – Dorothy Parker"

Çeyrek Kalayı Hissetmek...

Ne oluyor bana, kendimi çok kötü hissediyorum? Yoksa, yoksa!...Daha, çocuklarım çok küçük ne yaparlar bensiz, ya eşsiz bir tutkuyla sevdiğim eşim, ya hasta babam ya annem?

yazı resim

Çeyrek Kalayı Hissetmek…

Çok sevinçliyim. İzmir uçağındayım. Yanımda en iyi dostlarım: Refik, Hasan, Celal ve Bekir Bey. İzmir’den Çeşme’ye geçip bir seminer vereceğiz. Ben bu yolculuğu biraz da küçük bir kaçamak, Gaziantep’te sıkışıp kalmış ruhuma kısa bir mola olarak görüyorum.

Refik’le sohbet ederken anlamını veremediğim bir baş ağrısı başladı. Giderek artıyor. Dayanamayınca cebimdeki ağrı kesiciyi alıp hostesten su istedim. İlacı yuttum. “Açlıktandır” diye düşündüm. Çünkü ben açlığa hiç dayanamam; öğün gecikti mi başım ağrır, elim ayağım titrer.

İkramı yedim ama ağrı geçmedi.

İzmir’e indik. Refik’le iş görüşmesi için diğerlerinden ayrıldık. Şirket yetkilisi Erdem Bey’in arabasıyla ofise geçtik. Bu sırada baş ağrım iyice arttı. Tansiyonumu ölçtüm: 15’e 10. Çok korkutucu değil ama içim rahat etmedi, bir ilaç daha aldım.

Yemeğe geçtik. Kaşığı elime aldığım anda… Ensemden sırtıma doğru soğuk bir ter aktı. Nefesim daraldı. Göğsümde bir sıkışma.

“Ben iyiyim” deme hâlim yoktu artık.

Beni hızla sağlık ocağına götürdüler. Erdem Bey arabayı öyle bir sürdü ki, ambulans bu kadar hızlı gitmez. Şaka yapmaya çalıştım: “Hipertansiyondan değil, kazadan gideceğiz.”

Acilde elektro çekildi. Doktor yüzüme baktı, bir şey söylemedi. Ambulans çağrıldı. “Değerler hoşumuza gitmedi” dediler.

Sedyede ambulansa bindirilirken aklımdan tek bir şey geçiyordu: Daha çocuklar çok küçük…

Oksijen, serum, soğuk ter… Uyku bastırıyor ama gözlerimi kapatmaya korkuyorum. “Ya kapatırsam bir daha açamazsam?”

Hastaneye vardık. Acilde bekliyorum. İzmir’deyim, yalnızım. Burnumda oksijen, kolumda serum. Dua ediyorum. “Bir daha kalkarsam, hiçbir şeyi dert etmeyeceğim.”

Derken dostlarım geldi. Refik, Erdem Bey, ardından diğerleri… Hasan uzaktan şaka yapıyor: “Tabut ölçüsü alıyorum.”

Sonunda doktor geldi. “Kalp krizi yok. Ama tansiyonunuz çok yükselmiş. Nabzınız ise şaşırtıcı derecede düşük.”

Bir saat dinlenmem yeterliymiş.

Akşam oteldeyim. Odanın ışığı loş. Perdeden içeri denizin sesi sızıyor. Az önce namazımı kıldım. Secdeden kalkarken içimde tuhaf bir hafiflik vardı; sanki kalbim biraz daha yumuşamış, omuzlarımdaki yük azalmıştı.

Bugün ölüm, bir anlığına yanıma kadar geldi. Elini uzattı ama tutmadı. Belki de sadece hatırlatmak için uğradı. Hayatın ne kadar ince bir çizgide aktığını, bir nefesle değişebildiğini göstermek için…

Şimdi anlıyorum; insan bazen gerçekten yaşamaya, kalbinin kıyısına kadar gidince başlıyor. Ve bazı yolculuklar, varılacak yere değil; geri dönebildiğin için şükretmeye çıkılıyor. Yıllar Sonra 17.03.2025 Aradan yıllar geçti. Şimdi dönüp o günü düşündüğümde, hastane koridorundan çok kalbimde açılan sessizliği hatırlıyorum. O gün, bedenim yorulmuştu ama asıl yorgun olan ruhummuş meğer. Hayat beni bir anlığına durdurmuş, “Bak” demişti, “bu kadar acele etme.”

Şimdi biliyorum; o sedyede yatarken korktuğum şey ölüm değilmiş. Yarım kalanlarmış. Söylenememiş cümleler, ertelenmiş şükürler, “sonra yaparım” diye biriktirdiklerim… Hayat bana çeyrek kalayı o gün tattırdı. Tam düşmeden, tam kaybetmeden.

İyi ki. Bazı dersler var ki insan onları tamamen yanmadan, sadece ısınarak öğrenmeli.

KİTAP İZLERİ

Tutunamayanlar

Oğuz Atay

Tutunamayanların Edebi Ayaklanışı Oğuz Atay'ın anıtsal eseri "Tutunamayanlar", 1972'de yayımlandığında Türk romanında bir deprem etkisi yaratmıştı. Yarım asır sonra bile, bu sarsıntının artçıları edebiyat dünyasında
İncelemeyi Oku

Yorumlar

Başa Dön