Dünyayı isteyen bilime sarılsın, ahireti isteyen bilime sarılsın; hem dünyayı hem ahireti isteyen yine bilime sarılsın" -Hz. Muhammed |
|
||||||||||
|
Benim sorunum aslında bayağı derin. Şöyle bir düşününce en az 8 yıl geçmiş üstünden. İnşallah da geçmiştir. Sorundan öte bir şey oldu bu bende. Kişiliğime işlemeye başladı. Buna engel olmak için yazıyorum biraz da. O… Malum isim. Hala adını yazamıyorum o kadar utangacım ki… Oysaki densiz bir şekilde teyzemin kızından bahsederken onun ismini kullandığım bile oldu. Tahminen 5. sınıftan bu yana süregelen bir hikaye. Buna ancak hikaye denilebilir ancak. İlkokul yılları. Daha çocuğuz. Neyin ne olduğunu çıkaramıyoruz. Hala çevreden duyduğumuz sözcükleri okula başlarken aldığımız sözlüklerden bakarak anlamaya çalışıyoruz. Hala pazartesileri gelmesin okul olmasın, hafta sonu, yaz tatilleri bitmesin istiyoruz. Hala teneffüslere büyük bir azimle çıkıp son saniyesine kadar top oynuyoruz. Ve O… Sınıfın en güzel kızı. En güzel olmasa da bana göre en güzel. Onu görünce göğsümde bilinmeyen çarpıntılar başlıyor. O’nunla konuşmakta zorlanıyorum. Öyle ki her sabah sınıfa girince O’nu görüp nasıl “Günaydın” desem diye düşünüp, en sonunda yenik düşüp yobaz bir şekilde yerime oturuyorum. Derslerde “Ah bi dönüp de bana baksa” diye dualar ediyorum. Hocanın yaptığı kümelerde nadir bir araya gelmemiz de heralde benim bahtım. Bir defasında aynı kümeye düşmüştük ve kümenin ismi “Gökkuşağı” olmuştu. Görüldüğü gibi O’nunla ilgili olabilecek her şey canlı, ve bir o kadar da cansız ve hayali. Biz öğle araları evimize giderken O da annesini karşılamaya gidiyordu. O’nunla yürüdüğümüz yol bile güzel oluyordu… Zaman zaman evlerinin önünden geçiyordum. İleride teyzemin evi var. O evin önünden geçmek benim için o kadar zor oluyor ki. Sanki karşıma bir anda çıkacak zannedip heyecanlanıyorum. Oysaki hiç böyle bir şey olmadı, galiba olmayacak da… Zaman ilerledikçe yaşımız ilerliyor. Ancak, bazı çocukluklarımızı atamamışız. Sınıfta defalarca tartışıyoruz. Benim hoşuma gidiyor, galiba O’nun da. Hatta anneme gidip benim hakkımda “Sanki Cumhurbaşkanı’nın oğlu…” diyebilecek kadar cesur. Oysa ben sabahları O’na bir “Günaydın” bile diyemiyorum. Günler geçiyor. Sınıflar atlanıyor. Yanımda o zamanlar en iyi arkadaşım oturuyor. Bana bir gün diyor ki: “Ben O’nu seviyorum.” Ben aldırmıyorum. Oysa içim eziliyor. Derslerde bana dürtüp “Bi baksa” türünden lafları arkadaşım dışından, bense içimden söylüyorum. Ve bir gün bana diyor ki: “Oğlum bu kız seni seviyor. Baksana derslerde sana bakıp duruyor.” Ben bunu duymaktan bir nebze hoşnut olsam da, bir şey yapamayacağımı bilerek ve “Arkadaşımın Aşkı” gibi salak bir şeyle kendimi avutuyorum. Kızlar gelip benim yanımda “O”nun adını telaffuz ediyor, herkes bir şeyler ima ediyor. Amcasının kızı gelip gelip “O” nun adını yineliyor falan filan. Hepsi güzel olsa da ben o zaman bu işlere bakamayacak durumdayım. Yaşadığım küçük ilçeyi, dersleri, sınavları öne sürerek kendimi avutuyorum. Bilmeden de ona her gün biraz daha bağlanıyorum. Okula gitmek benim için büyük bir iş haline geliyor. Artık “seve seve” gidiyorum okula gidiyorum. O’nun bir dönüp bakışı, bir sözü beni müthiş bir şekilde okula bağlıyor. Çünkü bu ancak okulda mümkün oluyor. Zaman su gibi akıp geçiyor. Okulun son günü gelip çatıyor. Artık ilkokul bitip lise başlayacak. Son bir kez bir araya geliyoruz. Bir cafeye gidip oturuyoruz. Eskiden bizle beraber olup da ayrılanlar da geliyor. O gün O’na talipler çıkıyor. Hala O benim gözümün ciğerine bakarken, bense salak hayaller kuruyorum ve bilmiyorum bir daha bu fırsatı yakalayamayacağımı. Ben hayallerimi lise için kuruyorum. Benim kadar iyi bir sınav veremediğini biliyorum. Ancak, bütün bir yıl boyunca kendimin yanında O’na da dua ediyorum: “Allah’ım inşallah aynı şehre düşeriz. Ya da aynı yol üzerinde olsun. Görelim birbirimizi bir şekilde yeter.” Yaklaşık 3 ayda çok şey değişiyor. İnanılmaz ama yollarımız aynı şehirler farklı olsa da. Aynı otobüste gelip gitme ihtimalimiz o kadar fazla ki. Dualarım kabul olmuş galiba; ama unutmuşum kendim için, cesaret için dua etmeyi. Bir gün aynı otobüste karşılaşıyoruz. Yanıma kimse oturmuyor. O ve amcasının kızı önde. Amcasının kızı pek katılmıyor muhabbete. Biz yaklaşık bir saat konuşuyoruz. Aklımı yeyip bitiriyor: “Telefonunu isteyim.” Demek istiyorum ama nerde ben de o işi yapabilecek yürek. Varıyoruz. Yollarımız tekrar ayrılıyor. Sonraki günlerde öğreniyorum ki, nakil aldırıp dönmüşler memlekete. Bundan sonra da işler tersine dönüyor bence hem ne zaman düz oldu ki. Arada bir gidince duyuyorum. Şunla çıkıyor bunla geziyor falan diye. İnanmak istemiyorum genelde ve inanmıyorum. Küçük kardeşim gelip gelip “O şunla geziyor.” Diyor, annem “O’nun selamı var. Beni ne zaman görse seni soruyor.” Diyor. Bence kendi içimde ne yapacağımı bilemeyerek gidip geliyorum. Yatmadan dua ediyorum Allah’a “Rüya da bari göreyim” diye. Zaman ilerleyedursun ben hala O’ndan kopamıyorum. Boş zamanlarımı O’na ayırıyorum hep. Dinlediğim her şarkı sanki bana azılmış gibi. Ama içinde en anlamlısı da; Seni uzaktan sevmek Aşkların en güzeli Alıştım hasretine Gel desen gelemem ki “Gel” demeyecek ki! Bir yaz tatilinde karar veriyorum. O’na diyeceğim ki “Ben seni sevdim. Bunu bil. Bunu bir ömür boyu taşıyamam.” Bunu yapamayacağımı da biliyorum. İçinde bulunduğum sosyal durum bunu kaldıracak durumda değil galiba. Zaten de o başkasını seviyormuş! Lise bitiyor. Aklımda hala O. Bitmiyor bir türlü. Canımı sıkan bir durum olduğunda bir kenara çekilip O’nun unutulma yolunda giden yüzünü düşünüp kendimi avutuyorum. Bazen düşünüyorum “O da beni bir nebze olsun sevmiş midir?” Öyle ümid ediyorum ki sevmemiştir! Eğer ki O da beni sevdiysen bu pişmanlığım bilmem ne kadar sürer. Hep bir yerlere gittiğimde O’nun muhabbetiyle karşılaşıyorum. Bir oğlanla gezdiği söyleniyor. İlk başta inanmak istemiyorum. Ancak sonra inanmak için çaba harcıyorum. Bu şekilde O’nu unutabilirim diye düşünüyorum. Bu işi bütün bir ömür götüremeyecek durumdayım. O dedikleri şahısla aynı okulu kazanıyorlar. Arkadaşlar “Aşka bak!” derlerken ben kendime söyleniyorum. Benim yolumsa çoktan ayrılmıştı. Şimdi ise hala aklıma geliyor. Hala hüzünlü şarkılar dinleyip içimi biraz daha yiyorum. O’nu içimde bir “Sevda Tanrıçası” yaptım galiba. Şarkı sözleri de aynısını söylüyor. Seni Sevda Tanrıçası Yapan Su Aptal Gönlüm Değil mi? Gözlerin Kurdu Gönlüme Tuzak Gözlerinde Suçlu Gönlümde Bir Gökyüzü Masmavi Deniz Sensiz Kimsesiz Birde Ben Sensizken.... Biter Bir Gün Biter Elbet Bitince Ben Ben Olur muyum İnsan Her gün Ölmüyor ki Öleceksem Senden Olsun Seni uzaktan seveceğim Sevda Tanrıçam! Saygılarımla
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Kaymakam, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |