Yalnızca sevgiyi öğret, çünkü sen osun. -Anonim |
|
||||||||||
|
Oysa bakılan şeyi kavrayabilmek, anlayabilmek, sindirip olgunlaştırmak için; eskilerin tabiriyle onda “tefani” olmak gerekir. Yani, onda erimek, onunla bütünleşmek onda yok olana dek var olmak… Modern çağın insanı ise çoğunlukla, bakıp geçiyor, değip geçiyor. Üstelik dokunmadan, hissetmeden ve sezmeden… Sezgilerimizin itici gücünden maksimum düzeyde istifade etmek istiyorsak ona kendimizi vermekle doruğa ulaştırabiliriz. Kendini hakkıyla bir şeye vermek ise başta da dediğim gibi ona uzun uzun bakmak ve baktığınız şeyi çocuk merakıyla, ilgisiyle incelemeyle başlıyor. Zira her şeyin binbir yüzü var. Evin içinde yıllardır bir rafta tozlanan kullanışsız bir biblonun bile. Evet, etrafımızdaki böyle işlevsiz kalmış, gözden uzağa düşmüş “en ölü nesneler” bile bakışlarımızı bekliyor. Var oluşlarını tazelemek için, “okunmayı” istiyorlar.. Mevcut küresel sistemin hepimize sunduğu ya da en yoğun ulaştığı yer ise tam anlamıyla bir vasatlık. Her şeyin vasatını, ortalamasını, en yaygınlaşmış ve tüketilmiş halini standart alarak sunup herkesi tektipleştirmeye çalışıyor. Farklılaşın diye haykırıyor bize tüketim sektörü ama vasatlık paydasında giderek birbirine benzetiyor her şeyi. Oysa her şeyin birbirine benzemesi en büyük zulümler arasında yer alır ki bu insanın adalet duygusunu yerle yeksan eder. Evleri, konutları, bahçeleri, yolları, bulvarları, kırları, vitrinleri, kıyafet biçimlerimizi, düşüncelerimizi, sanat anlayışımızı ve tabii yaşam biçimlerimizi birbirine benzeten sistem durmaksızın hepimize zulmediyor. Hep aynı yüzünü gösteriyor. Şeyleri birbirine benzetirken aralarındaki milimetrik nüansları ise büyük birer farklılıkmış gibi yutturuyor hepimize. Kravat-ceketten oluşan “çağdaş” giysiler veya askılı tuvaletler standart birer “resmî açılış” giysisi olarak kabul edilir örneğin. Ancak kravat desenlerindeki ayrışmada fark edilmeyi umuyoruz. Ya da dekolte çizgisinde. Böylesine tektip hayatların ortasında fark edilmek için bütün mesaimizi tüketirken üslupları ve yöntemleri durmadan iç içe geçiriyor, kaotik bir şekilde birbirine karıştırıyoruz. Etik veya estetik olmayan pek çok üsluba en kaba saba, en tahakküm dolu alan ihlalleriyle dâhil ediliyoruz. Çok fazla, çok çeşit var her şeyden. Sevdiklerimizle sevmediklerimizi ayırmakta, iyiyle kötüyü seçmekte bile zorlanıyoruz. Ve artık hiçbir şeye hakkıyla bakamaz duruma geliyoruz… Bakmak gibi hayatın en temel eylemlerinden birini adamakıllı unuttuk dostlarım, kardeşlerim… Bakmadığımız için değişim ve dönüşümleri de izleyemiyoruz maalesef. “Kâinat kitabı”nı bile okuyamıyoruz. Fark edilmek için bize gereken bakmak değil, bakılmaktı sadece. Bakılmak hevesimiz öylesine öne çıktı ki, kendi göreceli yüzümüze kilitledik bakış açımızı. Onu da sıradanlaştırıp tektipleştirdik. Artık kendimizin “bakılmadık” yüzlerine de yabancıyız. Tıpkı başkalarının bakmadığımız binbir çeşit yüzüne yabancı olduğumuz gibi.. Şeylerin tahakkümü altında neye bakacağımızı kestiremeden, hiçbir şeye sonuna dek odaklanmayı denemeden, hayatı ve insanlığı kavradığımızı sanıyoruz. Oysa böyle bir şey mümkün değil. Vasatlığı yücelten ve ödüllendiren bu küresel sistemde, bugünün en anlamlı direnişlerinden birinin bir şeyi hakkıyla anlamaya çalışmak olduğunu düşünüyorum. Bu bir eylem, bir tavır ve fikir olabilir elbette. Ya da bir insanı sadece. İnsanlık hakkında ya da küresel sistemin izini düşürdüğü her şey hakkında genel laflar etmek hepimiz için kolaydır. Ama tek bir insanın bakışı, bir ifadesi ya da yalnızca yüzündeki anlamı kavrayabilmek için uğraşmak, “kâinat kitabı”nı aralamayı ve okumayı da gerektirecektir. Zira insanın âlem ile olan ilişkisi tam da burada kopmuştu. Şeyler arasındaki o ince naif bağı kesmek, güzelliğin evinden uzaklara düşürdü hepimizi. Oysa güzelliğin asli tabiatına yaklaşabilmenin yolu; bakmak, izlemek, odaklanmak, kendini vermek gibi “ince” üsluplar geliştirmekten geçer. İnsan kalbinin, mekânın, oturduğumuz evlerin mecazlarında gezindiğim bu denememde güzelliğin evine kurulmaya çalıştım. Bu dünyada güzelliğin evini bir insanın yüzünde görmek de mümkün. Ona her bakışımızda; hayret, hayranlık, hatırlama, unutma, korku, güvensizlik, endişe, öfke, aydınlık, karmaşmayı görebilmeliyiz. Ben gördüm bunu ve kendimize ait tüm sırlar bir insanın yüzüne bakabilmek, onu okumaya çalışmak o insanın kalbinin kapısına tıklamak demektir kısaca.. İnsanın sırrı, onun yüzünde, gözlerinin içindeki ışıkta gizlidir. Bunu tam olarak hiç birimiz belki “okuyamayacağız” ama birbirimize bakabildikçe de güzelleşeceğimizden eminim. Tektipleşmenin ve vasatlığın zulmünden başka türlü korunmayı pek mümkün göremiyorum… Ve inanıyorum ki güzelleştikçe paylaşabileceğiz insan olmanın sırrına er ya da geç ulaşacağız… Kalın sağlıcakla…
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Yûşa Irmak, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |