Bir deliyle başederken, yapılacak en mantıklı şey normal rolü yapmak. -Herman Hesse |
|
||||||||||
|
Belirli düşlerinin üzerine perde çekme isteği, bilirsiniz perdeler de şeffaftır. Sen izlenmiyorsun rahatlığıyla soyunursun ve dökersin kendini, bedenen-ruhen en açıklığıyla var olursun perdelerin ardında. Ve bir de belirli duygularını uzaklaştırma isteği, çünkü duygular tehlikeliydi, ayaklarımız olurlardı, biz düşlerin içerisine dalmışken duyguların yön bulma işine girişmesiyle daha önce bulunmadığımız ve bulunmaya korktuğumuz sokaklarda bulurduk ayaklarımızı. Böyleydi, rüyalarında yaşamayı isterdi. Sonra da korkardı. Çok korkardı. Korkunun kendisine savaş açan bir ilahi kraliçe gibi tahtında revahatte olmayı da yeğlemezdi bir bakıma. O böyleydi. Hep gülerdi. Kendi kendine gülerdi ki yetinebilme kavramını bu bağlamda öğrenmişti. Sonra da oturur kahkahalarının çığırtkanlığını yaparak en ulaşılmadık insanların bilinçlerini birer ok gibi kendi üzerime çekmeye ne gerek vardı diye oturup ağlardı. Ağlamasını da pek bilmezdi aslında. Ailesi öğretmemişti. Hiç öğrenmemişti ağlamayı, uzak soğuk ve ıslak bir tepkiydi onun için. Belki de başından beri en büyük korkusu öyle bir hal gelir de gözyaşları artık tadını yitirdiği vakit ondan bağımsız bir benlik edinir de gidip bir köşede oturur ağlar diye korkardı. Bak şimdi olmadı. Kendisini öncü bellemişti çünkü. Kendisi gibi olanların öncüsü bellemişti kendisini. Konuşurdu, en olmadık yerlerde konuşurdu. Bazen susması daha iyi olurdu ama fark edemezdi. Bazen de konuşması daha iyi olurdu ama sözcükler gidip saklanırdı en dolambaçlı kıvrımlarında zihninin. Bilmem. Belki de böyle olmamalıydı. Böyle sevmemeliydi insanlar onu. O zaman bu denli kabullenişin getirisi olan yayvanlığı edinmez, günün 23 saati oturup satırların alemine daldığı koltuktan biraz da olsa kaldırırdı adalelerini. Belki de kaldırmazdı. Belirsizlik olması iyiydi. Belirsizlik güzeldir. Belirsizlik güvendir. Oysa o sırtını hep soyutlamalara dayamıştı. Nefesini oluşturan ana elevanter bir iki rengin savaşın simgesiymişçesine dans etmeyi durdurmayışlarıydı. Hep soyuttu. Hep söylediğini sanıp susanlardandı. Gülüyor şimdi. Utanıyor ve bak yine ağlıyor. Az sonra koltuğuna oturacak ve bu sefer hiç dalmadığı karanlığa dalma cesareti gösterecek. Bana söz verdi. Bir de elveda dedi. Çok güzeldi. Kelimeleri güzeldi. Bir de kullanmayı bilseydi, bilseydi eğer ihtiyacı olduğunu sandığı olguların bir parmak dokunuşuyla rengini ve dokusunu kaybedip birer buluta dönüşeceğini, yaşayabilirdi. Ama bilmiyor. Yaşamayacak. En güzel rengi ölüme mahkum ettik. Size veda edecek sözcükleri seçemeyecek kadar yorgun üstelik. Bana söyledi. Hoşçakal diyormuş. Beraberinde bulutlarımızdaki şafağı da götürüyormuş. Şafak da hoşçakal dedi. İnsanlık hoşçakal dedi. Ve umut da.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Elif ÖZKAN, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |