Son dönem gelişen dünya olayları ve özellikle bölgesel
savaşların ve mücadelenin en acımasız
metotlarla yürütüldüğü Ortadoğu ve İslam Coğrafyasında
Müslümanların kafa karışıklığına
sebep olan bir kavramlar karmaşası yaşanıyor..
Şii..sünni..nusayri..ibadi..yezidi..ezidi..husi(zeydi)..dürzi..
Mezhep..tarikat..cemaat..hizip..parti.. vs..
Müslüman kimliğinden ve bazı temel dini bilgiler ve
dogmalardan başka elinde veri olmayan
hatta mensup olduğu mezhebin sadece adını bilen,o
mezhebin pratiğini taklidi olarak yerine
getiren bir çoğunluk veya yığın içinde yaşıyoruz..
Batı Dünyasında da var(dı) aynı sorun..
Onlarca mezhep,tarikat,cemaat..
Yıllarca süren savaşlar ve nihayetinde sekülerizmin
sağladığı konformist yaşam ve dini dogmaların
kuşattığı dünyadan kaçış..
Pragmatizme teslim oluş..
Liberalizminikon olduğu yeni bir deist-ateist karışımı
din..
Bu hengamda içlerinden bazı muhalif sesler ve öze
dönüş çağrıları olsa da Yahudiliğin
kendi dini kültlerini koruma,anlama ve yaşatmada
Müslümanlar ve Hıristiyanlara göre daha
bir muhafazakar olduğunu hatta bu uğurda savaşmayı ve
kan dökmeyi göze aldığını biliyoruz..
Peki son zamanlarda Müslümanların birbirlerine,bilenlere
çokça sordukları mezhep,tarikat,cemaat,
hizip ve bu kavramlar içinde tezahür eden dini akım ve
cereyanlara tam ve kamil bir manada cevap
bulabildiklerini söyleyebilir miyiz;
hayır,maalesef..
Yazılı ve görsel medyanın bilgi bombardımanına tuttuğu
Müslüman çoğunluğun bu
kavramların ne epistemolojisini ne de tarihsel seyir ve
gelişmesini(historisizm) bilmedikleri malum..
Kadim Şiizmin Sünniliğe ve selefiliğe bakışı veya Sünnilik
ve selefiliğin şiizme bakışı nedir?
Selefilik nedir?
Vehhabizmi selefi bir akım olarak görmek ve
değerlendirmek doğru mudur?
Şiizmin asırlardır süregelen kendi iç çekişme ve
ayrımcılığının son asır İran şiizmine ve diğer
farklı coğrafyalardaki Şiiliğe tesirleri nelerdir?
Modern İranın siyasal yapısı ve hiyerarşisi içinde şiizmin
fonksiyonu nedir?
İbadilik ,modern haricilik olarak algılanabilir mi?..
Tasavvufi tarikatlar ve cemaatlerin Müslüman Coğrafyada
tesirleri ve son dönem
tekfirci selefilikin bu akımlara karşı takındığı sert tavır ve
mücadele..
Sorular..sorular..
Öncelikle mezheb(p) kavramının doğru algılanması ve
İslam Ümmeti ve Coğrafyası için
hayatın pratiği ve düşüncenin statikten dinamizme geçişi
açısından zorunlu olduğunu bilmeliyiz..
Modern selefilik olarak ortaya çıkan akımların iddia ettiği
gibi mezheplerin gereksiz olduğu
ve Kuranın anlaşılmasının İslam Toplumlarına yön
vereceği düşüncesi hayatın pratiği ve
Kuranın anlaşılma gerçeğinden çok uzaktır..
Muaz b.Cebel hadisinde de müşahede ettiğimiz gibi İslam
Peygamberi(s.a.v) de toplumun idare ve
sevkinde,yeni olaylar ve gelişmeler karşısında ictihad
dediğimiz bireysel düşünce egzersiz ve
yorumuna icazet vererek mezhep adını verdiğimiz bu
ekollerin oluşmasına zemin hazırlamıştır..
Mezheplerin oluşumunda ağırlık merkezini ibadet-
muamelat-ugubat(ceza hukuku) gibifıkhi-hukuki
mevzular ihtiva etse de iman-akaid konularında da
mezheplerin ortaya çıktığını görüyoruz..
İslam Ümmeti içinde ayrışma-fitneye yol açan;
Emeviler ile Abbasilerin bazı dönemlerinde Mihne adı
verilen,şiddet ve cezalandırmaya
gidecek kadar fikrî münakaşalara yol açan itikadî
düşünceler ve ekoller olmuştur;
fıkhî mezhepler değil..
Dolayısıyla bugün de İslam Coğrafyasını kuşatan bu
ayrımcı şiddet dalgasının kaynağını fıkhî
ekollerden ziyade itikadî ekoller de aramak doğru
olacaktır..
Fıkhî ekollerin tohumu Peygamberimiz döneminde
ictihad kapısıyla atılmıştı ama itikadî
mezheplerin ortaya çıkışı ve ivme kazanması
Peygamberimiz sonrasına denk gelmektedir..
Aslında Abdullan b.Ubeyd b.Selul ile başlayan ayrıştırma-
fitne faaliyetleri Peygamberimiz ve
Sahabenin samimî mücadelesi sayesinde
bastırılmış,mescid-i dırâr namıyla maruf olan
fitne merkezlerinin faaliyetleri akîm bırakılmıştır.
İslam Peygamberinin vefatından sonra Hz.Ebubekir ve
Hz.Ömerin Müslüman tebanın desteğiyle
gösterdikleri dirayetli yönetim ve merkezî siyaset
Hz.Osmanın başa geçmesiyle zafiyet göstermeye
başlamış,hanedan-ehli beyt kavgası ve fitnesine sahne
olmuştur..Hz.Osmanın kendi akraba ve
sülalesinden olan kimi insanları devlet idaresinde
görevlendirmesi ve buna karşı çıkan,hoşnutsuz
olan ehl-i beyte yakın isimlerin itirazları ta o zamanlar
Emevi-Ehli Beyt çekişmesinin ilk
kıvılcımlarını atmıştı..Medinede yaşayan ve tarihten gelen
fitne-anarşi ekolünün en büyük
temsilcileri Yahudilerin Abdullah B.Sebe liderliğindeki kaos
çalışmaları Hz.Osmanın şehadetine
muvaffak olmuş ve İslam Tarihindeki siyasi-itikadi
çekişmelerin-savaşların tohumlarını ekmişti..
Sahabe-i Kiramı bile içine çeken ve ayrıştıran bu fitne
operasyonu Hz.Ali döneminde alevlenmiş
iç savaşa yol açmıştı..
Şia(Ali taraftarlığı) ve karşıtlarının savaşı Hz.Alinin şehadeti
ve sonrası
artık tüm İslam Tarihini kapsayacak ve günümüze kadar
uzanacak bir sürecin-ayrışmanın da
mücadelesi ve savaşıydı..
Emeviler ile tırmanışa geçen ve İslam Coğrafyasını
kuşatan,tekfirci selefiliğin ataları Hariciler
ve arkasından Vasıl b. Ata gibi önderler aracılığıyla ortaya
çıkıp yayılmaya hatta kimi halifeler
tarafından korunma ve desteğe alınan Mutezile gibi itikadi
hareketler ve mezheplere karşı
sünnetin müdafaası olarak İslam Toplumu içinde
reaksiyoner bir akım doğmuştur..
İlginçtir ki Eşarilik akımının kurucusu ve önderi Ebul Hasen
el-Eşari,Mutezile ekolünü terk
ederek muhaddis ve müfessirlerin akaid ile ilgili
yorumlarını derleyip kelam ilmi
ve terminolojisi oluşturmuş ve bunu talebeleri vasıtası ile
İslam Coğrafyasında yaymaya
ve bir kelam ekolü oluşturmaya başlamıştır..
Diğer yandan daha doğuda,Türkistan Coğrafyasında
yaşayan İmam Maturidi ise yine
sünnî bir metot takip ederek daha sonra adına nispetle
Maturidilik olarak anılacak
bir başka bir ekolü ortaya koymuş ve bu iki itikadi akım
özellikle sünnî fıkıh ekollerinin
akaid ilminde başlıca tercihleri olmuştur..
Dikkat çeken husus şudur ki,Bağdat ve Hicaz hadis
ekolleri ile Kufenin rey ehli
Tekfirci selefilik ve Şianın aksine akaid ve fıkıh(İslam
Hukuku)da sünnî metodu takip
etmişler ve öğretilerini geniş bir coğrafyaya
yaymışlardır..Hz.Ömerin hilafetinden sonra
zuhur eden ve Emevi-Abbasi dönemlerinde kendi
görüşlerinin yayılmasına zemin bulan
hatta bazı dönemlerde resmi ideoloji statüsü verilen bu
aşırı ve heretik düşünceler
toplumda kaotik bir ortama,kargaşa ve fitneye yol
açmışlardı..
Gerek akaid-itikad ve gerekse hukukî olarak temel
umdelerde ve nassların ışığı altında
buluşan Sünnî Ekoller bu fitnenin zafiyete uğratılması ve
İslam Toplumunun idarî ve
sosyal alanda bir bütünlük arz etmesinde önemli bir
misyon üslendiler..
İlk dönemlerde ferdî ve bağımsız olarak ortaya çıkan bu
düşünceler daha sonra gelen
tabiileri ve salikleri sayesinde bir disiplin altına alınarak
mezhepler olarak karşımıza çıkmışlardır..
Hem devletin kurumsal hem de bireylerin şahsi hukukunu
tanzim etmede üniter
birer yapı oldular..İslamın aslî kaynaklarının anlaşılması ve
toplumda var olan kimi heretik
düşüncelerin tasfiyesinde başrol oynamışlardır..İslam
Dünyası içinde İran-Horasan,
Irak-Necef ve biraz da Güney Yemen bölgesi dışında kalan
çoğu yerlerde ağırlığı teşkil etmişlerdir..
Bugün İslam Coğrafyasına demografik olarak
baktığımızda Müslüman nüfusun ¾nün
Sünnî mezheplere mensup olduğunu,sünni nüfus içinde
de Hanefi Mezhebinin yoğunlukta
olduğunu müşahede etmekteyiz..
Bu noktaya gelinmesinde,şüphesiz,özellikle Hz.Osman
döneminde zuhur edip Emevi-Abbasi
dönemlerinde devam eden
Hariciye,Mürcie,Kaderiye,Mutezile ve tabii Şia gibi itikadî
ekollerin şiddete kadar varan yayılmacı metotları,İslam
Toplumu içinde yol açtıkları kaotik inanç ve
düşünceler yumağı ve bu düşünceleri asılar içinde
genişletme politikalarına karşı İslam Toplumunun
ilmi ve fikri alanda vermiş oldukları bütüncül refleks
etken olmuştur..
Kısaca bu yayılmacı heretizm politikasına karşı İslam
Toplunun verdiği bütüncül refleksin
adıdır Sünni İslam hareketi..
Emevi ve Abbasi dönemlerinden sonra etkisi azalan ve
kaybolmaya yüz tutan bu heretik yapıların
aksine Sünni İslamın temsilcileri olan fıkhi ekoller daha
güçlenmiş,doğuda Selçuklu ve
Osmanlıların,batıda ise Endülüs Emevilerinin sayesinde
İslami Düşüncesinin en belirgin
karakterleri olmuşlardır..Bu gelişmeye paralel olarak bu
saydığımız yönetimler ve coğrafyalarda
tasavvufi akımlar-tarikatlar,felsefe ve pozitif
bilimler,kültürel ve sanatsal faaliyetler de zengin
bir ivme kazanmış ve kadim İslam Medeniyetine sayısız
hizmetler sunmuşlardır..
Yalnız Osmanlı İmparatorluğu Tanzimat dönemine kadar
devlet otoritesini koruma ve
toplum içinde doğabilecek fikri anarşiyi önleme adına bazı
bilimsel ve felsefi çalışmalara-akımlara
karşı kademeli bir sansür uygulandığını söylemeden
geçersek objektif olamayız..Bu sebepden dolayı
Endülüs Emevileri ve Selçukluda gördüğümüz derin fikri
hoşgörü ve serbestisini,bilimsel terakkiyi
Osmanlıda uzun bir dönem yakalayamadığımız tarihsel bir
hakikat olarak karşımızda durmaktadır..
İtikadi düşünce açısından baktığımızda dört Sünni ekol
olarak karakterize ettiğimiz fıkhi-hukuki
hareketlerden Hanefi ekolünün Maturidi akaidini,diğer üç
Sünni ekol Şafii,Maliki ve Hanbelilerin
ise Eşari akaidini benimsediğini görmekteyiz..
Orta ve Güney Irak,İran,Azerbaycan ile Güney Yemeni
istisna tutarsak Akaid ve fıkıh(hukuk)
arasındaki bu simetri günümüze değin değişmeden
devam edegelmiştir..
Tasavvuf ve tarikatlar boyutundan bakacak olursak da tarihi
seyrin akaid ve fıkıh boyutundan
çok da farklı olmadığını gözlemleriz..Asr-ı Saadetten sonra
Emevi ve Abbasi dönemlerinde
ferdi bir riyâziyat-nefsi mücahede olarak hoca-talebe ya
da şeyh-mürid irtibatı,eğitim-terbiye
metodu ile devam etse de Abbasi dönemi sonlarından
itibaren hem Arap hem de Türkistan
Coğrafyalarında bir ilmi disiplin olan tarikatlar tarzında
zuhûr etmiştir..
Tabii çok sayıda mutasavvıf-mürşidlerin kendi öğretileri ve
disiplinleri olmuştur..Akaid ve fıkıhta
olduğu gibi kimi zamanbâtınî öğretiler-hareketler ortaya
çıkmış,tasavvufa Yunan ve eski
İran-Hind kültleri sirayet ederek onu özünden
saptırmışlardır..Fakat akaid ve fıkıhı,sünnî
öğretiler altında disipline eden ve belli ekoller oluşturan
tarihsel seyir tasavvuf-tarikatları da
sünnî bir renge bürüyerek çeşitli adlar altında disipline
etmiştir..Kadirilik,Nakşibendilik,Şazelilik,
Mevlevilik gibi..Hem Endülüs Emevileri hem de Selçuklu ve
Osmanlı dönemlerinde sosyo-kültürel
olarak çok önemli işlevler görmüş,İslamın Müslüman
olmayan veya yeni feth edilen topraklarda
yayılması konusunda öncülük etmişlerdir..Tasavvuf ve
tarikatların en güçlü olduğu coğrafyaların
hatta coğraftanın Orta Asya-Türkistan Coğrafyası olduğunu
söylersek mübalağa etmiş olmayız..
Hatta Selçuklu ve Osmanlıda tasavvufi öğretilerin vücud
bulması ve yayılması bu coğrafyadan
Anadoluya göç eden Erenlerin etkisi ve onların tekke ve
zaviyeleri sayesinde olmuştur..
İtikadî ve fıkhî ekollerde yaşanan ayrışma ve sapmalar
zaman zaman tasavvufî akımlar içinde de
yaşanmış ve bunun kimi olumsuz yansımaları İslam
Toplumunda iç barışı bozmuştur..
Gulât-i şianın İsmailiyye ve Karmatîlik kolları,Şeyh
Bedrettin ve Baba İshak isyanları,Bektaşi
kalkışmaları,Bahailik ve Kadıyanilik gibi akımları ilk etapta
sayabiliriz..
Her ne kadar 13. Ve 19. yüzyıllar arasında zaman zaman
İslamî akımlar arasından ayrışmalar
ve sapmalar olmuşsa da bu dönem aralığında İslam
Coğrafyasında hakim renk Sünnî
düşünce olmuştur..İtikadî olarak Maturidî ve EşarÎ; fıkhî
olarak Hanefî,Şafiî,Malikî ve Hanbelî;
tasavvufî olarak Kadirî,Nakşibendî,Şazelî,Mevlevî tarikatleri
Sünnî İslam Ekolünün yüzleri
olarak yer almışlardır..
19.yya girdikten sonra ne olmuştur?
Reform ve Rönesans hareketlerinin ardından büyük bir
değişim ve gelişime imza atan Avrupa
yeni ticaret yollarının keşfiyle beraber diğer coğrafyalara
ve zenginliklerine göz dikmiş ve
emperyal bir anlayışla bunları kendi topraklarına aktarmaya
başlamıştı..Bu arada petrol adı verilen
çok değerli bir enerji keşfedilmişti ve bu enerjinin büyük
kısmı Osmanlı sınırları içinde kalıyordu..
Sanayi devrimini çeşitli sebeplerle yapamamış olan
Osmanlıyı sadece askerî güçle yıkmak çok kolay
bir metot değildi ama Osmanlı içinde yaşayan ve özellikle
petrol kaynakları üzerinde oturan
azınlıkları kışkırtmak ve bir fitne operasyonu ile içten
çökertmek daha kolay bir strateji olarak
görünüyordu..Zaten hem Doğuda Ruslar hem Batıda
Balkanlar hem de Afrika Kuzeyinde Avrupa
ile savaşta olan,askerÎ ve ekonomik olarak yıpranmış ve
zayıf düşmüş yorgun Osmanlının
karşısına bu azınlıkları dikmek..
Bunun için sadece onları silahlandırmak yetmiyordu;
Onları asırlardan beri bir arada tutan inanç-kültür
bağından koparmak gerekiyordu..
Ülkeler arası diplomasi yi asırlardan beri çok iyi bilen ve
yürüten,ajanlık faaliyetlerinin
Duayeni bu ülke için Truva atlarına Müslüman Brütüs
bulmak zor değildi..Ve çok geçmeden
buldular;
Muhammed bin Abdilvehhab..
Bu Arap genci klasik İslam düşünceleri ve akımlarından
rahatsız,reformist bir yapılanmadan heyecanla
bahsediyor,mezhepler ve tarikatların bunun önündeki en
büyük engel olduğunu söylüyordu..
Psikolojik harekat ustası İngiliz casus Hempher ve
yardımcısı Sophia için bulunmaz bir cevherdi..
Onlar Muhammed b.Abdilvehhaba her türlü psikolojik ve
maddÎ desteği sağlıyorlar ve algı
operasyonuna hazır-âmâde olan Necid bedevilerini
etrafında topluyorlardı..Sophia hidayete eriyor ve
Safiye adıyla Muhammed ile izdivaç yapıyordu..Sonra Arap
yarım adasında bitmek tükenmek
bilmeyen isyanlar,Müslümanlar arasında yayılan yeni bir
tekfir akımı ya da diğer adıyla
Çağdaş Hâricilik..
Böylece Hempherın başlattığı bu İhtilalci! müslümanlık
kendi halkını ayrıştırmayı ve Osmanlıdan
koparmayı başarıyordu..Dahası artık Arap yarımadasında
Şiadan sonra Sünni Müslümanlığa karşı
2.büyük dalga olarak yerini alıyordu..
Şerif Hüseyin ve ailesinin İngilizler tarafından tehcir
edilmesi ile Vehhabi düşüncenin Necid
Çöllerindeki temsilcisi Suud ailesine kalıyordu
saltanat..Ve tabii günümüze kadar
uzanan Vehhabi ekolü..
Ortadoğu ve İslam Dünyasını öteden beri kendi global
çıkarlarına göre dizayn etmek isteyen
20.yyın en önemli Üst Aklı İngiltere Pakistan-Bangladeş-
Hindistan ekseninde de boş durmadı
elbette..
Kadim kolonileri olan bu topraklarda Sünni ekole alternatif
bir itikad-tarikat karışımı
Muhalif akım ortaya çıkarmakta gecikmediler..Mirza Gulam
Ahmed adında bir dini otorite
ortaya çıkarak kendine göre Kadıyanilik adı altında bir
inanç felsefesi kurdu..Yüzbinlerce
mürid-talebe topladı ve İngiliz sermayesi desteği ile
onlarca-yüzlerce okul-medrese açtı..
Daha sonra Pakistan idaresince yasaklanmasına rağmen
bugün bile milyonlarca tâbiisi,okulları
ve yayın organları bulunmaktadır..
Bunlar dışında da zaman zaman bir çok heretik mezhep ya
da tarikat ve cemaatler zuhur etmiştir..
Bahailik,Kenan Rıfai hareketi vs..
- yya girdiğimiz ve yaşadığımız şu dönemde de İslam
Dünyası içinde sayısız tarikat,cemaat
hareketleri görmekteyiz..
Şunu unutmayalım ve altını çizelim ki;
Her ortaya çıkan tarikat-mezhep-cemaat oluşumlarına
mâziden aldığımız dersler ve edindiğimiz
tecrübeler ışığında ihtiyatla yaklaşmak ve ele almak
zorundayız..Bin dört yüz yıllık İslam Medeniyeti
ve öğretileri ışığı altında hareket etmemiz tüm bu akımlara
karşı turnusol işlevi görecektir..
Buraya kadar hülasa niteliğinde mezhep-tarikat-cemaat
kavramlarının tarihi seyri ve problemini
ele aldık..
Bundan sonraki makalemizde ise neden mezhepler var
olmalıdır,
Sünni akide ve mezheplerin önemi ile tarikatların sosyo-
kültürel açısından varlık ve önemini ele
alacağız..
Vesselam..