Tüm mutsuzluklar yokluktan değil, çokluktan gelir. -Tolstoy |
|
||||||||||
|
Modern sanatın ortaya çıkışıyla birlikte bu önkabuller sorgulanmaya başlanır. Sanat eseri, yani temsil, gerçekliğin ancak bir bölümüdür ve hiç kimse de gerçekliği tamamen ve bir ayna gibi tarafsız bir biçimde yansıttığını iddia edemez. Çünkü sanatçı da bir bakış açısına, bazı önyargılara sahiptir ve eserini oluştururken bunlardan etkilenir. Kaldı ki tamamen tarafsız olsa bile, gerçekliğin ancak kendisine yansıyan kadarını ortaya koyabilir. Picasso’nun öncülüğünü yaptığı Kübizm akımı da işte bu sanatçının tek yanlılığını, sınırlılığını aşma çabasıdır bir bakıma. Tüm o gerçek değilmiş gibi görünen figürler, gerçekliği yalnızca tek bir açıdan değil, farklı açılardan, yani olabildiğince tarafsız çizme çabasının ürünüdürler. Sanat ile gerçeklik arasındaki ilişkiyi resimlerinde sık sık sorgulayan bir diğer ressam Rene Magritte’dir. Birçok tablosu adeta bu sorgulamaya yönelik ilüzyonlardan oluşur. Ancak bu sorunsalı hiçbir ilüzyona başvurmadan, doğrudan ifade ettiği resmi, İmgelerin İhaneti (The Treachery of Images-1928-29) isimli tablosudur. Tuvale bir pipo çizmiş, altına da “Bu bir pipo değildir.” (Ceci n’est pas une pipe) yazmıştır. Öyle ya, o bir pipo değildir, bir piponun resmidir yalnızca. Gerçeğe ne derece yakın olursa olsun, o pipodan bir nefes tütün dumanı çekemezsiniz. Post-modernizm, gerçekçi ve modernist sanat anlayışlarını bir çok açıdan eleştirirken, ayrıca, sanat, sanatçı ve gerçeklik arasındaki ilişkiyi ve sanat eserinin üretimini de sorgulamış, bu sorgulama, zaman zaman bizzat sanat eserinin kendisi olmuştur. Örneğin ünlü İranlı yönetmen Abbas Kiyarüstemi’nin Arkadaşımın Evi Nerede? (Khane-ye doust kodjast?-1987), Ve Yaşam Sürer (Zendegi va digar hich-1992) ve Zeytin Ağaçlarının Altında (Zire darakhatan zeyton-1994) filmlerinden oluşan Koker Üçlemesi bu anlayışın en yetkin örneklerindendir. Üçlemenin ilk filminde, okul arkadaşının kaybettiği defteri ona ulaştırmaya çalışan bir çocuğun hikayesi anlatılır. İkinci filmde, ilk filmin geçtiği Koker Köyü’nde meydana gelen depremden sonra, ilk filmde oynayan köylü çocuğun hayatta olup olmadığını öğrenmek üzere köye gitmeye çalışan baba ile oğulun yolculuğu anlatılır. Filmde doğrudan ifade edilmese de baba, ilk filmin ya yönetmendir ya da film ekibinden biri. Hemen hepsi depremden zarar görmüş köylülerden oluşan oyuncular bazen ne söyleyeceklerini ya da ne yapacaklarını unutunca araya teknik ekipten insanlar girer ve çekimin devam etmesi sağlanır. Ancak bunların hiçbiri montaj esnasında kesilmemiş, filmin bir parçası gibi sunulmuştur. Bir yandan bütün o depremden yıkılmış köyler, yakınlarını kaybetmiş insanların çaresizliği belgesel bir gerçekçilikle yansıtılırken, diğer yandan da o an izlediğimiz şeyin bir kurmaca olduğu hatırlatılır. Asıl sürpriz ise üçüncü filmde saklıdır. İkinci filmin çekim sürecinde yönetmen, teknik ekip, oyuncu kadrosu ve köylüler arasında yaşanan ilişki, üçüncü filmin ana hikayesini oluşturur. Bu bakımdan üçüncü film adeta ikinci filmin kamera arkası görüntülerinden oluşur. Bir filmin yapım süreci, yani bir sanat eseri üretiminin bizzat kendisi de bir film, bir sanat eseri haline gelmiştir. Eğer yönetmeni özne, köyü ve köylüleri de nesne olarak kabul edersek, bu bir bakıma özne ile nesne arasındaki ilişkilerin de sorgulanması anlamına gelir. Bu “anlayış” ya da “teknik” Post-modernist sanat anlayışında meta-narrative (üst-anlatı / üst-kurmaca) kavramıyla ifade edilir. Bu teknikte sanat eserinin üretim süreci, o eserin bir parçası olur, hatta –yukarıda belirtildiği gibi- zaman zaman bizzat eserin kendisi haline gelir. Yine bu tekniğin Türkçe’deki en yetkin ve ilk örneklerinden biri de Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar (1970) romanıdır. Romanın girişinde önsöz, yayıncı notu ve uzun bir giriş kısmında, o romanın aslında gerçekten yaşayan biri tarafından yazıldığı; Oğuz Atay’ın (romanda gazeteci), bir şekilde kendisine ulaşan romanda adı geçen kişi ve olayların gerçekliğini soruşturduktan sonra romanı sadece düzenleyip bastırdığı anlatılır. Yine romanın içinde de romanın yazılış süreci anlatılır. Yani romanın kendisi, yazılma ve basılma süreci de roman kurgusunun unsurlarından biri olur. Post-modernist sanat anlayışında, gerçek ile temsil arasındaki sınırların da belirsizliğine vurgu yapılır ya da eğer böyle bir sınır varsa da aşılmaya çalışılır. Örneğin Post-modernist anlatının öncü ve en güçlü isimlerinden biri olan Jorge Luis Borges’in hikayelerinin çoğu, okuyan kişide bu hissi uyandırır. Hikayenin (kurmacanın) nerede bitip gerçekliğin nerede başladığını kestiremezsiniz. Öyle ki Borges’in kendisinin de aslında kendi hikayelerinden birinin kahramanı olduğu hissine kapılırsınız, onu okuduğunuzda. Temsil ile gerçeğin birbirine bulaşmasına, aradaki sınırın aşılmasına televizyon düyasından da birçok örnek verilebilir. Örneğin Rauf Denktaş’ın Kurtlar Vadisi dizisinde bizzat kendisini oynayarak Kıbrıs davasını (elbette kendi açısından) anlatması; George W. Bush’un Simpsonlar adlı ünlü çizgi filmde yine kendisini oynaması bunun en güzel örneklerindendir. Velhasıl, post-modern sanat anlayışı, gerçeklik ve sanat eseri arasındaki ayrımı ortadan kaldırmaya çalışır. Bunun için de sanat eserinin yaratım sürecini (yani gerçekliği) bizzat o sanat eserinin konusu yapar ve yine bununla ilişkili olarak da gerçeğin nerede bitip kurmacanın nerede başladığını belirsizleştirmeye çalışır. Orhan Pamuk’un Masumiyet Müzesi Projesi de işte bu anlayışın ürünüdür ve hatta onu bir adım ileriye taşımıştır. Romanı -henüz okumamış olanlar için cazibesini de ortadan kaldırmadan- özetlemeye çalışayım. İstanbul’un zengin ailelerinden birine mensup olan Kemal, uzaktan akrabası Füsun’a aşık olur. Ancak Kemal başka biriyle nişanlıdır ve nişanı bozmayı düşünmediği için, Füsun biraz da ona inat olsun diye başka biriyle evlenir. Kemal’in sonradan nişanı bozması da bir işe yaramaz, Füsun inadını sürdürür. Kemal aşkına küçük de olsa bir karşılık bulabileceği ümidiyle, çeşitli bahaneler bularak, Füsun ve kocası Feridun’un, Füsun’un anne babasıyla birlikte yaşadığı, İstanbul’un yoksul semtlerinden Çukurcuma’daki evlerini ziyaret etmeye başlar. 1970’lerin ortalarında başlayan bu ziyaretler zamanla sıklaşır ve bir süre sonra Kemal ailenin bir ferdi gibi olur ve on yıl boyunca her akşam onların ziyaretine gider. Ancak maalesef Füsun’dan hiç yüz bulamaz. Kemal Füsun’la tanıştığı ilk günden itibaren, ona ait olan küpe, toka, tarak vs eşyaları toplamıştır. Zamanla bu bir saplantıya dönüşür; Füsun’un içip söndürdüğü sigara izmaritlerini, evlerini ziyaretlerinde, ona Füsun’u hatırlatacak biblo, küllük, bardak gibi eşyaları gizlice alır. Karşılık bulamadığı aşkının tesellisini o eşyalarda arar bir bakıma. Sonra, yani her şey bittikten sonra, bu eşyaları kullanarak bir müze yapmaya karar verir. Füsunlar’ın evini müzeye dönüştürmek üzere satın alır. Dünyadaki müzeleri dolaşarak yapacağı müze için bilgi toplar. Koleksiyonculardan ve antikacılardan o dönemin gündelik yaşantısını ve elbette Füsun’la aşkını yansıtacak eşyalar satın alır. Müzesinin kataloğunun da tıpkı bir roman gibi, hayatını, aşkını ve o aşka tanıklık eden eşyaları anlatan bir roman gibi yazılmasını istediği için, uzaktan tanıdığı, bildiği yazar Orhan Pamuk ile irtibata geçer. Ona hikayesini anlatır ve Orhan Pamuk da bunu onun ağzından kaleme alır. Böylece ortaya Masumiyet Müzesi’nin romanı çıkar. Bu kötü özetten de anlaşılacağı üzere, yazar Orhan Pamuk, bizzat kendisi olarak romanının içine girmiş ve romanın –ve müzenin- nasıl meydana geldiğini anlatmıştır. Bu tekniğe üst-anlatı denildiğine ve hem sinema hem de edebiyatta birçok örneğinin olduğuna yukarıda değinilmişti. Dolayısıyla bunun, roman sanatı açısından çok özgün bir buluş olduğu söylenemez. Yine Pamuk’un bir romanına ismini veren “Cevdet Bey ve Oğulları”nın; Kara Kitap’ın varlığıyla yokluğu belirsiz köşe yazarı Celal Salik’in; Pamuk ailesinin, başta Kemal’in nişanında olmak üzere, birçok kereler romanda boy göstermesi de hoş sürprizler olarak değerlendirilebilir; ancak yine çok özgün oldukları söylenemez. Masumiyet Müzesi Projesi’nin asıl özgünlüğü, gerçek ile sanat eseri arasındaki sınırı tamamen kaldırması, anlatıyı / kurguyu dışarı çıkarmasıdır. Belki de Pamuk’un kendi kendine sorup mantıklı bir cevap bulamadığını yazdığı “Bu müzeyi neden yapıyorsunuz?” sorusunun cevabı da burada gizlidir. Gerçekte yaşamış olsun ya da olmasın, Kemal Basmacı ve tabi romandaki diğer şahıslar, Masumiyet Müzesi’nin kurulup, hikayelerinin orada sergilenmesiyle birlikte, cinin lambadan çıkmasına benzer şekilde, romanın dar sınırlarının dışına çıkmış, adeta gerçek birer karakter haline gelmişlerdir. Bugün romanı okuyan, müzeyi ziyaret edip Füsun’un içtiği sigaraların izmaritlerini sayan, ehliyet sınavına girdiği gün giydiği elbiseyi gören hangi cesaretli kişi, Kemal veya Füsun’un gerçekte yaşamadığını, onların yalnızca Orhan Pamuk’un zihnindeki karakterler olduklarını hiç tereddüte düşmeden iddia edebilir? Masumiyet Müzesi Projesi kurguyu dışarı çıkarmıştır ve işte ilk olan, bu projeyi önemli kılan özellik de budur. Pamuk’un kendisi de daha önce böyle bir şeyin yapılmamış olmasına duyduğu şaşkınlığı yazmıştır nitekim: “Daha önceden neden kimse böyle bir şeyi hayal etmemiş, bir roman ile bir müzeyi tek bir hikaye ile birleştirmeyi düşünmemişti.” “Kötü bir yazar iyi bir romancı olabilir mi?” Bu soru Tahsin Yücel’in, Orhan Pamuk’un Kara Kitap romanını eleştirdiği yazısının ilk cümlesiydi. O tartışma çoktan kapandı ama haddim olmadan acizane bir cevap verme hakkım olursa: Orhan Pamuk’u onunla aşağı yukarı aynı dönemde yazan başka yazarlarla karşılaştırırsak, belki Hasan Ali Toptaş kadar iyi bir yazar ya da İhsan Oktay Anar kadar iyi bir anlatıcı olduğunu söyleyemeyiz, ama kesinlikle iyi bir romancıdır-tabi eğer böyle bir kategori varsa.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Arkadaş Bozbay, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |