İslam Dünyasında "Kavram Kargaşası" Ya da İslami Düşüncelerin "Historisizm" Problemi... (I)

Son dönem gelişen dünya olayları ve özellikle bölgesel savaşların ve mücadelenin en acımasız metotlarla yürütüldüğü Ortadoğu ve İslam Coğrafyasında Müslümanların kafa karışıklığına sebep olan bir kavramlar karmaşası yaşanıyor.. Şii..sünni..nusayri..ibadi..yezidi..ezidi..husi(zeydi)..dürzi.. Mezhep..tarikat..cemaat..hizip..parti.. vs..

yazı resimYZ

Son dönem gelişen dünya olayları ve özellikle bölgesel

savaşların ve mücadelenin en acımasız

metotlarla yürütüldüğü Ortadoğu ve İslam Coğrafyasında

Müslümanların kafa karışıklığına

sebep olan bir kavramlar karmaşası yaşanıyor..

Şii..sünni..nusayri..ibadi..yezidi..ezidi..husi(zeydi)..dürzi..

Mezhep..tarikat..cemaat..hizip..parti.. vs..

Müslüman kimliğinden ve bazı temel dini bilgiler ve

dogmalardan başka elinde veri olmayan

hatta mensup olduğu mezhebin sadece adını bilen,o

mezhebin pratiğini taklidi olarak yerine

getiren bir çoğunluk veya yığın içinde yaşıyoruz..

Batı Dünyasında da var(dı) aynı sorun..

Onlarca mezhep,tarikat,cemaat..

Yıllarca süren savaşlar ve nihayetinde sekülerizmin

sağladığı konformist yaşam ve dini dogmaların

kuşattığı dünyadan kaçış..

Pragmatizme teslim oluş..

Liberalizminikon olduğu yeni bir deist-ateist karışımı

din..

Bu hengamda içlerinden bazı muhalif sesler ve öze

dönüş çağrıları olsa da Yahudiliğin

kendi dini kültlerini koruma,anlama ve yaşatmada

Müslümanlar ve Hıristiyanlara göre daha

bir muhafazakar olduğunu hatta bu uğurda savaşmayı ve

kan dökmeyi göze aldığını biliyoruz..

Peki son zamanlarda Müslümanların birbirlerine,bilenlere

çokça sordukları mezhep,tarikat,cemaat,

hizip ve bu kavramlar içinde tezahür eden dini akım ve

cereyanlara tam ve kamil bir manada cevap

bulabildiklerini söyleyebilir miyiz;

hayır,maalesef..

Yazılı ve görsel medyanın bilgi bombardımanına tuttuğu

Müslüman çoğunluğun bu

kavramların ne epistemolojisini ne de tarihsel seyir ve

gelişmesini(historisizm) bilmedikleri malum..

Kadim Şiizmin Sünniliğe ve selefiliğe bakışı veya Sünnilik

ve selefiliğin şiizme bakışı nedir?

Selefilik nedir?

Vehhabizmi selefi bir akım olarak görmek ve

değerlendirmek doğru mudur?

Şiizmin asırlardır süregelen kendi iç çekişme ve

ayrımcılığının son asır İran şiizmine ve diğer

farklı coğrafyalardaki Şiiliğe tesirleri nelerdir?

Modern İranın siyasal yapısı ve hiyerarşisi içinde şiizmin

fonksiyonu nedir?

İbadilik ,modern haricilik olarak algılanabilir mi?..

Tasavvufi tarikatlar ve cemaatlerin Müslüman Coğrafyada

tesirleri ve son dönem

tekfirci selefilikin bu akımlara karşı takındığı sert tavır ve

mücadele..

Sorular..sorular..

Öncelikle mezheb(p) kavramının doğru algılanması ve

İslam Ümmeti ve Coğrafyası için

hayatın pratiği ve düşüncenin statikten dinamizme geçişi

açısından zorunlu olduğunu bilmeliyiz..

Modern selefilik olarak ortaya çıkan akımların iddia ettiği

gibi mezheplerin gereksiz olduğu

ve Kuranın anlaşılmasının İslam Toplumlarına yön

vereceği düşüncesi hayatın pratiği ve

Kuranın anlaşılma gerçeğinden çok uzaktır..

Muaz b.Cebel hadisinde de müşahede ettiğimiz gibi İslam

Peygamberi(s.a.v) de toplumun idare ve

sevkinde,yeni olaylar ve gelişmeler karşısında ictihad

dediğimiz bireysel düşünce egzersiz ve

yorumuna icazet vererek mezhep adını verdiğimiz bu

ekollerin oluşmasına zemin hazırlamıştır..

Mezheplerin oluşumunda ağırlık merkezini ibadet-

muamelat-ugubat(ceza hukuku) gibifıkhi-hukuki

mevzular ihtiva etse de iman-akaid konularında da

mezheplerin ortaya çıktığını görüyoruz..

İslam Ümmeti içinde ayrışma-fitneye yol açan;

Emeviler ile Abbasilerin bazı dönemlerinde Mihne adı

verilen,şiddet ve cezalandırmaya

gidecek kadar fikrî münakaşalara yol açan itikadî

düşünceler ve ekoller olmuştur;

fıkhî mezhepler değil..

Dolayısıyla bugün de İslam Coğrafyasını kuşatan bu

ayrımcı şiddet dalgasının kaynağını fıkhî

ekollerden ziyade itikadî ekoller de aramak doğru

olacaktır..

Fıkhî ekollerin tohumu Peygamberimiz döneminde

ictihad kapısıyla atılmıştı ama itikadî

mezheplerin ortaya çıkışı ve ivme kazanması

Peygamberimiz sonrasına denk gelmektedir..

Aslında Abdullan b.Ubeyd b.Selul ile başlayan ayrıştırma-

fitne faaliyetleri Peygamberimiz ve

Sahabenin samimî mücadelesi sayesinde

bastırılmış,mescid-i dırâr namıyla maruf olan

fitne merkezlerinin faaliyetleri akîm bırakılmıştır.

İslam Peygamberinin vefatından sonra Hz.Ebubekir ve

Hz.Ömerin Müslüman tebanın desteğiyle

gösterdikleri dirayetli yönetim ve merkezî siyaset

Hz.Osmanın başa geçmesiyle zafiyet göstermeye

başlamış,hanedan-ehli beyt kavgası ve fitnesine sahne

olmuştur..Hz.Osmanın kendi akraba ve

sülalesinden olan kimi insanları devlet idaresinde

görevlendirmesi ve buna karşı çıkan,hoşnutsuz

olan ehl-i beyte yakın isimlerin itirazları ta o zamanlar

Emevi-Ehli Beyt çekişmesinin ilk

kıvılcımlarını atmıştı..Medinede yaşayan ve tarihten gelen

fitne-anarşi ekolünün en büyük

temsilcileri Yahudilerin Abdullah B.Sebe liderliğindeki kaos

çalışmaları Hz.Osmanın şehadetine

muvaffak olmuş ve İslam Tarihindeki siyasi-itikadi

çekişmelerin-savaşların tohumlarını ekmişti..

Sahabe-i Kiramı bile içine çeken ve ayrıştıran bu fitne

operasyonu Hz.Ali döneminde alevlenmiş

iç savaşa yol açmıştı..

Şia(Ali taraftarlığı) ve karşıtlarının savaşı Hz.Alinin şehadeti

ve sonrası

artık tüm İslam Tarihini kapsayacak ve günümüze kadar

uzanacak bir sürecin-ayrışmanın da

mücadelesi ve savaşıydı..

Emeviler ile tırmanışa geçen ve İslam Coğrafyasını

kuşatan,tekfirci selefiliğin ataları Hariciler

ve arkasından Vasıl b. Ata gibi önderler aracılığıyla ortaya

çıkıp yayılmaya hatta kimi halifeler

tarafından korunma ve desteğe alınan Mutezile gibi itikadi

hareketler ve mezheplere karşı

sünnetin müdafaası olarak İslam Toplumu içinde

reaksiyoner bir akım doğmuştur..

İlginçtir ki Eşarilik akımının kurucusu ve önderi Ebul Hasen

el-Eşari,Mutezile ekolünü terk

ederek muhaddis ve müfessirlerin akaid ile ilgili

yorumlarını derleyip kelam ilmi

ve terminolojisi oluşturmuş ve bunu talebeleri vasıtası ile

İslam Coğrafyasında yaymaya

ve bir kelam ekolü oluşturmaya başlamıştır..

Diğer yandan daha doğuda,Türkistan Coğrafyasında

yaşayan İmam Maturidi ise yine

sünnî bir metot takip ederek daha sonra adına nispetle

Maturidilik olarak anılacak

bir başka bir ekolü ortaya koymuş ve bu iki itikadi akım

özellikle sünnî fıkıh ekollerinin

akaid ilminde başlıca tercihleri olmuştur..

Dikkat çeken husus şudur ki,Bağdat ve Hicaz hadis

ekolleri ile Kufenin rey ehli

Tekfirci selefilik ve Şianın aksine akaid ve fıkıh(İslam

Hukuku)da sünnî metodu takip

etmişler ve öğretilerini geniş bir coğrafyaya

yaymışlardır..Hz.Ömerin hilafetinden sonra

zuhur eden ve Emevi-Abbasi dönemlerinde kendi

görüşlerinin yayılmasına zemin bulan

hatta bazı dönemlerde resmi ideoloji statüsü verilen bu

aşırı ve heretik düşünceler

toplumda kaotik bir ortama,kargaşa ve fitneye yol

açmışlardı..

Gerek akaid-itikad ve gerekse hukukî olarak temel

umdelerde ve nassların ışığı altında

buluşan Sünnî Ekoller bu fitnenin zafiyete uğratılması ve

İslam Toplumunun idarî ve

sosyal alanda bir bütünlük arz etmesinde önemli bir

misyon üslendiler..

İlk dönemlerde ferdî ve bağımsız olarak ortaya çıkan bu

düşünceler daha sonra gelen

tabiileri ve salikleri sayesinde bir disiplin altına alınarak

mezhepler olarak karşımıza çıkmışlardır..

Hem devletin kurumsal hem de bireylerin şahsi hukukunu

tanzim etmede üniter

birer yapı oldular..İslamın aslî kaynaklarının anlaşılması ve

toplumda var olan kimi heretik

düşüncelerin tasfiyesinde başrol oynamışlardır..İslam

Dünyası içinde İran-Horasan,

Irak-Necef ve biraz da Güney Yemen bölgesi dışında kalan

çoğu yerlerde ağırlığı teşkil etmişlerdir..

Bugün İslam Coğrafyasına demografik olarak

baktığımızda Müslüman nüfusun ¾nün

Sünnî mezheplere mensup olduğunu,sünni nüfus içinde

de Hanefi Mezhebinin yoğunlukta

olduğunu müşahede etmekteyiz..

Bu noktaya gelinmesinde,şüphesiz,özellikle Hz.Osman

döneminde zuhur edip Emevi-Abbasi

dönemlerinde devam eden

Hariciye,Mürcie,Kaderiye,Mutezile ve tabii Şia gibi itikadî

ekollerin şiddete kadar varan yayılmacı metotları,İslam

Toplumu içinde yol açtıkları kaotik inanç ve

düşünceler yumağı ve bu düşünceleri asılar içinde

genişletme politikalarına karşı İslam Toplumunun

ilmi ve fikri alanda vermiş oldukları bütüncül refleks

etken olmuştur..

Kısaca bu yayılmacı heretizm politikasına karşı İslam

Toplunun verdiği bütüncül refleksin

adıdır Sünni İslam hareketi..

Emevi ve Abbasi dönemlerinden sonra etkisi azalan ve

kaybolmaya yüz tutan bu heretik yapıların

aksine Sünni İslamın temsilcileri olan fıkhi ekoller daha

güçlenmiş,doğuda Selçuklu ve

Osmanlıların,batıda ise Endülüs Emevilerinin sayesinde

İslami Düşüncesinin en belirgin

karakterleri olmuşlardır..Bu gelişmeye paralel olarak bu

saydığımız yönetimler ve coğrafyalarda

tasavvufi akımlar-tarikatlar,felsefe ve pozitif

bilimler,kültürel ve sanatsal faaliyetler de zengin

bir ivme kazanmış ve kadim İslam Medeniyetine sayısız

hizmetler sunmuşlardır..

Yalnız Osmanlı İmparatorluğu Tanzimat dönemine kadar

devlet otoritesini koruma ve

toplum içinde doğabilecek fikri anarşiyi önleme adına bazı

bilimsel ve felsefi çalışmalara-akımlara

karşı kademeli bir sansür uygulandığını söylemeden

geçersek objektif olamayız..Bu sebepden dolayı

Endülüs Emevileri ve Selçukluda gördüğümüz derin fikri

hoşgörü ve serbestisini,bilimsel terakkiyi

Osmanlıda uzun bir dönem yakalayamadığımız tarihsel bir

hakikat olarak karşımızda durmaktadır..

İtikadi düşünce açısından baktığımızda dört Sünni ekol

olarak karakterize ettiğimiz fıkhi-hukuki

hareketlerden Hanefi ekolünün Maturidi akaidini,diğer üç

Sünni ekol Şafii,Maliki ve Hanbelilerin

ise Eşari akaidini benimsediğini görmekteyiz..

Orta ve Güney Irak,İran,Azerbaycan ile Güney Yemeni

istisna tutarsak Akaid ve fıkıh(hukuk)

arasındaki bu simetri günümüze değin değişmeden

devam edegelmiştir..

Tasavvuf ve tarikatlar boyutundan bakacak olursak da tarihi

seyrin akaid ve fıkıh boyutundan

çok da farklı olmadığını gözlemleriz..Asr-ı Saadetten sonra

Emevi ve Abbasi dönemlerinde

ferdi bir riyâziyat-nefsi mücahede olarak hoca-talebe ya

da şeyh-mürid irtibatı,eğitim-terbiye

metodu ile devam etse de Abbasi dönemi sonlarından

itibaren hem Arap hem de Türkistan

Coğrafyalarında bir ilmi disiplin olan tarikatlar tarzında

zuhûr etmiştir..

Tabii çok sayıda mutasavvıf-mürşidlerin kendi öğretileri ve

disiplinleri olmuştur..Akaid ve fıkıhta

olduğu gibi kimi zamanbâtınî öğretiler-hareketler ortaya

çıkmış,tasavvufa Yunan ve eski

İran-Hind kültleri sirayet ederek onu özünden

saptırmışlardır..Fakat akaid ve fıkıhı,sünnî

öğretiler altında disipline eden ve belli ekoller oluşturan

tarihsel seyir tasavvuf-tarikatları da

sünnî bir renge bürüyerek çeşitli adlar altında disipline

etmiştir..Kadirilik,Nakşibendilik,Şazelilik,

Mevlevilik gibi..Hem Endülüs Emevileri hem de Selçuklu ve

Osmanlı dönemlerinde sosyo-kültürel

olarak çok önemli işlevler görmüş,İslamın Müslüman

olmayan veya yeni feth edilen topraklarda

yayılması konusunda öncülük etmişlerdir..Tasavvuf ve

tarikatların en güçlü olduğu coğrafyaların

hatta coğraftanın Orta Asya-Türkistan Coğrafyası olduğunu

söylersek mübalağa etmiş olmayız..

Hatta Selçuklu ve Osmanlıda tasavvufi öğretilerin vücud

bulması ve yayılması bu coğrafyadan

Anadoluya göç eden Erenlerin etkisi ve onların tekke ve

zaviyeleri sayesinde olmuştur..

İtikadî ve fıkhî ekollerde yaşanan ayrışma ve sapmalar

zaman zaman tasavvufî akımlar içinde de

yaşanmış ve bunun kimi olumsuz yansımaları İslam

Toplumunda iç barışı bozmuştur..

Gulât-i şianın İsmailiyye ve Karmatîlik kolları,Şeyh

Bedrettin ve Baba İshak isyanları,Bektaşi

kalkışmaları,Bahailik ve Kadıyanilik gibi akımları ilk etapta

sayabiliriz..

Her ne kadar 13. Ve 19. yüzyıllar arasında zaman zaman

İslamî akımlar arasından ayrışmalar

ve sapmalar olmuşsa da bu dönem aralığında İslam

Coğrafyasında hakim renk Sünnî

düşünce olmuştur..İtikadî olarak Maturidî ve EşarÎ; fıkhî

olarak Hanefî,Şafiî,Malikî ve Hanbelî;

tasavvufî olarak Kadirî,Nakşibendî,Şazelî,Mevlevî tarikatleri

Sünnî İslam Ekolünün yüzleri

olarak yer almışlardır..

19.yya girdikten sonra ne olmuştur?

Reform ve Rönesans hareketlerinin ardından büyük bir

değişim ve gelişime imza atan Avrupa

yeni ticaret yollarının keşfiyle beraber diğer coğrafyalara

ve zenginliklerine göz dikmiş ve

emperyal bir anlayışla bunları kendi topraklarına aktarmaya

başlamıştı..Bu arada petrol adı verilen

çok değerli bir enerji keşfedilmişti ve bu enerjinin büyük

kısmı Osmanlı sınırları içinde kalıyordu..

Sanayi devrimini çeşitli sebeplerle yapamamış olan

Osmanlıyı sadece askerî güçle yıkmak çok kolay

bir metot değildi ama Osmanlı içinde yaşayan ve özellikle

petrol kaynakları üzerinde oturan

azınlıkları kışkırtmak ve bir fitne operasyonu ile içten

çökertmek daha kolay bir strateji olarak

görünüyordu..Zaten hem Doğuda Ruslar hem Batıda

Balkanlar hem de Afrika Kuzeyinde Avrupa

ile savaşta olan,askerÎ ve ekonomik olarak yıpranmış ve

zayıf düşmüş yorgun Osmanlının

karşısına bu azınlıkları dikmek..

Bunun için sadece onları silahlandırmak yetmiyordu;

Onları asırlardan beri bir arada tutan inanç-kültür

bağından koparmak gerekiyordu..

Ülkeler arası diplomasi yi asırlardan beri çok iyi bilen ve

yürüten,ajanlık faaliyetlerinin

Duayeni bu ülke için Truva atlarına Müslüman Brütüs

bulmak zor değildi..Ve çok geçmeden

buldular;

Muhammed bin Abdilvehhab..

Bu Arap genci klasik İslam düşünceleri ve akımlarından

rahatsız,reformist bir yapılanmadan heyecanla

bahsediyor,mezhepler ve tarikatların bunun önündeki en

büyük engel olduğunu söylüyordu..

Psikolojik harekat ustası İngiliz casus Hempher ve

yardımcısı Sophia için bulunmaz bir cevherdi..

Onlar Muhammed b.Abdilvehhaba her türlü psikolojik ve

maddÎ desteği sağlıyorlar ve algı

operasyonuna hazır-âmâde olan Necid bedevilerini

etrafında topluyorlardı..Sophia hidayete eriyor ve

Safiye adıyla Muhammed ile izdivaç yapıyordu..Sonra Arap

yarım adasında bitmek tükenmek

bilmeyen isyanlar,Müslümanlar arasında yayılan yeni bir

tekfir akımı ya da diğer adıyla

Çağdaş Hâricilik..

Böylece Hempherın başlattığı bu İhtilalci! müslümanlık

kendi halkını ayrıştırmayı ve Osmanlıdan

koparmayı başarıyordu..Dahası artık Arap yarımadasında

Şiadan sonra Sünni Müslümanlığa karşı

2.büyük dalga olarak yerini alıyordu..

Şerif Hüseyin ve ailesinin İngilizler tarafından tehcir

edilmesi ile Vehhabi düşüncenin Necid

Çöllerindeki temsilcisi Suud ailesine kalıyordu

saltanat..Ve tabii günümüze kadar

uzanan Vehhabi ekolü..

Ortadoğu ve İslam Dünyasını öteden beri kendi global

çıkarlarına göre dizayn etmek isteyen

20.yyın en önemli Üst Aklı İngiltere Pakistan-Bangladeş-

Hindistan ekseninde de boş durmadı

elbette..

Kadim kolonileri olan bu topraklarda Sünni ekole alternatif

bir itikad-tarikat karışımı

Muhalif akım ortaya çıkarmakta gecikmediler..Mirza Gulam

Ahmed adında bir dini otorite

ortaya çıkarak kendine göre Kadıyanilik adı altında bir

inanç felsefesi kurdu..Yüzbinlerce

mürid-talebe topladı ve İngiliz sermayesi desteği ile

onlarca-yüzlerce okul-medrese açtı..

Daha sonra Pakistan idaresince yasaklanmasına rağmen

bugün bile milyonlarca tâbiisi,okulları

ve yayın organları bulunmaktadır..

Bunlar dışında da zaman zaman bir çok heretik mezhep ya

da tarikat ve cemaatler zuhur etmiştir..

Bahailik,Kenan Rıfai hareketi vs..

  1. yya girdiğimiz ve yaşadığımız şu dönemde de İslam

Dünyası içinde sayısız tarikat,cemaat

hareketleri görmekteyiz..

Şunu unutmayalım ve altını çizelim ki;

Her ortaya çıkan tarikat-mezhep-cemaat oluşumlarına

mâziden aldığımız dersler ve edindiğimiz

tecrübeler ışığında ihtiyatla yaklaşmak ve ele almak

zorundayız..Bin dört yüz yıllık İslam Medeniyeti

ve öğretileri ışığı altında hareket etmemiz tüm bu akımlara

karşı turnusol işlevi görecektir..

Buraya kadar hülasa niteliğinde mezhep-tarikat-cemaat

kavramlarının tarihi seyri ve problemini

ele aldık..

Bundan sonraki makalemizde ise neden mezhepler var

olmalıdır,

Sünni akide ve mezheplerin önemi ile tarikatların sosyo-

kültürel açısından varlık ve önemini ele

alacağız..

Vesselam..

Başa Dön