"Yazarlık, kendinle yaptığın en uzun diyalogdur; ve çoğu zaman, en sinir bozucu olanı." — Franz Kafka"

Yamalı Bohça

Dört aylık kuzular.

yazı resim

Belki de saat kursak buluşmak için daha disiplinli olmuş olacağız Sevgili Günlüğüm✍🏻

Yeni yaşımızın ikinci yazısı ile saygıyla, sevgiyle şükürler olsun kalemi elimize alabildik.
Vakit ikindi, çay vakti şu an İstanbul’da... Erzurum’da Sivas’ta, İzmir ve Manisa’da da çay vakittir bu değerli saatler. Gelgelelim Isparta’da kırmızı güllerin arasında demli çayımı, akide şekeri ile yudumlamayı arzu ederdim.
O’da olur inşAllah.
Artık zaman bizim. Unumuzu eledik, elek nerede yerini bilemesekte aleyhimize işleyen zamanla yarış halindeyiz.

Ayağımı bir sandalyeden diğerine uzatıp yazmaktayım bu satırları. Bir değişiklik olsun bakalım deyip yeni yeni icatlar çıkarıp yeni oturuş şekilleri deniyorum.
Rahatmış söyleyeyim.
Masam da demli çayım, kalemim, defterim olduktan sonra değmeyin keyfime. Ne yazacağımın ne planı ne programını önceden yapmadığım için ben de merak içindeyim okuyalım bakalım kalemi.

Bugün semt pazarı günüydü.
Öğlen vakti verdiğim pazar alışveriş siparişleri bugün beni eve kapattı. Belki de böyle olmasını ben istedim.

Saat üçte verdiğim sipariş nasıl olabiliyor da beş buçukta geliyor. En iyisi sabah erken saatlerde kalkıp gidip alıp gelmek, önceden olduğu gibi. Taşımak artık gözümde mi büyüyor nedir, anlamadım.
Ama beklediğime değiyor, sebzeler,meyveler, kavunun tadı.
Kokuyu alıyor musun Sevgili Günlüğüm✍🏻
Kapat gözlerini huzuru duy, huzuru kokla.

Mutfaktan, enine boyuna diğer odalara varana değin
reyhan şerbeti kokusu bak nasıl da yayıldı ve şu satırlarda kokmuyor mu reyhan reyhan eğil, kokla içine çek bak.
Mevsim reyhan mevsimi, o kadar da olsun değil mi?

Az evvel kaynar suyu ilave ettim bir demet reyhan, dört minik parça limon tuzu, iki dilim limon ve dört buçuk çorba kaşığı şekerin üzerine. Hemencecik verdi rengini, ardından kokusu çıktı eğildim üzerine buharın, gözlerimi kapattım ister inan, ister inanma. Dalından kopmuş reyhanların ekilişini duyumsadım. Bize nasip oldu bu demetteki mor yapraklardaki şifalar.

Sakinliğimize, sakinlik eklediğimiz bir günü uğurlamanın eşiğindeyiz.
Soğusun diye sabırsızlık göstermiyorum, demlenince alıverdim reyhanları. Hayattaki vazifelerini bitirmiş ölümlü gibi boylu boyunca cansız duruyorlardı kevgirde.

Herkesin vazifesi olduğu gibi kokusunu, rengini, tadını bıraktılar bu dünyada.

Bazen, edebiyat felsefe ile söyleşide bulununca öyle içinden çıkılmaz duruma giriyor ki insan, yemeden içmeden uzaklaşıyorum biliyor musun Sevgili Günlüğüm✍🏻
Sık sık vejeteryanlığa soyunuyorum, sonra bir halsizlik durumu içinde bulunca kendimi soluğu kasapta alıyorum.

Kasap demişken bir şey anlatayım; taşındığımız zaman yoğun araştırma sonucu bir kasap bulduk. Tertemiz dükkan, hayırlı işler dileyerek girdim kasaptan içeri.

Baba oğul çalışıyorlar. Alışveriş sonrası teşekkür ettiğimde merci diyorlar tebessümle çıkıyorum dışarı.
Tebessümüm “merciye.”

İlk duyduğumda şaşırmıştım, merci demesine kasabın. Muhitin etkisi zaar dedim, önce!
Ya da evlerinde Fransızca konuşuyorlar belki!
Dil alışkanlığı da olabilir.

Fatih’te hiç merci diyen kasaba rastlamamıştım.
Level’ mi atlamış (karşı -kıt-a- ) olasılıklar dahilinde,
ola da bilir; olmaya da bilir; muamma!

O gün; kan bulaşmamış tezgahta, kemikli eti sanat yapıyor gibi kağıt tabaklara hazırlıyordu oğlu.
Yarım kilo az yağlı dolmalık kıyma rica ediyorum.
İki parçada antrikot rica edeyim. Kasap dükkanı ama pırıl pırıl her yeri. İç bulandıran çiğ et kokusu yok dükkanda.
Bu da müşterinin ayağını oraya çeken bir durum olabilir etin lezzeti yanında.

Babası dolmalık kıymayı çekerken makinede, antrenman sonrası yorgunluktan dolayı, kendimi bırakıverdim sandalyeye.
Siz ne hazırlıyorsunuz demiş oldum oğluna. Kuzu’dan şunu, bunu demeye başladı. Yağlarını alıp dana kıymaya katınca daha lezzetli olduğunu söyledi.

Ne düşünerek sordum o soruyu bilmem ama, kuzu deyince kalbime bir şey saplandı.
Kuzu dediniz değil mi?
- Evet, dedi.
Kuzular ne kadarlıkken kesiliyor acaba.
(Demez olaydım.)

- Bıçağını kuzunun çelimsiz bir avuç eti olan kaburgaları arasında gezindirirken cevaplıyordu soru mu.
-Dört aylık!
-Dört aylık, deyiverdi.

Birden dünya yörüngesinden çıkmış, yamalı bohça gibi göründü gözüme,tansiyonum mu düşer gibi oldu.
Yoksa, tümü gerçek miydi bunların?

Sandalyeyi elimle sıkı sıkı tuttuğumu biliyorum , dünya yerçekimini bırakmıştı. Her şey havada uçuşuyordu ama her şey.
Atmosfer açılmış, koca karanlık gözlerime gözlerime sisle birlikte doluştu. Yıldızlar söndü, güneş elini eteğini çekti zifiri karanlığa gömüldüm. Havada uçuşuyordu kağıt tabaklar, kasabın kartvizitleri, cafcaflı naylon poşetler, dondurulmuş kuzu silüeti bile canlandı birden, hatta meee meee diye annesine seslendi.
Anneden ses yok!
Kancayla ayaklarından baş aşağı asılan dolaptaki koyunların biri belki anasıydı, dondurulmuş kuzunun!

Sandalyede havalanacak oldu; iyi ki pantolon giyiniyorum dedim.
Her şey hem birbirine çarpıyor, hem güm diye ses çıkıyor. Bıçaklar havada bir birini bilevliyor demirin demire. Demirin ete sürtünme sesi duyuluyordu. İçim ürperiyordu koyun, kuzu, inek, dana sesleri arasında.
Kulaklarımdan bu sesleri duyduğu için davacı olacağım!

Yerçekiminin yokluğuna karşın büyük uğraş sonucu ellerim yorulmuş bırakıvermiştim sandalyeyi ve dünya eski düzenine, ay ve güneş yörüngesinde ilerlemeye devam ediyordu.
Belki de tümü hayaldi. Korku tüneline mi girmiştim?
Bilmiyorum!

Ne, dedim titrek bir sesle.
Dört aylık mı?
Dört aylık mı, kesiliyor kuzular dedim, karnıma mideme yeryüzünde ne kadar ağrılı, sancılı kavga varsa doluştu.

Babası yakın gözlüklerinin altından bana bakıyor.
Dört aylık bebekken boğazları bıçakla kesiliyor hee. Sırf
bizler yiyelim diye demi!
Annesinin ahıyla, beslenelim diye?

Annelerinin memelerinde sütleri akarken yani diyebildim. Sol gözümden önce, sağ gözümden yaşlar bıraktı kendini.

Oğul kasabın, bıçağı gezinirken kuzunun üzerinde, işçiliği yavaşlamıştı bileğinde. Düşünmeye başladı genç kasap.
Belli ki mesleği ama, onun da evlatları vardı.

Ben dedim, nefesim kesilmiş,
zor nefes alabiliyordum konuşurken. (Hıçkırarak ellerimi dizlerime vurup, koyunların boynuna sarılarak ağlamak istedim ama yeri değildi.)
Ben dedim gözlerimi ve burnumu silmek için mendil arayışı içinde, ana yüreği işte! Şimdi bir de anneanne oldum daha da hassaslaşıyor mu insan bilemiyorum ama derken kağıt mendili çıkardım poşetinden.
Gözyaşlarımı siliyordum. Babası bana bakarken, oğulun gözleri etin üzerindeydi. İçlerinden ne olduğunu anlamaya çalışıyorlardı. Ya da nereden çıktı bu kadın geldi diyorlardı. Tıpkı benim, kendimi bildim bileli, her kasaba girişimde burada benim ne işim var deyişim gibiydi, belki de onların içsel cümleleri.

Yani dedim söze bir daha girerek.
Yani tamam, Allah yiyip beslenelim diye verdi belki ama bu kadar da değil. Dört aylık bebeğinin kokusuna doymalıydı anası.

Duygulu halimi anlayışla karşıladılar gibi bir hava vardı kasap dükkanında. Buyrun dedi babası durgun tebessümle.

Borcum ne kadar?

Bindörtyüz lira. Uzattım ücreti teşekkür ederim dedim; merci yerine.
Ayağınıza sağlık deyiverdiler.

Yorumlar

Başa Dön