Hiçbir kış sonsuza dek sürmüyor, hiçbir ilkbahar uğramadan geçmiyor. -Hal Borland |
|
||||||||||
|
Sokakta kimsecikler yoktu. Sadece minik bir serçe sokağın ortasındaki ekmek parçasının yanına konmuş, onu yemeye çalışıyordu. O sırada kendisine yaklaşmakta olan gölgeyi hissederek irkildi ve havalanarak neredeyse yıkılmak üzere olan tarihi binanın pervazına kondu. Soğuktan titreyen minicik bir el ekmeğe uzandı. Belli ki bu minik elin sahibi de o minik serçe gibi acıkmıştı. Bu, dört – beş yaşlarında bir çocuktu. Sarı saçları kirden koyulaşmış, çaresizliği üzüm gözlerinden okunuyordu. Üzerinde bedenine büyük gelen eski bir gömlek ve yamalı bir kısa pantalon vardı. Karnını doyurmak için, o soğuktan taş kesmiş ekmeği aldı, ağzına götürdü, ısırmaya çalıştı, başaramadı. Ama ekmeği yumuşatabilirdi. Ah, biraz su bulabilseydi... Aklına biraz ilerideki eski çeşme geldi. Minik çocuk adeta uçarcasına o çeşmeye koştu. Sevinçle elini musluğa uzattı. Musluğu çevirdi, çevirdi... parıldayan gözlerinin ışığı yerini karanlığa bıraktı. Ekmeği yere düşürdü... Su akmıyordu. Çocuk, olduğu yerde donakaldı. Bomboş, anlamsız bakarken gözleri; gözyaşları, yanaklarından sicim gibi süzülüyordu. Oysa daha birkaç gün önce görmüştü kendisi gibi sokaklarda yaşayan çocukların ekmekleri ıslatarak yediklerini... Derdini anlatacak kimsesi yoktu. Olsaydı da anlatamazdı zaten. Anlatamazdı, çünkü dilsizdi. Dilsiz olmasaydı konuşmayı öğretecek bir kimsesi de hiç olmamıştı. Kimdi, kimi kimsesi var mıydı, hiç bilemedi. Uykusu geldiğinde bir yerlerde bilinçsizce uykuya dalardı.sahip çıkan birisi de olmadı ona. Hayatın koşuşturmacası içinde bazen onu farkedenler olurdu ama hiçbir zaman doğru dürüst bir yuvası olmamıştı. Lokantaların artıklarını yiyordu bazen, ama o da çöplükten. Lokanta sahipleri hiçbir zaman içeriye girmesine izin vermeyeceklerdi çünkü... Hastaydı. Yorgundu, üşüyordu. Hava kararmak üzereydi. Uykusu geldi. Çeşmenin yanında diz çöktü, yere uzandı... Titriyordu... Ertesi sabah, işlerine gitmek üzere evlerinden ayrılan sokak sakinleri kanlarını donduran bir manzarayla karşılaştılar. Çeşmenin başında küçük bir çocuğun cesedi duruyordu... Bu, dört – beş yaşlarında bir çocuktu. Sarı saçları kirden koyulaşmış bir çocuktu bu. Üzerinde bedenine büyük gelen eski bir gömlek ve yamalı bir kısa pantalon olan bir çocuktu bu. Yanakları soğuktan morarmıştı, elleri, hatta ayakları da. Ertesi gün haber gazetenin bir köşesinde yayınlandı. Kimi üzüldü, kimileri ise haberi göremedi. O çocuk kimdi, neyin nesi idi, kimi kimsesi var mıydı, hiç kimse bilemedi...
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Ediz Gülten, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |