|
Kısaltılmış sevgilerde eksilmiş insanlar vardı ve soğuktu; Yağmur çiseliyordu. Kuşatılmış bir sabaha uyanıyordu kıyı kasabalarının ölgün ışığında hayat...
Karşı yaka'nın ışıklarının geceyi aydınlatan yüzünde suçları gizlemek için bir neden yoktu ve bütün suçlar ve suçluları gün aydınlığına düşen huzmeler kadar buluttular ve hoyratça yağdırıyorlardı gökyüzünden asit yağmurlarını...
Meskun mahalden gelen bir yoksulluk gibi çığlığını salarken orospuluğun çaresizleyen yanı, yoksulluk hep var olduğu kadar gerçekti, bütün aşklar bundan almıştı payına düşeni...
Mutluluk neydi sıradan insan gözünde umulanın ötesinde dayatılandan başka... Mutluluk neydi bir imge yanılsamasından öte birşey miydi? Ki; Bütün insanlar aşık olmak ya da
sevdalanmak için can atıyordu...
Portakal çiçekleri ilkyaza ileti salarken, gelecekte bir günün Nevruz Ateşini körükleyecek insanlık; Aşkın dibine düşen ateşinde heyecanlı ve sabırsız, son cemrenin düşmesini beklemekteydi...
Ne kadar Ozon tabakası delik olursa olsun, henüz bozulmamış mevsimler vardı ve bir izdüşüm coğrafyasından sıyırıp zamanı ağır ağır yürümekteydiler hayata...
" Yaşanılandan öte bir anlamı vardı hayatın ve onlar bu hayatın temsilcileri gibi; inadına yaşamaktaydılar...
Zaman ağır bir geçiş seramonisinde mağrurca yol alıyor beyaz bir geminin pervane
sularında... Güzel insanlar ne kadar umutlu bir yolculuğa çıksa bile, dümen suyuna takılan sancılı hayatlar doğumundan arta kalan prematüre çocuk limandan el sallıyor... Belliki kalmakta olanla gitmekte olanın arasındaki farkındasız bir yaşamın alışkanlığından bi haber... Aidiyet duygularıyla bağlı olduğu yaşamda her ne kadar kastlaşmamış olsa bile o kadarda esnek değil!..
Sessizce sallanan bir mendilde, umursamaz bir aldırmazlık, köşe başlarını tutan işgalcilerin sergiledikleri aşklardan satın almak zorunda kalıyorla. " Mutlular(mı) kendilerince?"
Neden insan ansız yaşadığı anlarda hayatı içselleştiren şeylerden yoksun ve anlamsızlaşır? yok mudur hayatın bir değeri? " Her şey boşlanmış bir iç yolculuğunda, Sessiz iç çöküşlerine tanıklık eder..."
Sıradan bir gün soğuğu yaşanırken, bir zaman eşkiyasının hükmüne girmiş bu kıyı kasabasında...
Şimdi İstanbul'da olmanın hüznünü ve özlemini yaşamak görsel medya ekranından geçen vapurlarda; Binilmemiş ya da geç kalmış yolcular gibi yeni bir vapur saatini beklemek... Telaşeli bir adımdan korkulu bekleyişte; ya bir sevgilinin geciken randevusu ya da geç kalınmış bir işin mazeret üretme korkusu... Akşamcı bir sabaha yorgun uyanacak alışkanlıklarda, varsıl sofralarda gezinen hüzünlerde düş çalmak boğaza geçiş yapan gemilerden...
Her şey sarı güllerin orospu bakışlarında düğümlerken yaşamı, bir yerlerde yeni yanlışlar yapmanın nedametinden uzak, başka bir yanlışın kucağından seslenmek hayata...
Artık bir başka zamanın çocuğunun doğum sancısıdır evrilmekte olan...
"Suçlar ve pişmanlıklar! "
Gecenin öteki yüzünde gezinen sokak çocukları kadar masum ve safiyane, uyuşturulmuş göz kapaklarından süzülen evrenin aşk çocuklarıdır aslında...
Biz ki o masum gecenin saf
sevişgenliği kadar ihtiraslı ve orospuca bir isteriklik, mutluluk aramaktayızdır geceyarısı çalınan düşlerimizde; Bir kez kendimiz olabilme şansını yakalamışızdır o da yalnızlığımıza denk
düşmüştür...
Her ne kadar Üstadlardan biri demişse de nakarat olarak " Yalnızlık paylaştıkça azalır. " yalan söylediğinin kendiside farkındaksızın yaşamıştır aslında çoğullaşmayı ve kendi farkına varamadığı avutmaların öykünülmüş yanında; aslında yazdığı bir tek kendine olan aşıklığından geçen postmodern aşklardan yalıtılmışlıktır..
Mutlu olmak için ne çok neden varsa, umutlu olmak için bir o kadar daha çok neden vardır ve gizlenmiştir hayatın bir yerlerinde, Aşk_ı izdivaca düşen yürek nemi. Bulmak için bir zaman kaybından gelen korkaklık ve Sarı Gülün esnek yanlarında gezinen orospuluk ...
Sokaklarda geceden insan çalan sessizlik ve Denizin güne fırtına düşürecek olan dinginliği; Yarın bir izdüşümünden yoksun beyinler kadar Güneşsiz ve soğuk...
Soğuktu ve yağmur çiseliyordu... Kar yağmıyordu bu lanet olası kentin toprağında özlem duyan sevdasına, toprak kirliliğinden arındıramadığı bir yoksullukta aç ve çaresiz insan taşıyordu kendinden gelen göç mevsimine...
Zaman kayıtsızlanmış insan değişiminde aşk çalarken yolcusu olmayan gemilerde; " Zulasında saklayacağı.. " Mutluluk bu kıyı kentin
ırağından bir İstanbul sabahına düşüyordu...
Baygın gözlerindeki boşvermişlik ve sek içilen rakının beynindeki serhoşluk
" Sizler; küçük burjuva or..pu çocuklarısınız! "
Demek için daha erken bir sabahtır ve henüz güneş uyanmamıştır. Güneş uyandığında büyüyecek bir zamanın geç kalınmış ertelenmişliğine yakılacak olan ağıt gelecek bir zamana mutluluk saklamış mıdır? Bunu bilmeyecek kadar saf mıdır ki de Denizde korkak gezen balığın suskunluğundan çalınan bir hayata
sığınmıştır...
Kocaman bir İstanbul olunan anlarda aşka aldatmaca düşüren evcilik oyunlarından, oyuncakları çalınan çocukların ağlamasına sığındığı bir savunma alanıydı onunkisi ve mutluluk gölge çiçeklerinden saksılara tohum veren izdüşüm...
" Yalnızlığım sığınmacı aşklarda sevişgenliğimin orgazma ulaşma sanatının ustaca çizilmiş tablosu " Derken kendince ne kadar haklılık taşıdığı bir iç çelişkisinin sorgulayan
ve her yanlışta yeni doğrular üreten yeni doğrularından zamanda yanılsayan yanlışlarda kendini yenileyen biri gibi, elbiselerinden sıyrılıp çırılçıplak kalacağı tam doğrunun anını düşlemekteydi kendince...
Belki de birden aydınlanıverecek Dünya'nın bekleyişindeki çocuk tedirginliği ve Albatros vari gezintilerde yalnızlığa yüklenen serhoşluklar....
Bir karadeniz kasabasının hırçın öfkesinde damar bulan anarşistlik ve terkedilmiş kentlerde gezinen yalnızlık kadar üretgen olacaktı. " Kimbilir!..
Aşk :
" Bulnuması gereken yitik ülkenin; kayıp çocukları kadar hoyrat ve isyankar, bir o kadar da kaybedilmiş zaman
ötelemesiydi... Soğuktu ve yağmur çiseliyordu; Oyun bahçesinde oyun oynayan çocuklar, saf soğuğun ısıtan yüzünde yükledikleri sinerjinin pozitif enerjisini deşarj etmekteydi kendiliğindenci hayatları... Boşa harcanmamış her an, yaşadıkları an kadar özgürdü ve özgürlük yaşadıkları kadar
gerçekti... Büyümemiş insan kadar umutlu ve yarınsızlık taşıyan imgesellik düşürüyorlardı hayata ya sarıgül özgürlüklerinden dem çalan aşklara özgürlük şarkısı söyleyen esaret ve bağımlılığın içselleşmiş yolculuğu? Hangi maskeyi takarsa taksın, kendi maskesinden bir dünya yaratamayacak kadar statik ve edilgendi.
Açlık diz sürten alışkanlıkların paydasına eşit bıçak sırtı duruştu ve kesemiyordu hayatı... Bir kuru ekmek kavgasının ardında eksilten yoksulluk, ne kadar gelir dengesinde üçe beşe bölsede hayatı: az doyanlar, çok doyanlar ve açlıktan ölecek olanlar diyerek... Aşk hep vardı ne kadar sınıflansa bile kaygan sınıf bölünmüşlüğünde, sıçramalı geçiş modellerinin
varyasyonları umutta saklıydı...
" Ya umut; Beklentisine durulan mutluluğun gölge ağacıydı ve hep olacaktı...""
İshak
|
|