Bir insan bir kaplaný öldürmek istediðinde buna spor diyor, kaplan onu öldürmek istediðinde buna vahþet diyor. -Bernard Shaw |
|
||||||||||
|
Menteþelerinden yýrtýlmaya koþan kapý, ne içerdekilere ne de dýþarýda býraktýðýna bakmadan, yüzünü gözünü döküp kasnaðýna kilitledi kendini hýnçlý bir sesle… Herkes ve her þey susmuþtu, bu sarsýntýdan ne bir adým daha atmaya ne de ses çýkarmaya kalmayan mecal, yýðýlmak istercesine aðýrlaþtýrmýþtý kendini dizlerde ve sözlerde… Gece, dýþarýdan girip merdiven boþluðuna, sinsice týrmanýyordu basamaklarý… Ayaklarýnýn ucunu yakalayana dek bekledi adam gecenin istilâsýný, kalan tüm cesaretini, basamaklarý inip bedenini, betonla doldurmuþ gibi, sokaklara sürüklemeye topladý. Kapýnýn ötesinde býrakmýþtý bulaþýk suyundan hallice ýþýðýn altýnda ruhu üþüyen karýsýný, borç senetlerini mümkünsüz, yakýnlarýnýn yýllarca biriktirdiði kinlerini, kapatmak zorunda kaldýðý iþyerinin cefalý anahtarýný ve dahi umutlarýný, arzularýný, elbette hayallerini… Yetimliði hiç bitmeyen arka sokaklarýn itleri, baldýrlarýndan ümitlenmedeyken koþtu, koþtu, koþtu… Yol yoktu ona aheste yürüsün, ýþýk yoktu ona heveslensin, isim bile yoktu ona kendini bilsin… Koþtu, koþtu, koþtu; ama býrakmadý ki nefesi ölsün. Düþ kýrýklarýnýn güçsüz býraktýðý elleriyle gýrtlaklamaya kalktý nefesini, acý bir fren sesiyle koptu elleri boynundan, açýldý iki yana, uzandý ayrýca gözlerini yakan farlara… Ýki far ýþýðýyla kopardý kendini yol ortasý cinnetten hiçbir þey olmamýþ, kimse de suratýna trafik sövgüsü yollamamýþ gibi dolmuþ duraðýna seðirtti, gelen ilk dolmuþla þehir garajýna gitmek üzere yýktý kendini koltuða… Bodrum’a bir otobüs bileti… Yolcu biletinden öte bir þeydi bu 33 numaralý koltuðun sahipliði; üç seçenekten biriydi: Gidecekti ve yüzerek Yunan adalarýna kaçacaktý, gidecekti ve kimliksizleþerek kaný çekilip kuruyana dek yiten bir balýkçý olacaktý; gidecekti ve bilinçaltýnda yaþamý boyunca istemsiz biriktirdiði orospuluðu, en uçlarda ve hayvanca yemleyecekti. Her halûkârda unutmaya mahkûm edecekti tüm tinsel ve tensel coðrafyalarýný, arslanlarýn yaþadýðý yerlere gidebilseydi, zevkle de seyredebilirdi etlerinin lime lime ediliþini… Sabaha karþý göründü Yokuþbaþý… Ölüm, bu kadar mavi olabilir miydi ya bu kadar sakin? Olamaz elbet, diye geçirdi içinden, elmanýn içindeki kurdu, sen ýsýrana kadar ne denli özenle sakladýðý geldi aklýna, ceketinin koluyla koparmak istedi tek tek, kurt tadý düþmüþ papillerini, konuþmaktan vazgeçen dili, hafýzasýný yitirecek ölçüde hýrpalandý kumaþýn altýnda… Ne valizi vardý ne parasý… Kayaya çarpýlan bir ahtapot gibi içindeki zehir çýkarken ölmek içindi karaya vuruþu. Kendini attýðý bu sahil çaresizliðini örtecek kadar büyük deðildi; ama haykýrýþlarýný tüketecek kadar sessizdi… Sabýrla, teker teker, baðrýný aça aça yuttu haykýrýþlarý, sonra doldurdu yutaða serinliðini, sonra tekrar söktü hançereden kalan son çýðlýklarý… Sadece baðýrarak ölebilir miydi bir insan bilmiyordu adam; ama biliyordu ki baðýrarak delirmek pek mümkündü… Bayýldý… Belki de aklý yelken açtý, terk edip karmaþýk evini… Zamansýzlýða aralandý gözleri, beyaz bir silüet kumlara deðmeden ve býrakmadan ayak izini yaklaþtý fütursuz. Anlamaya çalýþma çabasý bile göstermeyecekti, “Banane!” deme halleri çökkün omuzlarýnda þýmaralý epey zaman olmamýþken. Gözlerini býçak gibi kesen beyazlýktan kurtulmak için doðrulmaya çalýþtý yýðýldýðý yerden. Gülümseyen bir beyazlýk esti kirpiklerine. Bu dünyaya ait olmayan bembeyaz bir kadýn vardý sanki karþýsýnda, Cennet’te olduðuna hükmetti bir an, gevþetti kastýðý vücudunu, gözleriyle Tanrý’yý aradý… Uçuþan beyaz etekler, adamýn tam önünde kumlara sokuldu ve sokuldukça oyuldu kumlarýn karný, bir çukur oluþtu… Çukur, beyazdý ve doluydu; neyle doluydu anlamak olanaksýzdý körelmiþ dimaðla. Öylece bakýyordu beyaz çukura, esintilerin minik dalga yayýlýmlarý çukurdakinin sývý bir þey olduðuna delil olmak için sýraya giriyordu. Silüetin zarif elleri, adamýn düþ kýrýklý ellerine uzandý, þaþýrdý ve ürperdi adam: “Ne kadar beyaz ve ne sýcak eller!” diye yadýrgamaktan alýkoyamadý kendini, yanýyordu elleri ateþe tutulmuþ gibi… Zarif ellerin yardýmýyla iki elini beyaz çukura soktu ve yavaþça çýkardý. Beyaza kesmiþti adamýn da elleri ve ayný dalga salýnýmlarý parmaklarýnýn ucuna deðin gidebiliyordu; býraksa akacaktý bilekleri… Zaman araladý gözlerine maviyi… Ýþte o an halisünasyon gördüðünü düþündü ve gücünü toplayýp kalkmaya yeltendi, ellerini dayanak yapmak istediðinde onlarý gördü; o bembeyaz elleri… Bedenine ait olmayan bir parçaymýþ gibi söküp atmak istedi ellerini, kumlara gömdü; çýkardýðýnda deðiþen bir þey olmadýðýný da gördü. Tüm eylem yine hançerenin hýrýltýsýna ihale edilmiþti, hem baðýrýyor hem koþuyordu delirmiþ gibi. “Ýyi de olmuþ halleri”yle koþuyordu; delirmiþliði, kurtulmuþluðu olabilirdi üç seçenekten… Koþtukça uzaklaþtý sahilden üç beþ insanýn dehþete sýðýnmýþ bakýþlarýna aldýrmadan bir saçak altý, bir duvar dibi aranmaya baþladý gözleri; sýðýnacak ve sýðýndýðý yerde küçülecek küçülecek, nihayetinde yok olacaktý ümidince… Denedi bir saçak altýný, olmadý; bir duvar dibine çarptý kendini, olmadý, bir daha çarptý, yine olmadý. Ýterek cezalandýrmak istedi kayrak taþlarýndan azamet yükselten duvarý. El el kaldý beyazlýk… Sevindi, ellerini kurtaracak olmanýn heyecanýyla sýrtýný kaþýyan bir hayvan gibi sürtündü varlýðýyla duvara… Olmadý, gelmedi eski elleri geriye… Emanet taþýr gibi hemen yandaki bir taþ evin salaþ böðrüne dayadý ellerini, oraya yapýþsýnlar bir daha da ayrýlmasýnlar dercesine böðrüne böðrüne sokuldu; ama ne çare… Bir beyaz lanet, gelip oturmuþtu avuçlarýna… Ellerini kapýp yeniden bir diðer duvara koþtu, soyana kadar sürtecekti ellerini hatta belki de tüketene kadar uzuvlarýný deðirmen taþýyla öðütecekti… Olmadý… Geride býraktýðý üç duvarda hamlesi yapýlan cinayetin beyaz kanla býrakýlan ipuçlarý vardý, üstelik katil açýkta ve 'mahal'i, cinnetine boyamak adýna yalpalayýp duruyordu. Bîtap düþtü… Yüzüstü kapaklandý yere… Etraftan ne olduðu ayýrt edilemeyen birtakým sesler duyuldu… Keskin kolonya kokusuyla açtý gözlerini, tenleri kavruk üç beþ insan “Ýyisin, iyisin!” Derken arkalardan gelen cýlýz ses, kim olduðuyla nerden geldiðiyle ilgili fýsýltýlarý salýyordu kulaklara. Kýr kahvesinin yan yana sýralanmýþ ahþap sandalyelerinden sýrtýný ayýrýp oturdu, önüne býrakýlan çaya uzandý elleri, elleri eskisi gibiydi… Yöresel ekmekten kopardýðý bir parça bile yadýrgamamýþtý ellerini. Kendisine sorulan hiçbir soruya yanýt vermedi, duymadý bile birçoðunu hem duysa ne diyecekti; dilsizi oynamak en kolayýydý. Boðazý ýslandýktan ve karnýný doyurduktan sonra yaþadýklarýnýn ne olduðunu anlamak üzre kimseye bakmadan kalktý ve ayný sahile yürümek üzre yola koyuldu. Sahil, sessiz deðildi sabahki gibi… Tadilatýnýn sürdüðü belli olan bir dükkanýn kapý kenarýna iliþti sakince… Ýstedi ki gün bitsin, herkes gitsin; öyle de oldu. Gün batýnca iyiden iyiye sakinleþti hem deniz hem sahil; ama gittikçe soðudu hava… Doðu’nun karlý daðlarýnda yapmýþtý askerliðini, bilirdi soðukla baþ etmeyi; ama ruhu üþüyen bir insaný hiç kimsenin ve hiçbir þeyin ýsýtamayacaðýný da bilirdi. Saðý solu arandý, bir branda eskisi buldu, içine girdi, yýllarca uykusuz kalmýþçasýna yumuldu uykuya. Unutmaya kýsa bir çaredir uyku, koynuna sokulmayý baþarabilirsen… Ne kadar uyuduðunu anlayamadý, yüz yýl kadar mý yoksa bir dakika kadar mý? Ayný beyaz silüet ona doðru geliyordu, denizden geliyordu yine, nedense hiçbir yeri ýslak görünmüyordu. Kýpýrdayamadý bekledi öylece. Ayný seramoni yinelendi, kumda açýlan çukurda beyazlýk vardý ve zarif eller yine kavramýþtý adamýn elini ve bu beyazlýkta yýkanýyordu elleri. Neden sonra zamana açtý gözlerini ve ellerini dalgalanan beyazlýkta gördü bir kez daha, delirmeye baþladýðýna hükmedecekti biraz muhakeme gücü kalmýþ olsaydý. Fýrladý yerinden, koþtuðu yola bile bakmadan gözleri ellerinde kilitliyken, beyaz çýldýrmýþlýðý býrakacak bir yer arandý. Önüne ilk çýkan evin duvarlarýna sürttü ellerini yýrtarcasýna, boyunun yettiði her yana sürdü defalarca. Çýkmadý lanet… Hemen bir diðer evin duvarýna yeltendi, yerden ellerinin uzanabildiði her yere deðin beyazdan kurtulmaya çabaladý, yer kalmadýðýnda bir baþka duvara atýldý... Gece boyunca duvarlara yaðdýrdý ellerini, kaç duvar nasiplenmiþti bu paralamalardan bilmiyordu, sayý sayamayacak kadar gitmiþti aklý baþýndan, 33 numaralý evin duvarlarýna ellerini yýðdýðýnda bayýldý… Günün sabahýnda evlerinin duvarlarýný düzensiz beyazlara çalýndýðýný gören yöre insaný bir yandan söyleniyor, bir yandan da bunu, kimin yaptýðýný öðrenmek istiyordu ve herkes birbirinden medet umuyordu yanýt konusunda. Üstelik tek sorunlarý bu da deðildi; zira kurtulmak istedikleri beyazlýk her ne yaparlarsa yapsýnlar çýkmýyordu. Üstüne baþka boyalar sürmeyi bile denediler; ama ne çâre… Hiçbir renk kapatmýyordu düzensiz beyazlarý… 33 numara, kapýnýn dýþýnda kalmýþtý; adamsa içerdeydi. Hiç bilmediði bir evin içinde. Belli ki evin kapýsýnda yýðýldýðýnda birileri onu içeri almýþtý. Ýtiraz edecek mecali de yoktu zaten. Ahþap merdivenleri inen sakin ayak sesleri duydu ve gözlerini merdivenin görünen en üst basamaðýna astý. Görünen ojeli ayak parmaklarýnýn hemen ardýndan beyaz þifon elbisenin içinde basamaklarý inmeyen, âdeta basamaklardan süzülen bir çift mavi gözün sahibesi, sýcak tebessümüyle varlýk buldu. “Günaydýn” dedi önce kadýn, “Epeydir uyuyorsunuz, sizi kapýda baygýn halde buldum ve zorlukla içeri sürükledim; bu yüzden yerde yatýyorsunuz, yoksa o kadar da kötü bir ev sahibesi deðilimdir.” dedi. Duyduðu sesin yumuþaklýðýnda neredeyse bir baygýnlýk daha geçireceðini zanneden adam, aðzýndan çýkan sese kendisini yabancý hissettiði halde: “Yani yalnýzsýnýz ve ne idiðü belirsiz bir sokak serserisini evinize mi aldýnýz?” diye sordu. Kadýn, umursamaz tavýrla güldü: “Evet, daha önce görmediðim birini evimin içine sürükledim; ama ne idiðü belirsiz birini deðil.” dedi. Adam: ________Anlayamadým… Çok iyi bir insan olmalýsýnýz, dedi, kadýn eline sýcak kahveyi tutuþtururken. Bir süre sessizlik oldu, doðan boþluðu doldurmak için adam, boðazýný temizlercesine hýmladý bir iki kez. Kadýn: ________Yöre halký, sizi arýyor; ama aradýklarýnýn siz olduðunuzu bilmiyorlar. Saatlerdir duvarlarýndaki beyazlýklarý çýkartmaya çare arýyorlar, sonunda kesin çözümü bulacaklarýný düþünüyorum, deyip yarýmaðýz güldü. Devam etti kadýn: ________Sizin için hazýrladýðým þeylerden yiyiniz lütfen, siz karnýnýzý doyururken ben karþýdaki odada olacaðým, bir þeye gereksiniminiz olursa bana sesleniniz lütfen. Masanýn üzerindeki yiyeceklere baktý adam, haþlanmýþ yumurta, biraz bal ve bir dilim peynirden ibaret olan kahvaltýsýný bir nefeste yutabilirdi; ama öyle yapmadý, düþünmeye gereksinimi vardý, anlamaya… En çok da hazmetmeye yaþadýklarýný… Nice zaman sonra banyonun yerini sormaya yeltendiðinde, kadýna nasýl seslenmesi gerektiðinde tereddütte kaldý, bir adý olmalýydý seslenmek için, þimdi kalkýp:” Heyy! Bayan, banyonuz neresi?” diye soramazdý. Karþýdaki odaya doðru yürüdü, odadan çoðalýp salona dolan ýþýk gözlerini kamaþtýrdý, yine de sordu:”Gelebilir miyim yahut siz gelir misiniz?” Kadýn seslendi umutlu bir sesle:”Lütfen gelin, çekinmeyin, burasý benim atölyem.” dedi. Ýçeri seðirten adam, ilk olarak arkasý dönük olan kadýný gördü ve ardýndan onlarca resim ve bembeyaz tuvalleri. Kadýn þövalesine dönük yüzünü, adama çevirip ona doðru yürüdüðünde, adam, yapýmý süren tabloyu gördü. Nefesi, çýkacak yeri bulamýyormuþ gibi içinde dolandý durdu, bembeyaz kesildi suratý, kahverengi gözleri bulandý ve olduðu yere çakýldý kaldý. Tuvalin üzerinde sahildeki silüet vardý, beyaz bir denizden çýkýyordu ve elinde rüzgârýn þýmarýklýðýna býrakýlmak üzere bir tomar kâðýt… Uçuþan kâðýtlardan bir kýsmý mavi bir buluta yürüyordu… Saymayý akýl etseydi 33 tane kâðýt olduðunu da anlayacaktý; ancak aklýnda baþka sorular vardý, zorluklarýný ve tesadüfleri kavrayacak dimað dinginliðine ve gücüne sahip deðildi. Hemen oracýktaki tabureye oturma gereksinimi duydu. Bakýþlarýný ayaklarýna taktý, o ayaklar deðil miydi anlamlarý karmaþaya dönüþtüren; aklýný, buraya sürükleyen? Yoksa aklý mýydý ayaklarýný buraya getiren? Ne çok soru vardý, sanki gözlerini kýsarsa daha net düþünebilecekmiþ gibi, kýsýk gözlerini koruyarak kaldýrdý baþýný ve gayri ihtiyari pencereden gelen ýþýðý ayrýmsamaya çalýþtý. Pencerenin yanýndaki tabloda, boyundan bölünmüþ “8” vardý, sanki iki tane 3 kafa kafaya vermiþ ve aralarýndan ýrmak misali zamaný akýtmak istiyorlardý, sað alt köþede bir beyazlýkta neredeyse birbirine yüz yüze, yatay biçimde kapaklanmýþ, sekiz olmuþ iki tane 3 vardý ki matematikteki adý “sonsuzluk iþareti” olan lemniskat eðrisi idi. Evin sahibesi, olaný biteni en baþýndan biliyormuþçasýna kendinden emin adýmlarla pencerenin yanýnda ýþýðý içmeye hazýr duran tablonun yanýna yürüdü: _______Yaygýn adýyla “infinity sign”, yani “lemniskat eðrisi”, biz sonsuzluk iþareti diye adlandýrýyoruz, ne güzel bir ad deðil mi? Ýki tane 3, biri, diðerine sýrt verince 33 oluyor ve 33’ün karesi 1089’dur. 1089 sihirli bir sayýdýr, sonu sýfýrlý olmayan üç basamaklý ve üçü de farklý olan rakamlarla yapýlan oyunlarýn sonu hep bu sayýya ulaþýr, örneðin: 825 Bu sayýnýn tersini alalým ve küçüðünü büyüðünden çýkaralým 825 – 528 = 297 Çýkan sonucu tersiyle topladýðýmýzda: 297 + 792 = 1089 bulunmuþ olur. Adam, iyice afallamýþtý, mühendislik okumuþtu sayýlarý tanýrdý; ama daha bugün gördüðü mavi gözlü bir ressam kadýndan matematik dinliyordu, dünya delirmiþ olmalýydý yahut kendisi. Kadýn, adamýn þaþkýn bakýþlarýný umursamadan devam etti: ________Gelelim lemniskat eðrisine; sonsuzluk tanýmlamaz ya da taným kaldýrmaz demek daha doðru; çünkü ne kadar taným yapmaya kalkarsak kalkalým yapacaðýmýz taným, sonsuzluðun ölçülerinde olmayacak, bildiðimiz evrenin ölçülerinde olacaktýr. Ben, baþka bir açýdan anlatayým istiyorum: LEM, Arapçada “terk etmek, býrakmak, parlamak, parýldayýþ” demektir; ÝSKAT ise “sukût ettirmek, razý etmek” anlamýndadýr. Adam, hemen atýldý: ________Peki ya arada kalan “n” harfi nedir? ________Sizsiniz, dedi kadýn. Anahtarýnýz, çözmeniz gereken gizeminiz ya da denkleminiz, bir baþka deyiþle aþmanýz gereken daðýnýz. Kendinizi parýldayýþa býrakýp sükûnetinizi, dinginliðinizi bulabilmeniz için yaþamanýz gereken çalkantýndýr. Sular, bu çalkantýdan sonra billurlanýr, þöyle de denebilir: “Cennet’e giden yollar, Cehennem’den geçer!” ardýndan anlamlý anlamlý güldü kadýn. Hem her þeyden hem hiçbir þeyden söz edercesine sakindi, devam etti: ________Kýzýlderililer ne der bilirsiniz: “Yýldýzlar sadece dingin sularda yansýr.” Adam: _________Yani ben þimdi kendi çalkantýlarýmý aþarsam, aþma becerisini gösterirsem dinginleþip huzur bulacaðým öyle mi? _________Evet, hem siz hem yakýnýnýzda olanlar huzur bulacaklar ve kuyunun dibini görüp ayaðýný yere vurup çýkabilenlerdir gerçek insanlar, diðerleri ise henüz gerçekle yüzleþmemiþ olanlardýr. Ya kuyuda kalacaksýn ya da kuyudan çýkacaksýn. Kahýr, armaðandýr doða(L)dan dönüþtürebilene… _________Ya bu beyazlýklar ne, neden beyaz? _________ Beyaz, tüm renklerin baðrýdýr, tüm lekelerin de sergi salonu. Ne olmak istiyorsak “o”dur. Siz, her þey güzel olsun istediniz ve baþardýnýz da. Adam, kendisiyle alay ediyormuþ gibi üstüne baþýna, haline bakýp kendine gülmeyi sürdürerek. _________Neyi baþardým? Þu halime baksanýza! _________Asýl siz dýþarýya baksanýza! Adam, kurulmuþ bir oyuncak gibi çakýldýðý yerden koptu ve ýþýðý içeriye akýtan pencereye ulaþtý, yoðun bir ýþýk gözlerini kamaþtýrdý ilkin, bir an hiçbir þey göremedi, sonra ayrýmsadý. Yol boyunca sýralanan evlerin bir kýsmý beyaza boyanmýþtý, bir kýsmý da yöre halký tarafýndan boyanmayý sürdürüyordu. Duvarlarýna yürüyen beyazlýðý, taþýyacak en güçlü þeyin beyazýn kendisi olduðunu anlamakta gecikmemiþlerdi. Artýk Bodrum, beyaz evlerin kenti olacaktý. Kalanlara saflýklarýný sürdürmeyi anýmsatacak, gelenlere ise kirlerinden arýnma fýrsatý sunacaktý… Býrakýlan kirlerin hepsini o geniþ beyazlýk yutacaktý. Daha sonraki bir zamanda beyaz evlerin kapý ve pencerelerinin etrafýna çivit mavisi sürecekti yöre halký. Çivit mavisi; çünkü akrepler, çivit mavisine yaklaþmazlar, o maviyi aþýp da beyazýn içine dolamazlar…. Ertesi gün: Adamýn elinde otobüs bileti vardý, Ýstanbul’a dönüyordu, elindeki biletin numarasýný bile bilmeden otobüse binmek için hamle yaptý. Biletin numarasýnýn ne önemi vardý; kendi denklemlerini çözebilmiþ bir insana tüm numaralar 1089’dur; “Kendinden çýk, kendine var.” hesabýdýr hatta hesapsýzlýðýdýr. Otobüs hareket ederken ressam kadýn gülümseyerek el sallýyordu…. FUNDA PAKTAN Mart / 2011 / BODRUM Not: Eserler noter tasdiklidir.
ÝzEdebiyat yazarý olarak seçeceðiniz yazýlarý kendi kiþisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluþturmak için burayý týklayýn.
|
|
| Þiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleþtiri | Ýnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babýali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratýcý Yazarlýk | Katýlým | Ýletiþim | Yasallýk | Saklýlýk & Gizlilik | Yayýn Ýlkeleri | ÝzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Giriþi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
ÝzEdebiyat bir Ýzlenim Yapým sitesidir. © Ýzlenim
Yapým, 2024 | © Funda PAKTAN, 2024
ÝzEdebiyat'da yayýnlanan bütün yazýlar, telif haklarý yasalarýnca korunmaktadýr. Tümü yazarlarýnýn ya da telif hakký sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadýr. Yazarlarýn ya da telif hakký sahiplerinin izni olmaksýzýn sitede yer alan metinlerin -kýsa alýntý ve tanýtýmlar dýþýnda- herhangi bir biçimde basýlmasý/yayýnlanmasý kesinlikle yasaktýr. Ayrýntýlý bilgi icin Yasallýk bölümüne bkz. |