"...Ve hepimiz az ya da çok rüyacı değil miyiz!" -Dostoyevski |
|
||||||||||
|
İçi oracıkta geçivermişti.Kendine geldiğinde üzerini değiştirmeden koltukta uyuyup kaldığının farkına vardı. “ yeter bu kadar mola” diyerek akşam için hazırlanmak üzere yatak odasına doğru yürüdü. Dolaptan müthiş bir zevkin eseri olduğunu hep düşündüğü mürdüm rengi elbisesini çıkardı. Elbisesini tamamlayan ayakkabı ve aynı renkte üzerinde iki pırlantanın olduğu çiçek görüntüsündeki tokayı saçına taktıktan sonra, 'artık makyaj yapabilirim' dedi. Son kere aynaya bakıp, yetmişli yaşları yaşayan biri olarak hala güzel olduğunu içinden geçirdi. Masada hemen hemen her şey hazır gibiydi. Yalnız bugün için , özel getirttiği şarabı nereye koyduğunu hatırlayamadı. Biraz ortalıkta gezindikten sonra hatırladı! Kitaplığın güneş görmeyen en serin yerinde bir köşe bulmuş oraya koymuştu. O hayatında ayrıntılara önem vermiş ve bunun ayrıcalık olduğunu düşünmüştü.Bugün çok özel bir gündü. Davet verir gibi hazırlanmıştı; ama ne kapıyı çalan ; ne de gelecek biri vardı. Yıllardır hep tek kutladığı yine tek kutlayacağı eski bir sevgilinin doğum günüydü. Bugün için her zaman itinayla hazırlanır, her şeyin en iyisini isterdi. Masanın başına geçti şarabı açıp bir kadeh koydu. Pastanın üzerine bir mum dikip, yaktı, üflerken bir dilek tuttu “ umarın sesin hala yankılanmaktadır şu yaşamda ve umarım bir gün gelirsin ölmeden beni görmeye” yıllardır hep aynı dileği tekrarlardı ama bugün farklı bir şey olmuştu sözcükler dökülürken dilinden, aklından eski bir şarkı geçti “sen gelmez oldun” kadehini şarkıyı düşünürken onu görme ihtimaline kaldırdı. Yıllar geçmişti görmeyeli; elinde onu hatırlatan tek şey gazeteden kesilen bir eylem günü çekilmiş yıllardır saklanmaktan sararmış, onun olduğu ancak seven biri tarafından anlaşılabilen bir fotoğraftı. Sadece bugün bulur bakardı fotoğrafa. Onun için bugün şeb-i aruzdu. Pastadan bir dilim yedi sonra eline kadehini alıp geçen yıl koyduğu yerden fotoğrafı almaya gitti. Bir müzik koydu, koltuğa oturdu ve fotoğrafa bakmaya başladı.Hafızalarda kalacak bir yüzü, başka erkeklerden ayırt edilebilen çizgileri vardı. Soğuk görüntüsü insanda merak uyandırıyor, bozkırda açan lale gibi bir hava yaratıyordu. Asildi . Zalim bakışları vardı. Büyük bir aşk ve tutkuyla seven kadının yanında başka bir kadına öpüyorum seni diyecek kadar acımasızdı. Resme bakıp düşünürken İstanbul’a onunla geldiği günü hatırladı. Taa o zaman karar vermişti İstanbul’a yerleşmeye. Yıllar sonra bu hayali gerçekleşmiş,İstanbul'da yaşamaya başlamıştı. Ve bazı zamanlar onun ayak izlerini aramaya Haydarpaşa tren garına gitmişti .Ama o hiç gelmemişti. Evi şirin bir teras katıydı Galata' da . Taşınmaya karar verdiğinde elindeki az parayla zar zor bulabilmişti burayı. Birkaç eski dost yardımlarını esirgememiş, günlerce buranın yapımı ile ilgilenmişlerdi. Zamanla terası, biriktirebildiği çok olmayan parayla yaptırmış bahçe haline getirmişti.Yıllar önce seyrettiği bir filmdi bu teras bahçe fikrini aklına sokan. Şu Fransızların çirkin adamıyla bir Amerikalı aktristin oynadığı “greencard” isimli filmde görmüş böyle bir evin hayalini kurmuştu yıllarca. Salondaki kocaman pencerelerden görülen çok güzel bir bahçesi olmuştu. Pek çok ağacı oraya çıkarmak kolay olmamış, küçük bir şelale ve önünde ufacık bir havuz bile yaptırıp içine balıklar koymuştu. Balıkların çoğu zamanla ölmüş, o hep yeni bir balık koymaya devam etmişti. Gelmeyen adamın adını gelen yeni balığa vermeyi hiçi unutmamıştı. Baharda hafifte olsa denizin kokusunu duyarak ikindi üstleri çayını içmeye bayılırdı burada. Ne dostlar ağırlamış, ne tatlı zamanlar geçirmişti. Bazen hiç tanımadığı insanlar kapısını çalar bahçeyi görmek isterlerdi. Ünü o kadar artmıştı ki bir gazetenin pazar ekinde fotoğrafları bile yayınlanmıştı. Onun ütopyasıydı bu ev ve teras bahçe, hep derdi insan ölürken düşlediği yerde ölmeli. Zaman epey ilerlemiş, alışkın olmadığı kadarda şarap içmişti yatağına gidip yatmak istemedi elinde şarap, hala devam eden müzik ve ışıklar içindeki şelaleyi izlerken oracıkta uyuyup kalmıştı. Burnuna gelen güzel poğaça kokusu uykusunu böldü. Gözlerini açtığında da şaşırıp kaldı. Gerçekle düş arasındaydı dün gece uyuyup kaldığı evle alakası yoktu uyandığı evin.Karşı duvarda asılı aynayı gördü, koşarak gitti,aynaya baktı. Bütün gecenin bir rüya olduğunu anladı. 27 yaşlarında Ankara da ailesiyle yaşadığı evde olduğu zamanlardaydı. Etrafına bakındı “ şuralarda bir yerde takvim olmalıydı” dedi takvimi buldu tarihe baktı 2.05.2006 yı gösteriyordu. Gece yaşadıklarının hepsi rüyaydı tek gerçek rüyadaki adamın bugün gerçekten doğum günüydü. Çok önce okuduğu bir söz aklına geldi “zaman duygulara zulmeder, kader adalet eder”. Derya Öncül
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © deryaylin, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |