..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Yaşamın tanımı yoktur. -Halikarnas Balıkçısı
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Eleştiri > Sinema ve Televizyon > Yûşa Irmak




2 Ağustos 2023
Sinema Kültürel Meselemiz Haline Ne Zaman Gelecek?  
Yûşa Irmak
Ülkemizin kabuk değiştirerek gelişmeye çalıştığı bir dönemdeyiz. Çok sancılı, sıkıntılı bir döneme girdik girmesine ama hepimizin de üzerine düşeni yapmaktan sorumlu olduğunu hatırlatmak gerek.


:HAJ:
Türkiye’de sinema sektörü her geçen gün büyük gelişmeler yaşıyor. Özellikle son yıllarda tarihe dönük filmlerin sayısında ciddi bir artış yaşandığını söylemek gerek. Sadece Türk sinemasının gelişimi değil, çocuklara yönelik alanlarda da büyük bir atılım yaşandığını hepimiz fark ediyoruz. Her yıl onlarca film çekiliyor ve seyirciyle buluşuyor. İş yapıyor veya yapmıyor, ama film çekimleri tam gaz devam ediyor.

Hatta bu filmlerin birçoğu Kültür Bakanlığı tarafından destekleniyor. Ülkemiz adına sevindirici bir durum olsa da bu hal bile beni sevindirmeye kafi gelmiyor. Hatta zaman zaman içimin kanadığı bile oluyor…

Ülkemizin kabuk değiştirerek gelişmeye çalıştığı bir dönemdeyiz. Çok sancılı, sıkıntılı bir döneme girdik girmesine ama hepimizin de üzerine düşeni yapmaktan sorumlu olduğunu hatırlatmakta fayda görüyorum. Kültür ve sanat alanında ağır aksak, topal çolak da olsa bir vizyon kazandığımızı bilvesile söylemem gerek. Fakat bu vizyonun bir ayağı gerçekten topal: Sağ ayağı. Sağlıklı bünyeler, elbette iki ayak üzerinde yürür. Ayakların ikisi birden faal olunca da hızlı yol alınabilir. Ama bugün üretilen filmlerin, dizilerin hemen çoğu yalnızca sol ayak üzerinde sekiyor. Mesela son zamanlarda TRT’nin bile sponsor olduğu pek çok film ve dizinin yapımcıları, senaryoları kimin yazdığını incelersek ne demek istediğimi anlamış olacaksınız. Evet, bundan on yıl önce de siyasi filmlerin bombardımanı altındaydık. O dönemin çekilen film ve dizilerini seyrettiğinizde tamamının belli bir görüşe, kalıplaşmış bir ideolojiye göre yapıldığına şahit olacaksınız. Hemen hepsinde, sol ayak üzerine seksek oynamalar vardır ve onları seyrederken 12 Eylül için devrimci ağıtlar yakmanız ve solcu gençlerin hikayelerini içiniz burkularak izlemeniz mümkün…

Elbette onlar da bu ülkenin çocuklarıydı. Bizim heder olan, yok yere öldürülen, asılan, kesilen çocuklarımızdı. Ama aynı dönemlerde heder olan, acı çeken yalnızca bu çocuklar mıydı? Yaşı kırk ve ellinin üzerinde olanlar o dönemin şahitleri daha fazlasını bile anlatabilirler. Peki ama bu filmleri, dizileri yapanlar 12 Eylül sürecinde aynı kaderi paylaşan başkalarının da varlığını bilmiyorlar mıydı? Pekâlâ biliyorlardı. Gençlerimizin bunları da bilmesi iyi olmaz mı? Pek tabii olur. Ancak bu filmleri yapanların sol ayakları hâlâ katı, uzlaşmaz, dayatmacı bir şartlı refleks halinde devinip durmuştur! Dün de öyleydi, bugün de böyle! Bugün dahi senaryolarına sıkıştırabildikleri kadar ideoloji tıkamaktan çekinmiyorlar! Bu sebeple ben ve benim gibi insanların çektikleri sıkıntı ve acıların hiçbir filme konu olamayacağını görebilirler. 12 Eylül sürecinde koşup duran sağ ayak (Ülkücü – İslamcı – Dindar.) hep hikayesiz kimlikler olarak kalmaya mahkumdur. Hiçbir filmin hiçbir sahnesinde onların derin hüzünlerine gönderme yapılmaz. Bunu solcu geleneğin adamlarından beklediğimi düşünmeyin sakın! Hayır, ben buna hayıflanmıyorum ve üstelik sol ayağın kendi üzerine düşeni, vazife bildiği şeyi iyi yaptığına da inanıyorum..

Uzlaşmacı olsalar daha iyi olurdu, ama artık onlardan bunun beklenemeyeceğine kanaat getirdim ve o nesil tükenip gitmeden sol düşünce asla uzlaşmacı olamayacaktır bundan da adım gibi eminim.

Benim buradaki derdim sağ ayak ile. Bir vakitler bedenlerimizi tekmeleyen sol ayak, bugün de ruhlarımızı tekmeliyor ve bize manevi şiddet uyguluyor ise sol ayak üzerine düşeni yapmadığı içindir diye düşünüyorum.. Kendi çocuklarımıza, bu hikayede olup bitenlerin bir de farklı yönü olduğunu anlatamayan bizler hâlâ akıllanmayıp tekmeye maruz kalıyorsak bundan dolayı hepimiz sorumluğu üstlenmeli değil miyiz?

Yani kendi filmlerimizi -en az onlar kalitesinde- yapmadığımız için yazıklar olsun bize. Yeni çekilen tarihi filmlerimize bir bakın! Her biri fantezi eseri uçuk ve ucuz, hatta piyasa malı hezeyanlar desem realist bir tespitte bulunmuş olurum. Onları seyretmeye tahammülü olanlar herhalde filmin sonunda oturup ağlıyor olmalılar. Yine, 70’li yılların Malkoçoğlu veya Kara Murat’ları meğer ne büyük tarihi nimet imişler.. Üstelik bu filmlerin çoğu Kültür Bakanlığı’ndan destekler almış. Hangi Kültür Bakanlığı’ndan? Elbette sağ ayağın güdümündeki Kültür Bakanlığı’ndan! Kimse bu desteği kıskandığımı falan düşünmesin. Bana göre Kültür Bakanlığı zaten her sanat kurum ve kuruluşuna eşit uzaklıkta/eşit yakınlıkta durmalı, kendisi belirleyici olmadan kültür ve sanat zeminini hazırlamalı, kültürel etkinliklere ideolojik bakmamalı ve devlet bütünlüğüne zarar vermeyecek her fikir yahut görüşe ait kültür sanat etkinliğine eşit yaklaşımla destek vermelidir. İşte bu yüzden ben sol ayağa destek verilmesine değil de sağ ayak neden bu desteği alanlar arasında olmadı diye yakınıyorum… Yani içimin acıması, bu filmlerde sağ ayağın eksikliği, kendini eskiden “sağcı” diye tanımlayanların bugün sinema alanında kayıpları oynamalarıdır…

Örneğin, milyonlarca insanın ve İslam Dünyasının seyrettiği Büyük Selçuklu Alparslan dizisini yazan arkadaşlara bir bakın. Önce Müslüman gömleği giyiyorlardı, ödüller almaya başlayınca papyon giymeye başladılar… Nerede duruş? Nerede kendin olmak?

Bu sektöre emek verenlerin kendisine bir bakması gerekmez mi artık. Uzak geçmişimizdeki yüksek sanat ve kültür zeminini göremesek de yakın geçmişimizde televizyona yahut sinemaya bir günah kutusu olarak baktığımızı elbette biliyor, hatırlıyorum. Çocuklarımızın henüz bir dizi film senaristi, bir oyuncu, bir film yapımcısı, bir film müziği bestecisi olamayışlarının sebebi belki de budur.

Kızımla bazen oturup konuşuyoruz. Kendisine sinema sektörünün güzelliklerini anlatıyorum. Ama o kafaya koymuş. “Beyin cerrahı” olacağım deyip geçiyor… Bel ki bu görüşü annesinin telkininden kaynaklanıyordur bilmiyorum ama çocuklarımızın çağın gelişmelerine ayak uydurmak yerine onu bir dayatma kabul edip kabuğuna çekilmek zorunda bırakmamak gerektiğini düşünüyorum artık.

Türkiye’de çoğu aile reisinin zihninde çocuğunu bir konservatuara yazdırmak cazip bir fikir gibi gelmiyor. Bu sene üniversite sınavına yetişebilseydim. İTÜ konservatuara yetenek sınavıyla girmeyi ve bağlamayı kitabına uygun çalmayı çok isterdim doğrusu.. Ne yazık ki yolda giderken yaptığım kazadan dolayı bu sene sınava yetişemedim. Seneye Allah kerim deyip geçiyorum ama bu alanla ilgili başta kendime verdiğim sözler olduğunu ve bunu gerçekleştirmek için elimden geleni de yapacağıma inanıyorum.. Ve biz aile büyükleri olarak böyle düşünmez, özellikle de kültür ve sanatı desteklemez, üzerimize düşeni yapmazsak sinema ve müzik alanında hiç bir varlık gösteremeyeceğimizi üzülerek belirtmek zorundayım. Söz gelimi yıllardır film yapacağız diye çırpınan birçok değerli büyüklerimizin desteklenmediğini de düşünüyorum. Örneğin, Tarık Tufan, Mahmut Coşkun, İsmail Kılıçarslan evet bu isimlerin sinema sektörüyle ile ilgili ne yorumlar ne güzel hayaller kurduğunu hatırlıyorum. Kim bilir belki de bu isimler yeterince desteklememiş, bir yandan Hollywood yapımlarını dev ekran TV’lerimizden izlerken beri yanda imkansızlıklar içinde emeklemeye çalışan sağ ayağın sancısını gündemimizden sildiğimiz için tam anlamıyla bir yol alamamış olabilirler. Kim bilir…

Bugün televizyonlara (iktidar kanalları dahil), kendimize ait veya kendimizi anlatan, ailecek seyredebileceğiniz bir elin parmaklarını geçmeyecek dizi veya sinema filmi var mı diye sormadan edemiyorum!

Ya da bir alışveriş merkezinin üst katındaki sinemalara, acaba orada bizleri, sizleri, bu ülkenin gerçek evlatlarının çektiği, sıkıntıları, dertleri, kederleri, hüzünleri anlatan, kendi öz değerlerimize önem veren bir film seyredebiliyor muyuz diye açık ve net bir şekilde sormak istiyorum.

Bazen televizyon, gazete ve dergilere şu yolda ilan veresim geliyor:

“Çocuklarını konservatuarda okutacak anneler, babalar aranıyor.”

“Sağ ayağın sancılarını dindirecek sinemacı gençler aranıyor.”

“Bu gençlerin çekecekleri filme sponsor olacak patronlar aranıyor.”

“Gençlere her yönden destek verecek burjuvalar aranıyor.”

“Sinemayı günah saymayacak din adamları aranıyor.”

“Kendi geleceğine yatırım yapacak bürokratlar aranıyor!”

Velhasıl kendini dönüştürecek bir sağ ayak aranıyor!.. Belki bu yazıya bir yerli ulaşır da bu derdimizle ilgili oturup etraflıca bir şeyler düşünüp hayata geçirir diye ümit ediyorum…

Zaten ümit etmek diğer adımız oldu çıktı. Zira elimizden başkaca da bir şey gelmiyor…

Kalın sağlıcakla…



Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.

Yazarın sinema ve televizyon kümesinde bulunan diğer yazıları...
Türk Sinemasının Ezberini Bozan Yönetmen
The Man Who Wasn’t There 2001 (Orada Olmayan Adam)
Çit Filminin Düşündürdükleri (Rabbit - Proof Fence 2003)
25. Saat Filmi
Scenes Of A Sexual Nature (Aşk Manzaraları) Filmi Üzerine
Amistad Filmi ve Türkiye’ye Gelen 70 Afrikalı Devlet Başkanları
Big Eyes (Büyük Gözler) 2014 Filmi Üzerine
Bize: "Bol Acılı" Aşk Lütfen…
Dünyanın Bütün Sabahları (Tous Les Matins Du Monde 1991) Filmi Üzerine Birkaç Kelam…
Yapay Zeka (Artificial Intelligence 2001) Filmi Üzerine Birkaç Kelam…

Yazarın eleştiri ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
Kilidi Açmak
Chp’nin Psikopatolojisi
Ben Olsam Ne Yaparım
İnsan Bu "X’tir Git" Diyesi de Gelir
Chp, Gerçekten ‘demokrat’ Mıdır?
Milletlerin Ruhunu Taklit Öldürür
Neyimizi Kaybettik
Yarın Bekleyebilir Şiir Kitabı Üzerine
Seviye
Sorumluluğa Davet

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Geldim [Şiir]
Bir Hicran Nağmesi [Şiir]
Sakin Bir Acı [Şiir]
Sözün Çiçeği [Şiir]
Sevgiliye Hasretle [Şiir]
Geceye Kâside [Şiir]
Benimle Ölür Müsün? [Şiir]
Gözbebeği Turşusu [Şiir]
Beste-i Nigar [Şiir]
Bilemezsiniz [Şiir]


Yûşa Irmak kimdir?

Felsefe ve edebiyat aşığı! Yayıncı, gazeteci ve kitapsever. . .


yazardan son gelenler

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Yûşa Irmak, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.