En tatlı sevinçler, en hiddetli kederler sevgidedir. -Pearl Bailey |
|
||||||||||
|
Okurların şiirden giderek kopmasına ve geçmişteki büyük şairlerin isimlerinin unutulmasına zemin hazırlayan nedenlerin baş aktörleridir günümüzün bilgiden yoksun, serbestlik adına dağınıklık sergileyen ütopyacı şairleri. Dar düşünceli bu şairlerin, sade görünen ancak aslında kapalı ve anlamsızlıkla yüklü dizeleri bir kazançsızlığın ve zevkçe yozlaşmışlığın ürünüdür.Yeni yetişen genç şairler sırf yenicilik olsun diye ve bu tarz akımlara ırak kalmanın korkusundan popülist şairlere yaranma duygusuyla bugün yaşamayan büyük şairleri çok rahatlıkla yok sayabilme rehavetine kapılmıştır. Bu ise sanatta insanın nankörlükteki derecesini gözler önüne sermektedir. Şiirimizin geçmişteki büyük üstadlarına yönelik bir saygısızlık olarak da adlandırabileceğimiz bu yeni fakat sonuçsuz hareketlerin tavrı şiirimizin tarihine de aykırı bir durum teşkil etmektedir. Nitekim edebiyatımızdaki düzeyli yenilik hareketleri öncelikle I., II. Yeni diye rakamlara vurularak anlatılmaya çalışılan akımlarla başlamamıştır. Tanzimat’la başlamış, Servet-i Fünun, Fecr-i Ati şair ve yazarları ile Yedi Meşaleciler, sosyal duyarlılığa sahip Toplumcular, Garipçiler ve daha niceleri şiirimizi farklı yönlerden yenileştirirlerken hiçbir zaman bir öncekini tamamiyle yok saymamışlardır ve bir üst insan psikolojisiyle kendilerini kaf dağına oturtup ulaşılmaz görmemişlerdir. Hele okurun düzeysizliğinin düzen suyuna girmemişlerdir. Bu aşamaları layıkıyla kat eden eski yeniciler bir dönüşüm niteliği taşıyan düşüncelerini şiire yansıtırken okur daha çok bilinçlendirilmiş asla köreltilmemiştir. Oysa günümüz şairleri yeniyi, okurun veya toplumun eleştirisine bırakmayacak kadar anlamsızlaştırmaktadır. Kendi dağarcıklarındaki derinliksiz olgulardan bencil duruşlarla süsledikleri şiirlerinin üstüne modern anlamda yeniciler gibi bir etiket koymasalar da öyle olmaya aday olduklarını hissettirmeye çalışmaktadırlar. İmgeciliğin çok katı kurallarını yumuşatıp daha tatlı hale getirmek günümüz şairlerini bir çaba içine sevk etmelidir. Aksi yönde diretmek, taraçasız vadilerle, teçhizatsız ulu bir dağa tırmanmaya benzer. Beyhude çaba neticede bir panzehir olmayacaktır şiirin bünyesine. Ahmet Haşim’in “şiirin anlamı şairin karnındadır” sözü bu manâda üzerinde düşünülmesi gereken soylu bir sözdür. İçinde bulunulan anda yüzlerce şiir yazan kişinin bir tek şiirinde bile Haşim’e yakın şiir görememekteyiz. Burada modern imgeleri dizelere dökmeye çalışan genç şairlerin bir kez daha oturup derin derin düşünmeleri icap eder. Alışkanlıklarımızı altüst eden, bazen zevkimize uygun olmayan, anlamlandıramadığımız, şekil itibariyle bozuk diyebileceğimiz şiirler modern şiir ismini almaya layık görülmemelidir. Günümüzün özgünlük artığı (!) modern şairleri meydana getirdikleri acayip örneklerle, toplumdan uzaklaşarak yalnızca kendilerini tatmin etmektedirler. Yarattıkları âlemle harici âlem arasındaki benzersizlikleri endişesiz bir tavırla çok büyük ve mühim bir iş becermişler gibi savunmaktadırlar. Boş ürünlerini şiir diye dergilerde ve ya kitaplarda açıkça sunabilme cesaretini bulabilmiş olmaları sonucu, okuyucu kitlesinin kaybolmasından rahatsızlık duymaları kadar çelişik bir durum olamaz. Bu durum, duygu ve düşüncelerin bir imge arkasında anlamsızlaştırılmadan gizlenmesi, sanatın güzelliğinin okurun zevkine göre her biçime girebilen bir esneklik içinde sunulabilmesini engellemektedir. İmge oluşturma yeteneği ve birikimi olmayan, tecrübesi yetersiz şairler, bence düşündüklerini açıklıkla söylemek gibi bir mütevaziliği çözüm olarak algılayıp sunarlarsa daha uygun davranmış olurlar. Derinlemesine duyulan bir zaruretten doğan duyarlılık bilinciyle kaleme alınmış ve okurda derin yankılar oluşturacak bir şiir nasıl gerçekleştirilebilir? Bu sorunun cevabını verebilecek birikimli, sezgili, yetenekli şairlere ihtiyaç vardır. Okuyucunun hassasiyetine yönelen şiirdeki gizli manalar, sırları aydınlığa kavuştururken imgelerin etkisinin yüksekliğine duyulan ihtiyaç acil bir hal almıştır bugün. Bu durum zekanın anlamlandırabilme kapasitesiyle alakalı benzerlikler, çağrışımlar veya üstü kapalı olanı açma şeklinde değil, kendiliğinden oluşan ve doğrudan kontrol altına alamadığımız andaki duyguların harekete geçerken taşıdığı heyecandan sıyrılmış ifade tarzı şeklinde belirir. Modern (!) şairlerimiz topluma katkı paylarının eksikliğinin telafisini iç âlemlerinin anlamsız psikanalitik neticelerinden oluşturdukları gözlemlerle hayal perspektiflerine yön vermek amacıyla baktıkları tatmin edilmemiş benlerinin doyurulması için kullanmaktadır. Çetrefilli anlamlar yüklememizi bekledikleri şiirler oluşturmaya katı bir tutarlılıkla devam etmeleri, bir bakıma depresif durumlarını tedavi etmektir. Okur ve çevresindeki diyaloglardan müteşekkil bedenler hiç alakadar etmeyecektir onları. Şiirin köklü bir dönüşüm etkinliği olduğunu düşünürsek giden düzenlerdeki aksaklıklara, uyuşmazlıklara ve insanca duygulara (aşk, sevgi, merhamet, ahlâk vs..) bir bakış açısı koyup onları yok saymadan bir karşı çıkış hareketine dönüştürmek gelene de aynı çerçevedeki mentalden bakmak gerekir. Bu bir başı boşluk olmayacaktır. Tam da bu anda ortaya çıkıp toplumsuz bir gezegende yaşam idame ettirdiklerini düşünüp ondan kopuk ve tutarsız biçimlerden oluşan şeyleri savunmak için toplumlu bir alanda propaganda çalışmalarına girişmek çelişkinin vahim noktasını işaret etmektedir. Yazar veya şairler kendi sezgileri ve duygularının dış âlemden elenmesiyle geriye kalan kalıntıları anlatırken bilinç altındaki ütopik olgularından ve yaşanmışlıklarından gerçeği ve imgeyi birlikte sunarak okuyucu da bir etki oluşturabilir. Bu olay romanda veya şiir dışındaki herhangi bir yazın dalında kolaycatatbik edilebilir. Hatta romanda bu durumu tatbik ettiğimizde başarı şansımız daha da yükselir. Olayların açıkça belirtilmeden aktarılması, okuyucunun duyuşlarına sezdirilerek onda imgelerin izini bırakmak ve böylece neticeye gitmek romanın nicelikselliğini zenginleştirir, heyecanlandırır ve güzelleştirir ona şiirsellik de katar. Kalemin oynayabileceği hareket sahası olabildiğince geniş olduğundan romandaki olayların yazarın kişiliğinden yaşantısından, çevresindeki insanlardan veya ütopyasındaki çelişik olgulardan bile doğrudan veya dolaylı bahislerle gayet uyumlu tümceler kurulabilir. Nitekim bunun güzel örneklerine klasikleşmiş birer şahsiyet olan Sophokles, Dostoyevski ve Shakerepeare’in eserlerinde tanık olabiliriz. Bizden ise Tanpınar bu anlamda anılmaya değer. Oysa aynı olguları şiir için söylemek üstadlar hariç yetersiz modernistlere (!) hak vermek demek olur. Şairlerde ve şiirde her zaman bir seçicilik aranmalıdır. Günümüzün modernizmden hatta postmodernizmden dem vuran şairleri kapalı anlatım tarzını zorlayarak, yaşamlarında belki de hiç tesadüf etmedikleri olay ve olguları sanal bir âlemde uygulamak istemektedirler. Ancak şairin bu durumunda bihaber olan okuyucu, oluşturulan şeyin kendi dünyasındaki karşılığını araken sıkıntı ve bunalıma girmemek için psikoterapik iyileştirmeler mi almalıdır? Bu trajikomik durum karşısında okur neden mahrum bırakılır anlamak olgusunun aydınlığından? Nedir acaba oluşturulmak istenen şiirin iç yüzü? Muharrem Yılmaz
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © muharrem yılmaz, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |