..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Pek çok doktorun yardımı ile ölüyorum. -Büyük İskender
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Şiir > Öyküsel > Aslıhan Tibet CEYLAN




24 Mart 2014
Mutluluk Diyeti... 1. Koşul  
Bir mum yakıp masaya oturdum. Cama vuran yağmur taneleri, semaverin cızırtısı, minderde uyuyan kedilerim, mis tarhana kokusu, mutfağımı adeta Maksim Gorki'nin ana romanının bir sayfasına çevirmişti

Aslıhan Tibet CEYLAN



:AGAB:
Sahibi olduğumuz her şeyi sevmek... Doğa ananın ruhunu hissetmek…

O akşam Ankara her zamankinden daha griydi. Soluk sokaklardaki mesafeli telaş, evlerine ulaşmaya çalışan insan kalabalıklarıyla sıradan bir gün sonunu yaşıyordu… Politikanın merkezi olan bu şehir, son 65 yıldır Filistin tepelerinin etekleri gibi asla huzura kavuşamamış soluk, soğuk ve gri kalmıştı. En çok akşamları böyle hissettirirdi sakinlerine kendini. Ama sabahları babacan bir aydınlık hissi uyandırırdı yarı aralanmış gözlerde.
Yine de sevilirdi. Ayrıcalıklı bir duyguydu Ankaralı olmak. Kitap kokardı insanları. En sıradan diyaloglar bile çoğu zaman tiyatro replikleri gibiydi. Sanat ve siyaset akşam sofralarının neşesi, Kızılay meydanı, tüm ülkenin sesi... Sonbaharın en güzel resmiydi bu şehir. Bir fincan kahve içmek için alelade bir kafeye oturduğunuzda bazen Frank Sinatra New York diyerek kahvenizin köpüğü olurdu, bazen de Pink Floyd müziğin felsefesiyle şekeriniz...

Denizi… öyle hayran bırakacak kadar güzel bir doğası yoktu, yine de huzur verirdi insanlarına. Marifet de bu değil midir? Hayatı daha yaşanır kılmak için sahip olduklarımızın kötü taraflarını kabullenip iyi taraflarının tadını çıkarmak.
Bu düşünce denizinde yol alırken evime çok yaklaştığımı fark ettim. Gün bugün de başını alıp gitmek üzereydi. Kararıyordu şehir, beton manzaralı tepelerde. Ankara’nın dolu dolu çocuk gözleri ağlamaya başladı. Oyle güzel ıslanıyordu ki caddeler, bu manzara bile sevdirmeye yeterdi bana bu şehri.

Sahip olduklarımızı sevmek için binlerce sebep bulabiliriz. Nedense nefret etmek için bu eforu sonuna kadar sarf ederiz de sevmek için hep kıstaslarımız vardır. Ne gaflet!

Bir durak önce inip yürümeye karar verdim. Usul usul sarıldı saçlarıma yağmur. Ince bir ip misali yağıyordu. Durmadan yürüyordum. Gülümseyerek, huzurlu, hayran, sırılsıklam... Toprak bütün kokularını sürünmüş, buram buram hücrelerime "Uyanın, yenilenin! Bereket geldi!" komutunu veriyordu. Uzun uzun nefes alıp verdim. Her nefeste bu farkındalık için yaratıcıya şükranlarımı sunarak yolu kedimin oynadığı yün yumağına çevirdim. Uzatmak için ıslandım. Tüm kötülüklerin toprağın ruhuna gittiğinden emin olana kadar ıslandım. Doğa ananın suyu bizi en iyi temizleyen nimetlerin başında gelir: yağmur, deniz, ırmak vs.

Sokağın başına vardığımda kedilerimi penceremde yine beni beklerken buldum. Sahane bir kış klasiği. Bu anı mükemmelleştirmek için önce sıcak, uzun bir banyo sonra; kitap, battaniye, ıhlamur ve yağmur…
Kapımı, kedilerimin telaşından geldiğimi anlayan emektar abla açtı. Çantada anahtar aramamak, evde birilerinin olduğunu bilmek ne hoş bir duygu bir yalnız için…
Evim tertemizdi. Minnet dolu gözlerle ben, o nasırlı ellere bakarken, "Hoş geldiniz." dedi, "Siz seversiniz diye semaveri yaktım, bir de tarhana çorbası yaptım, üşümüşsünüzdür. Sıcak sıcak için haydi, Allahaısmarladık." ve gitti. Ayağıma dolaşan canlarımı sevmeye çalışırken saçlarımdan damlayan yaşlar, odalara kaçışmalarına sebep oldu.
Uzerimi çıkarıp banyodaki buhurdanlığa birkaç damla sandal ağacı yağı damlattım. Böyle günlerde en iyisi odur, koku buharla birlikte akciğerlerimize geçer ve soğuk algınlığını anında tedavi etmeye başlar. Bu koku ayrıca üşüdüğümüzde gerilen adalelerimizi gevşetir. Bu etki vücudumuzun ciddi oranda rahatlamasını sağlar. Cok rahat uyuruz ve dinç uyanırız. Eğer banyodan sonra dinlenmek niyetinde değilsek, canlı olmak istiyorsak; son durulama suyuna 2 damla okaliptüs yağı damlatırız ve saatlerce dans edebilecek kadar canlanırız. Ayrıca nefesimiz açıldığı için beyin "şarkı söyle" ya da "konuş" komutu verir. Bu muhteşem banyo sonrası kalın pijamalarımı giyip mutfağa ilerledim. Hava iyice kararmıştı, ışığı yaktım. Anında ışıklar gitti. Bir mum yakıp masaya oturdum. Cama vuran yağmur taneleri, semaverin cızırtısı, minderde uyuyan kedilerim, mis tarhana kokusu, mutfağımı adeta Maksim Gorki'nin ana romanının bir sayfasına çevirmişti ve dönüp bir kez daha kendime "Mutluluk ve huzur hep yanı başımızda." dedim. Yapmamız gereken tek şey görmek ve hissetmek…
O eşsiz kokuya daha fazla kayıtsız kalamayıp çorbamı ısıttım. Daha önce artan ekmekleri fırında kurutup çorbalar için bir kavanoza koymuştum, kasemin içerisine bir avuç attım ve kaşığımdaki lezzetin ağzımda dağılmasının keyfine bıraktım kendimi. Tam bu sırada tarhana çorbasının hikayesi geldi aklıma:

''Vaktiyle bir hükümdar, seferlerinin birinden dönerken bir fakirin evine misafir olmuş. Sıkıntı içinde ne ikram edeceğini şaşıran köylü kadın, daha önce yokluktan mutfağında ne varsa karıştırıp yaptığı o çorbayı pişirmiş. Hükümdar kendisine ikram edilen çorbayı çok beğendiğini belirtip "Bu ne çorbası?" diye sormuş. Kadın da "Dar hane çorbasıdır. Kusura bakmayın. Afiyetle yiyin bu fakir çorbasını." demiş. Hükümdar, "Bu fakir çorbası saraylara layık. Tez aşçı başına emir verin, bundan sonra sarayımın en kıymetli çorbası budur. Ziyafetlerde bu çorba yapıla!" diye ferman vermiş. Fakir ev sahibi öylesine şaşırmış ki aklı bir türlü bu duruma erememiş, çünkü onun gözünde bu çorba fakirlikten, mecburiyetten yapılmış bir çorbaymış; bir türlü artık sarayda pişeceğine inanamamış.

Bu küçük öykü benim için asla bir çorba hikayesi olmamıştır. Hayatın ta kendisidir. Çorba, insandır; ev, bize dayatılanlar; kadın, razı oluşumuz; padişah, hayallerimiz, çabamız... Çorbanın malzemeleri, kabiliyetlerimiz, eğitimimiz, gücümüz; saraysa, layık olduğumuz, olmamız gereken yer... Simdi kararımızı verelim; darhane çorbası mıyız, sarayın bol tereyağlı tarhana çorbası mı?

Aslıhan Tibet CEYLAN



Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.

Yazarın öyküsel kümesinde bulunan diğer yazıları...
Mutluluk Diyeti...


Aslıhan Tibet CEYLAN kimdir?

Bir Garip Tibet Kahve, Kitap, Kedi Avcısı. . . Arar, Bulur İçer, Okur Sever Resmeder Ölümsüzleştirir. Hep MUTLUDUR. .

Etkilendiği Yazarlar:
Gogol,Kemal Tahir ,Jack London,Jean-Paul Sartre,John Steinbeck


yazardan son gelenler

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Aslıhan Tibet CEYLAN, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.