Neredeyiz?
(Mehmet Ulaş ORAL) 10 Ekim 2007 |
Sanat |
| |
XX. yüzyıl ilk isyanların yüzyılıydı... Ya sonrası?? |
|
|
Yalnız ağaçların yaş halkaları sık olur. Konuştuğunda ya da göz kırptığında bir saniyenin içinden doğru; o saniyeyle birlikte başka saniyeler de adım atmaya başlarlar tarihin içine. Altın arayıcıları, konuşmayanlar, simyagerler peşine düşerler aynı zaman dilimine rağmen daha çok eskimiş olan ağaçların. O ağaçlar, üzerlerindeki dal yükünden arınmadan, dal ve yaprak yüklerinin ağırlığını da kaldırarak yaşamayı bilmişlerdir, işte o yüzden dik ve diri dururlar gövdelerindeki yaş halkalarının yoğunluğuna ve kalın gövdelerine karşın.
Nedir ki bir yalnız ağaç? Kuzey cephesi yosun tutmuş, toprağın dibinde de toprağın dışındakine yakın parça bırakan, sağlam, güçlü, her bahar yaprak açan, her hazan yaprak bırakan bir kalın gövde midir? Yanındaki dost ağacını ya da sevgilisini yitirmiş bir “çöl ortasında tek kalmışlık” mıdır yoksa? Yoksa bütün bunlardan oluşan bir karma hayat mı? Belki de hepsi...
İşte ben, bütün bu karma hayatlardan oluşmuş bir hayatın arzusuyla ilerleyen bir yalnız ağacım. Şehirde beni yaşatmamaya çalışan onca güç, onca değişim, onca farklılığa rağmen dimdik ayaktayım. Birilerine anlatıldığında değeri pek de olmayan yalnızlığımla birlikteyim. Bir kuyumcu vitrininde merak ettiğiniz tüm kuyumlardan değil, yeşilçamın içinde satılan küçük boncuklardan sadece biriyim ben ve benim anlatamadığım yalnızlığım.
Yalnız kalmak ya da yalnız olmak (farklı farklı ama içiçe), bir ağaç kadar kalın gövdeli olmayı gerektirmez. Eniniz ve boyunuz kalınsa kendinizi bir yalnız ağaç gibi görmeniz ahmakça olur. Eğer içinizde durmadan ilerleyen ve kemiren “şey”ler gitgide karın boşluğunuzu dolduruyorsa kalınlaşıyordur yaş halkalarınız.
Peki neden yalnızım? Seçtim mi, seçtirildim mi, kimim ben, neyim, neredeyim? Hepsinin cevabını o kadar iyi biliyorum ama ne kadar zor anlatıyorum. Yalnız bırakılmanın içimde uyandırdığı sevinç ve ilerleyen saatlere doğru bir halka daha kalınlaşan bedenimin içinde durmadan ilerliyorum birileriyle...
Bütün sessiz ve kimliksiz otel odalarını biliyorum, onlarla konuşur oldum, onların sır sakladıklarını, anlatamadıklarını ve dürüst olduklarını biliyorum. Kendime söylediğim yalanları, dışarılara bir türlü söyleyemeyip kendime söylediğim yalanları... Biliyorum, herkes yalan söylemelidir. Yalan, bir ihtiyaçtan doğar. Ama ben bir tek kendime söylüyorum yalanları. Biliyorum, bakılacak gözler, eski yunanın içinden geçerler; inanılırlar, sevilirler, ölümcül görünürler, özlenirler. Onları unutmayı başarıyorum.
İris: Gel artık... Ortalıkta kaldım... Yalnızlık ve aşka dair tiyatrolarda oynadım senin için. Tek değilsin, birisi değilsin, biliyorum ama gel! Düşümde boşuna kapladığın zamana yazık! Gel! Tanımadığım gerçek aşk! Tüm güzelliklerin ortak adı olarak koydum seni sözlüğe... Tüm masum kadınların şifresel adı. Gel, seni bekliyorum, gelmiyorsun.
Mabrahar: Neden çarpışıyorsun hâlâ? Kötülüğün, ucuzluğun, fahişeliğin kodu. Mabrahar! Git! Uzaklaş ve bir daha yanaşma yanıma benim!
İki kuvvetin arasında geçen savaşın ortasında yapayalnızım. Amaç ve gürültülerin arasında bir değer biçiyor yalnızlığıma kuyumcular, altın arayıcıları, gümüşseverler... en sonunda kapatıyorum tüm kapalı anlatımları bir gecelik dolaba, rahatlıkla anlatıyorum yalnızca bir gecelik olmak üzere... Konuşuyorum, susuyorum, yalnız bir ağacım ben, biliyorum, bir halka daha genişliyor vücudum...
|
|