..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Yazar yazı yazmayı başka insanlara göre daha zor yapan insandır. -Thomas Mann
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Öykü > Aşk ve Romantizm > Mustafa Can ÜRCAN




16 Ağustos 2008
Uzak Üç Şehir ve Tek Aşk  
Mustafa Can ÜRCAN
Kıyamet sabahına uyanır gibi uyanmaktı durgun ve asi gözlerimiz. Kızıl vücutlu kralların toprakları lanetliydi. Yorgun düşmüş kayalıkların ardında bir umut aramalıydık. Yoksa, yüzyıl; çoktan bizi de, bu şehre gömmeye hazır durumdaydı. Uzak.. Hem de çok uzak; üç şehrin tapınaklı hikayesi…


:AFBI:

Eylül akşamlarının tek tanrılı olduklarını bilirim. Onlarda başı boş yalnızlığın timsali üzerlerinde yaşarlar. Çoğu an düşünürler gün batımında ve akşamın ayazına kalmadan boşaltır içindeki arzularını. Sonrası yokluğun posta kutusu oluverir bir anda. Ama gene de kırılmaz hayalleri. Karanlık başlarken aya karşı açtıkları şarabı, sabah ezanlarıyla bitiriverirler güneşin ilk ışıklarıyla. Bilirim ki, onlarda insanlar gibi tek tanrılı.

Yaşamak ne zor şeymiş bu ayda diye düşünüyorum. İçimdekilere bir anlam bulmaya çalışırken, anlamı olmayan tümcelere de anlam katmaya uğraşıyorum. Daha da ötesi yağmuru özlüyorum. İliklerime dokunacak, gök maviyi yüreğime yerleştirecek bir tufan. Akidesi hiç durmayan. Ve başlayacak usulca,sevgiyi merhametle kalbime koyarak, yeni doğacak duygu kuşlarından. Oysa ki yolumuz çok uzak. Neresi olduğunu bile bilmeden bir şehir buluyorum ve;
‘Cam kenarı olsun! Yağmuru belki görerekten..’ diyorum.

Cesaretimi topladığım o günün akşamında, ansızın oturdum koltuğuma. Uzun uzadıya daldım karşı yolun beyaz çizgilerine. Frenim patlamıştı artık. Ne geri dönüş vardı eski dünyama ne de bundan sonrası için tahmin edebileceğim yaşam dolu dakikalarım. Sadece hayallerim vardı beni yaşatan. Umut dolu bir yürek ile çıktım sadece; bilinmeyen sevgi ülkesine ve geride bıraktığım Hogan Şehri.

Hogan’ın esrarengiz deniz kıyılarını belki özleyecektim. Turkuvaz renkli koyları ve o güzel koylara uzanan yemyeşil çam ağaçlarının dalları var aklımda kalan. Sosyete’deki asma bahçeleri ve mis kokulu mandalina ağaçları yoktu, her istediğimde koparabileceğim. Galiba Hogan’dan ayrılık tam yeni bir başlangıç olmuştu benim için.

Hareket saati çoktan gelmişti. Saatler gece yarısını iki dakika geçiyordu. Otogarın çığırtkan sesi daha da yankılanır hale gelmişti ve kalkış gerçekleşmişti bile. Gidiyoruz işte..

Hareket!

Muavin anonsunun ardından hızlıca bilet kontrolü yapmaya başlamıştı. Sıra bana da gelecekti. Merak ediyorum ona ne diyebilirdim. Nerede ineceğimi bile bilmiyorum ki! Yaklaştı ve:



-     Otogar mı? Dedi..
-     Halta’dan geçer mi?
-     Önünde indirebilirim.
-     Peki, sağ olun. Dedim.

Sanki üzerimdeki biraz ürkekliği de algılar gibiydi. Hemen kendimi toparladım ve hiddetlice bağırdım;
-     Otogar olsun, otogar!

Bütün dikkatler üzerime daha da çökmüştü. Şimdi ne halt yiyebilirdim ki zaten. Başımı şiddetlice cama yasladım ve zangır zangır titreyen camda iki saatten fazla uyuyakaldım. Doğrusu yapabileceğim tek marifette buydu. Ama uyandığımda meydan pazarı gibi sesler kulaklarımı tırmalıyordu.

Sıkıntım halâ geçmemiş ve her zaman yaptığım gibi birkaç yaprak kağıdı ve bir kalemi elime alıp şiir yazmaya başlamıştım. Şiirler çok sakindi. Ne zaman bir heyecan duysam onlara sarılır,ne olduğunu anlamadan da dinlendiğimi hissederdim. Oysa o gün her zamankinden daha fazla duygusal biriydim. Aşk şiirleri yazma arzum vardı. Yazıyordum da! Hem de muavine bakarak. O kadar çok dolanıyordu ki, dikkatimi ona kaydırmadan da yapamıyordum. Fakat şiirlerimi de bu kadar etkisiz bir ortamda kağıda işlemek, gerçekten ilham kaynağının bir armağanı olsa gerekti. Ama gene de fısır fısır dolanan sözcükler sanki bu sefer benden değil, arka taraflardan birilerine aitti. Evet, yine o genç bayanlar. Aralarında Hogan’dan sözcükler geçiyor ve sohbete katılmak istiyordum.

-     Merhaba Adım Tunga. Halta’ya mı?
-     Evet, siz de Hogan’dan mı bindiniz?
Biraz yapmış olduğum dalgınlıktan olsa gerek, kıvırcık saçlı bayan tekrar soru yöneltti.
-     Beyefendi?
-     Evet, evet. Hoganlıyım.
Doğrusu kendimi iyi hissetmediğim açıktı. Fakat bunu nasıl atlatabileceğimi gene kendim bulabilirdim. Otobüs kısa bir mola verecekti. Biraz hava almak iyi gelecek.

Off Buz gibi! Sanki kışın tam ortasındayız. Bir an önce varmak gerek.

İkinci hareket tam zamanında. Yoksa iliklerime kadar buz kesilecektim. Bu üşümeyle, kaloriferimin başına kedi gibi büzülmüş olmalıyım ki, anca sabah aydınlığında gözlerimi açıvermişim. Muavinin sesi gene sonuna kadar açık. İneceklere yer tespiti yaparken, ben de karar değiştirerek otobüsün gideceği son noktaya kadar gitmeye karar verdim.
Son noktaya doğru yarım saat kala hazırlıklarımı kafamda yavaş yavaş yapıyordum. Bir ev tutmalı ve sıcacık olmalı. Odaları göle doğru bakmalı ve sabah güneşi almalı. Hepsinden önce de bir kız arkadaşım olmalı. Ahh ah! Muhafezekar ruhum. Daha fazlasını da isteyebilirdi.

Öyleyse aşk tanrısı bana elini uzatmalı!



Bir yıl sonra:

Karlı bir kış gününün güneşli saatlerinde yola koyuldum. Elimdeki dipnotları kıvır kıvır küçültüyordum. Sıcak bir çay içmeli ve zamanı bu şekilde tüketmeliydim. Sadece bir çay istedim. Sandalyeme oturdum. Sigara odasında güzel bir kızın durduğunu gördüm. Düşünceliydi. Galiba bana benzeyen birileri daha vardı artık çevremde. Ona o kadar dikkatli bakıyordum ki, bana bakacak olsa gözlerimi kaçırabilecek kadar zamanım bile olmayacaktı. Galiba fark etmişti fakat hissettirmemeye çalışıyordu ya da o kadar derin düşünüyor olmalıydı ki, sıkıntısından beni dahi göremeyecek durumdaydı. Aradan epey bir zaman geçti. Bir hamle yapıp yanına gidebilir, olmadı bir başka zaman cesaretimi toplayıp daha uygun bir anda da konuşabilirdim. Büyük ihtimalle öyle olacak. Çünkü kız yavaş yavaş kıpırdanmaya başlamıştı. Şimdi de çantasını kurcalıyor ve son hareketlerini tamamlıyor olabilirdi. Evet, ayağa doğru yeltendi. Biraz sonra şu kapıdan çıkıp gitmesini izleyeceğim ve sonra bu güzel görüntüden mahrum kalmak içten bile olmayacak. Kalktı. Endamını şimdi daha iyi görebiliyordum. Doğrusu beni gördüğünü iyice anlamış oldum. Çünkü bu kadar anlamlı bir kalkış yapmak, sadece bilinçli bir düşünce gücünün güçlü halkalarıyla gerçekleşebilirdi. Adımlarını sağlam atarken, ayaklarını sertçe yere vuruyor, bakışlarını keskin ifadeleriyle başka yöne çeviriyordu. Bu benim için yeterli bir mesajdı. Ancak daha sonraki günler için hiçte tahmin yürütemeyeceğim meziyetlerini görecek, ona karşı yeni yaklaşımlar sergileyecektim.

Buraya yerleştiğim günden bu yana ilk defa bu kadar heyecan duyuyor, zamanla ne kadar iyi bir iş başarmışım demeyi de kendime ihmal etmiyordum. Halta’ya geldiğim o an ne kadar yorgun ve karışık bir ruh haline sahiptim. Kentin kuzey yakasında uzun bir süre oturduktan sonra, yeni bir yere taşınmaya karar vermiştim. Çiftlik köylerini bırakarak, kumun ve suyun daha çekici olduğu bir yere; kentin batı yakasına doğru gittim. Burası da en az orası kadar güzel ve şehrin merkezine daha yakındı. Halta sahilleri insanı dinginleştiriyor, bedeniniz sanki metafiziğin bile ötesine geçiyordu. Duygularım değişmiş, aradan geçen zamanla sanki yalnızlığımı unutmuş ve hayata karşı yöntemlerim farklılık kazanmıştı.

Yeni bir hayalle kanepeme uzandım. Gözlerim tavana bakıyor ama hiçbir an tavanın varlığını hissetmiyordum. Sadece o vardı aklımda. Sadece o an. Zamanı geriye döndürmek elimde olsaydı, ilk anları tekrar yaşamak isterdim ve sonra bu kanepeye yeniden gelip bu hayali tekrar kurmak ve sonra yeniden. Galiba aşk böyle bir şey. Vaziyetim hiçte parlak değil. Bunun farkındayım. Ama ne yapacağımla ilgili gene bir fikrim yok. Galiba bu da aşkla ilgili bir şey.

Kapım çalındı. Gelen ev sahibimdi. Bir isteğim olup olmadığını sordu. Ne isteyebilirdim ki! Tek isteğim vardı; o da, o güzel kızın yanı başımda olmasıydı. Eğer bunu ev sahibime söyleyecek olsaydım, acaba isteğimi yerine getirebilir miydi..Hayır!

Büyük bir coşku ve mutlulukla kanepeye yeniden fırladım. İçimden evin her tarafını boyamak geliyordu. Bir odayı su yeşili, diğerini ise limon sarısı. Yoksa içindeki enerjinin formülünü bulamadığım gibi, onu kullanacak yer de bulamayacaktım. Bunu en kısa sürede gerçekleştirmeliydim. Belki de kısa bir süre sonra birileri bana ziyarete gelebilirdi ve belki de evimden hiç çıkmazdı. Gün içerisinde bu işi de tamamladım. Gerçekten de kısa bir sürede bitirmiş oldum. Ama geceyi bir türlü gündüze bağlıyamıyordum. İşte hayatımın en uzun ve yalnız gecesi..



Ertesi gün aynı saatler..

“Bu kadar çay içmemiştim doğrusu. Şimdiye kadar da gelmesi lazımdı ama gelmedi işte! Daha da fazla çay içilmez ki! En iyisi başka zaman gelmeli ya da hiç usanmadan burada beklemeli. Ne olacak bu işin sonu?”

Gözlerimi bir bahçedeki oturaklara, bir de içerideki masalara fıldır fıldır gezdiriyordum. Kalabalığın arasından onu kaybetmemek gerekir diye düşünüyordum. Yukarıdan inen bir grup insandan önce, onların sesleri duyulmaya başladı. O şamatada kimin kim ile konuştuğunu ve kimlerin birbirine ne isim ile hitap ettiğini anlayamıyordum. Kapı, ardına kadar aralandı ve içeriye sırayla girdiler. Arkalardan azalan insan sayısı ile beraber, işte beklediğim kız da göründü. O günkü gibi diğer odaya geçti.

“Ne garip, o kadar insanın içinden sıyrılıp, yalnız başına bir kuytuya çekildi. Uzak kalmaktan, kendini dinlemekten büyük zevk mi alıyordu?”

Bugün kararlıydım. Ne vardı ki zaten. Gidip yanına rahatça da konuşabilirdim. Bunun ayıp ya da kötü bir davranış olması gerekmez. Duygularımla davranışlarım arasında ufak bir oynama da yapabilirdim. En azından onun güvenini kazanana kadar. Ne de olsa o sadece bir melek..

Oturduğum masaya ellerimi yaslayarak kalktım. Bir adım geriye sendeledikten sonra, cesaretli bir şekilde durduğu bölüme doğru gittim. Kapıyı araladım. Yanına vardım. Hiç içmediğim halde, bir başkasından bir sigara bulmuş ve ateşlemek için ondan yardım isteyerek konuşmaya başlamıştık.

-     Merhaba ateşiniz var mı?
-     Buyurun..
-     Teşekkür ederim. Elinizdekiler nedir?
-     Dipnotlar.. Onlarla ilgileniyorum.
-     Benim adım Tunga ya sizin?
-     Almila.
-     Kapıya asılan yazıyı okudunuz mu? Yarın akşam bir eğlence varmış. Katılacak mısınız?
-     Düşünüyorum ama yalnız gitmek istemiyorum.
-     Arkadaşlarınız katılmayacaklar mı?
-     Gidersem de sadece onlarla giderim.

Bu sırada bahsettiği arkadaşları yanımıza kadar gelmişlerdi. Onlarda bana aynı soruyu sordu ve davete katılmak konusunda bir teklif almıştım bile. Artık geriye sadece daha fazla geçirebileceğim zamanlarım olacak diye, düşünceler kalmıştı aklımda. Yarını, yarın geçecek o güzel dakikaları süslüyordum zihnimde. Büyük günün yarın olacağını hissedebiliyordum şimdiden. Nedense içimde her şeyin çok güzel olacağına dair bir duygu vardı. Yeni başlangıçlarıma bir yenisini daha eklemek muhteşem olacaktı. Evet ne de harika olurdu..





Oysa ki bu rüya çok geçmeden bozulmuştu. Almila davete gelemeyeceğini açıkladı. Bu çok üzücüydü. Bu durumu nasıl değiştireceğim konusunda kara kara düşünürken, neden gelemeyeceğini daha iyi anladım. Çünkü Almila akşamları çalışıyor ve aslında da kendisine bile ayırabilecek zamanı kalmıyordu. Şimdi ise ona daha da hayran kalmaya başlamıştım. Davete sadece üç kişi gidecektik. Arkadaşları ve ben. Her ne kadar bunu hiç istemesem de, Almila hakkında bilgi alabilmek için bu daveti gerçekleştirmek zorundaydım. Ta ki o akşamın havası fırtınalı duygularla geçene kadar..

Gecenin kör saatlerinde, coşkulu dans edişlerin arkasında hep O’nun masum ve içten gözleri beynimin bir köşesindeydi. Bu çılgın partinin bile etkisi olamamıştı üzerimde. Yalnız onun hayali.

Doğrusu bir hafta geçmişti bu hayalin üzerinden ve ben yalnızca onu birkaç defa görebilmiştim. Ve şimdi araya ayrılıkta girecekti. O yaşadığı şehre; Monçuk’a tatil için kısa bir süreliğine gidecekti. Ben ise bu rüyanın başladığı yerde bitmesinden korkuyordum. Fakat bu gidiş, uzun bir birlikteliğin başlangıcı olabilirdi de!

-     Alo! Alo!
-     Efendim. Kimsiniz?
-     Ben Tunga. Nasılsın?
-     Merhaba. Teşekkür ederim, ya sen?
-     Keşke gene birlikte olabilseydik.
-     Neden?
-     Vakitlerimiz daha güzel geçerdi. Hem ben seni unutamadım. Galiba sana aşık oluyorum Almila.

Uzun süren bir sessizliğin ardından, Almila’dan çıkmayan bir söz aslında beni daha cesaretlendirmişti.

-     Özelim olur musun Almila?
-     Bunu düşünmem gerekiyor..

Aslında bu cevap pekte evet gibi görünmese de, elmek yoluyla yaptığımız yazışmalar bizi birbirimize daha da yakınlaştırmıştı. O’nun dönüşünde çok daha sıcak günlere bizi bekliyor olabilirdi de. Ben neden, niçine cevap ararken, o hiç beklemediğim bir an da bana telefonla yanıtını bildirdi.

‘Arkadaş kalalım mı?’
‘Treni bir kez kaçırmamak lazım Almila.’

Bu diyalog üzerine pek fazla söylenecek cümle kalmıyordu. Bundan sonrası için yaşanacaklar sadece zamana yayılmalıydı. Başka bir değiş ile onun geri dönmesini beklemekten başka çarem yoktu.







Ve bir hafta sonunda Almila’yı bir kez daha aradım. Ona, ne zaman geri döneceğini sordum. Yarın sabah burada olacaktı. Karşılamak için ineceği yere kadar gidebilirdim. Görmek için can atıyordum. Sabahın erken saatlerinde yola koyulmuş ve gelmesini bekliyordum. Söylediği saatte gelmedi. Aklımdan tuhaf ve çarpıcı yorumlar geçiyordu. Önceden gelmiş olabilir ya da geleceği günü ertelemiş olabilirdi de. Vazgeçtim. Geri dönmek gerekiyordu diye düşündüm. Ancak benim sabırsız gidişimin ardından, bir saat sonra çıkagelmiş. Geldiğini gene telefonla öğrendim. Bu sefer onu görebilmek için bir randevu ayarlamaya çalışıyordum. Çünkü benim için uzun bir zaman olmuştu, görüşmeyeli. Öğleden sonra birlikte olacaktık. Ben onu beklemek için önceden Ada yoluna doğru yürüdüm ve Yeşilada’nın sessiz ağaçları altında bir yürüyüş başlamıştı..

Almila uzaktan görünmüştü. Yanıma geldi. Sanki hiçbir şey olmamış gibi davranıyorduk ikimizde. Benim için bu oldukça zordu. Bütünüyle hislerimi önceden belirtmiş olmam huzurumuzu biraz etkiliyordu. Gene de iyi muhabbet ettik. Çünkü o buluşmanın sonunda Almila, benim ev davetimi kabul etmişti. O akşam güzel bir akşam yemeği sözü vermiştim. Bunun için de bir saat belirledik. Akşam saat yedi otuzda göl kıyısından onu alacaktım. Bu planımızla da kısa bir süreliğine ayrılmıştık. O, güzel kokusuna daha da incelik katmak için duşunu almaya gidiyor ve ben de lezzet kokan yemeklerimi hazırlamak için evimin yolunu tutuyordum. Bu akşamın en güzel tarafı olacaktı.

Saat 7.3o
Suyun kenarında sanki bir yakamoz ya da tanrıdan mesaj yollanan bir ışık parlıyor gibiydi.
‘Tanrım ne kadar güzel!’

Bu heybetli ve asil duruşun fotoğrafını beynime iyice kazımalıydım. Çünkü aklımın ucunda bir sel olup akmıştın Almila..

Usulca arkasına yaklaştım. Elimi omzuna dayadım. Yüzünü döndürdüğü o anın tekrarlarını önümdeki yüzyıl boyunca, hiç unutmadan hatırlayabilirim, diye düşündüm. Beline kadar uzanan saçları, umut dolu gözleri, bebek kokan teni bir ömrün tek karesi gibiydi. İşte mutluluğun fotoğrafı burada, yanı başımda. Kalbimin atışlarını hissetmemek artık elde değil. Bir volkanın sır gibi yer altında kalan ateşi nasıl bir anda patlarsa, damarlarımda dolaşan coşku ve heyecan bende de o kadar hareketliydi. Takati zor duruşlarımdan bir tanesini yaşıyordum karşısında. Ama gene de dimdik durabilmeyi başarabilirdim. Çünkü kuvvetli ve iktidarlı görünebilmek en çekici yönüm olacaktı. Ya bir sal yapıp gölün ortasına kadar açılmayı denemeliydi ya da daha gerçekçi olup bir an önce romantik akşam yemeklerine doğru yol almayı. İşte benim de tüm derdim buydu. Ne zaman romantizmin üst noktasına çıkabilirdim. Bu onun içinde uygun olur muydu? Yoksa çok mu hızlı hareket etmiş olurdum. Fakat biraz romantizmi her halde hiçbir bayan ret edemezdi. Nasıl olsa gerisi gelecekse de, ondan sonra olurdu. Şimdiden bunları düşünüp, zamanı harcamanın bir anlamı yoktu. Haydi öyleyse gel benle Almila. Gel ve belki de bu akşam kollarımda uyu..

Seni ne kadar arzuluyorum oysa ki!





Akşamın ilerleyen saatleri adım adım başlamıştı. Hiçbir ışık yanmıyordu etrafta ve sadece mumların etkileyici ışıklarıyla beraber havaya yükselen meyve kokuları vardı. Çoktan hazırlamış olduğum yemeklerden bir bir tadarken Almila’nın gözlerinin içi parlıyordu. Bunca hazırlık hoşuna gitmiş olmalıydı. Bu mayhoş görüntüye biraz da içki katmak güzel olurdu. İçki içip içmeyeceğini sordum. Biraz alabileceğini söyledi. Başlamış olduğumuz akşam yemeği, kendi seyrinde devam etti ve içki bardakları sırasıyla boşaldı. Hafif olarak oda müziğine eşlik ediyordu ruhumuz. Biraz batı klasiklerinin yanı sıra, Fransız parçalarından; bonsoir ve s’il vous plait ortamı adeta büyüleyici anlara bıraktı.

Ezelden beri dansın muhteşem tutkusuna kapılmayı sevmişimdir. Buna biraz daha tutku etkileyip, bir bayanın kollarımdaki süzülüşüyle canlandırmalıydım. Galiba dans etmeye dünden razı. İçimdeki titrek sözcüklerle:

-     Dans etmek ister misin?
-     Evet..

İşte tüm bu iki cümleden sonra uzun süren bir suskunluk başladı yeniden. Artık ellerimiz birbirimizin vücutlarındaydı. Daha fazla söze gerek kalmamıştı bu durumu anlatmaya. Bana her zamankinden biraz daha yakındı. Narin bileklerini sarmalarken boynuma, aynı şekilde benim de kollarım onun belindeydi. Hatırımda kalan boynundaki ten kokusuna ne kadar yakın olduğumun gerçeğiydi. Daha da fazla yakınlaştım. Artık dudaklarımı yüzünün çehresinde gezdiriyor, nefes alışlarını üzerimde bile hissedebiliyordum. Dayanılması çok zor bir durum olmasına rağmen, halâ daha bu ısrarcı hareketlerime devam ediyordum. Ancak bu onu biraz tedirgin etmişti. Ya ben çok hızlı devam ediyor ya da bu onun için bir sürpriz oluyordu. Fakat bu geri çevrilemez bir zaman aralığıydı. Artık dudaklarım daha haşinli ve saldırgandı. İlk öpücük çoktan arzu ettiği noktadaydı. Buna bir yenisini eklemek isterken, dudaklarını geriye çekmeye devam etmesi, isteksiz olduğunu düşündürmüştü. İşte suskunluk burada bozulmuştu. Şimdi ona karşı tüm cesaretimi toplayıp, tüm içten gelen duygularımdan bahsetmem gerekiyordu.

‘Seni ne kadar arzuladığımı bilemezsin. Bundan sonra her zaman yanımda olmanı istiyorum. Sana deli gibi aşığım. Biliyorum, sende benden hoşlanıyorsun. Bunu hissetmemek imkansız. Ne olur ikimize bir şans ver. Göreceksin ne kadar mutlu bir birlikteliğimiz olacak. Lütfen, seni seviyorum Almila..’

Tüm bu son kozlarımdan sonra yapabileceğim tek şey artık onun sözcüklerini dinlemek olacaktı:

‘Korkuyorum Tunga. Henüz böyle bir ilişkiye hazır olup olmadığımı bilemiyorum. Sana bu kadar kısa sürede alışmak beni endişelendiriyor. Bunu yapmak istemiyorum.’

Hayır, son bir hamlem daha olmalı. Bunu yapabilecek yüreğim zaten ortada. Sustum ve sadece….






Ellerimi kalçalarına doğru hızlıca indirdikten sonra ayalarımı onun kasıklarının altına doğru yapıştırdım. Bu hızlı hareketime karşılık koyamayışı ve aynı hareketi onun da tekrarlaması, ortamı daha da ateşledi. Artık ellerimi daha rahat üzerinde gezdirebiliyor, göğüslerinin üzerinden saçlarının arasına kadar raks edebiliyordum. Müziğin etkisiyle hareket ediyor, ritim olguları bizi sıcaktan adeta kavuruyordu. Müziğin sona ermesiyle sanki bu büyü bozulmuş ve birden birbirimize yapışan bedenlerimiz ayrılmıştı. İnsanın kahırdan ölmesi içten bile değildi Her ne kadar baştan çalmaya çalışsam da artık eski duyguyu alamayacaktık. Daha güzelini yaptık ve birlikte mumların çepe çevre sarmaladığı yatağa uzandık. Başımı onun göğüslerinin üzerine yerleştirdim. Bununla beraber o da ellerini saçlarımın arasında gezdirip duruyordu. Asla aynı hareket bir daha tekrarlamıyordu. Çünkü yerimizde duramıyorduk. Sağ bacağımı onun iki bacağının arasına kıstırmış, tüm itici gücümle bastırıyordum. Daha ne kadar öteye geçebilirdik ki bir gecede. Sarhoşluk anca bu kadarına izin vermişti. Bundan sonrası için ona güven vermek zorundaydım. Benim için zor olan ancak onun için anlam taşıyacak bir fikir vardı aklımda. Ben başka bir odaya geçip orada sabahlayacak ve ona daha huzurlu düşünebilecek bir ortam bırakacaktım. Saatler sabahın beşini bulmuştu bile. Artık dinlenmeye ihtiyacı vardı. İyi geceler sevgili tanrıçam..

Ben diğer odaya geçtim. Pencerenin yanı başındaki yatağa uzandım. Bir taraftan yıldızlara bakıyor, öte yandan az önce yaşadığımın gerçek olup olmadığını düşünüyordum. Hayal ve gerçeğin arasındaki geçen zamanlar, asla unutulmazdı. İçimden her ne kadar onun yanında uyumayı geçirsem de, bunu yapamıyordum. Tek beklediğim tepenin ardındaki güneşi bir an önce görebilmek ve sabahın ilk ışıklarında onu uyandırmak. Kendimden geçmiş gibiydim. Uyku iyice bastırmıştı. En iyisi de buydu. Uyuyup zamanın daha çabuk geçmesini sağlamak. Derin bir uykuya dalıyordum. Vakitlerimi uyuyarak geçirmek istemesem de..

Gün ağaralı epey olmuştu. Gecenin yorgunluğundan ötürü yığılıp kalmışız. Sessiz ve dikkatlice mutfağa doğru ilerledim. Güzel bir kahvaltı bizi zinde tutacak ve mutluluk saçan yüzlerimize biraz daha neşe getirecekti. Her ince ayrıntıyı düşünmeye çalışıyordum. Olabildiğince güzel kahvaltı sofrası kurabilirdim. Muhtemelen her şey tamamdı. Sıra onu da uyandırmaya gelmişti. Nasıl uyandırabilirdim ki! Öyle tatlı uyuyordu. Ufak bir sesleniş yetmişti fakat onun güzel uykusunu bölmeye. Kalktı ve kendisine hazırladığım kahvaltıya bir göz attı. Hoşuna gideceğini tahmin etmiştim. Eğlenceli bir gecenin ardından, hoş bir yeni gün de bizi bekliyordu. Bundan sonrası, kendi akışında geçebilecek noktaya gelmişti.

Gün boyu kendimize iltifatlar yağdırdık. Ortak yönlerimizi bulmaya çalıştık. Başarılarımızı, hayallerimizi konuştuk. Birlikte yapacağımız beklentilerimizi kararlaştırdık. Gülüşlerimiz arzularımızın altında saklıydı sanki. Her defasında aynı kareler aklımıza geliyor Ben ondan, o da benden bir şeyler istiyordu. Her iki lafın arasında bir yakınlaşma dürtüsü vardı içimizde. Utangaçlığımız biraz daha azdı. Ancak dünün ağrılı bedenleri yorgunluğunu atamamıştı. İstek dolu hareketlerimiz mesaj bildirse de, bu durumu ne kadar daha uzatırsak bizim için o kadar daha iyi olacaktı. Heyecanımız tekrar artacak, hislerimiz ulaşabildiği en uç noktaya kadar çıkacaktı. Dün geceyi bir kez daha yaşamalıydık. Bunun için karanlığın çökmesi gerekmezdi. Her geçen dakikayı deli dolu yaşayabilecek kişilerdik ikimizde. Büyük ihtimalle aklımızdan geçenler değişme yaşamıştı. Daha sonrayı değil, şimdiyi düşünmeye başlamıştık. İçimizdeki geceyi başlatacak ilk alevi, ona yaklaşarak ben yaktım.


Yere uzanan bedeni soğuk sabahları adeta ısıtırken, üzerindeki elbiseyi hızlıca çıkaracak kadar ateşliydi. Onu takiben ben de aynısını tekrarladım. Bedenlerimizi daha iyi tanıyor ve hissettiğimiz duygular artarak devam ediyordu. Başını hafifçe kaldırarak ellerimi saçlarının arasına yerleştirdim. Doyasıya öpüyor, durdurulamaz bir şekilde göğüslerini okşuyordum. Buna daha fazla dayanamayıp kalan kıyafetlerini de çıkarmıştı. Bu güzelliğin artık sahibi gibiydim. Köle ve efendisi oluvermiştik birbirimizin. Fakat hangimiz köle, hangimiz efendi onu bilemiyordum. Sanki her ikisi de birbirimize uyuyordu. Yeri geliyor o üzerimde bir hakimiyet kuruyor, yeri geliyor vücudunu bana teslim ederek kendinden geçiyordu. Yerden hızlıca kalkıp yatağın üzerine çıktık. Bize yetmeyecek kadar tüm birliktelikleri kurmuşken, daha fazlasına ihtiyaç duymaya devam ediyorduk Elini, ayalarımdan penisime kadar getirdikten sonra, kendi organına kadar yaklaştırdı ve içine yerleştirdi. Coşkuyu böylesine yaşamamıştım. Durmak bilmeyen muzurluğumuza bir yenisini eklemeyi de başarmıştık. Banyonun sıradanlığı bile bozulmuştu o gün. Suyun sıcaklığı altında, ateşli bedenlerimiz tekrar tekrar birleşiyordu. Tüm hareketleri deniyor ve bu heyecanı doruğa çıkarabilmek için elimizden geleni yapıyorduk. Almila beline kadar eğilmiş, ellerini muslukların vanalarına dayamış ve benden arzuladığı o haşin hareketleri bekliyordu. Buna asla hayır diyemezdim. Banyodan yükselen seslere kulak vermemek elde değildi. Coşkunun frenleri de patlamıştı artık. O bağırdıkça ben hızlanıyordum. Ben hızlandıkça o bağırıyordu. Buna dayamayıp onu duvara yapıştırdım ve içimdeki farklılaşmayı artık dışarıya çıkarmanın zamanı geldiğini anladım. Sağ bacağına yapıştım ve rahat bir nefes aldım. Böylece gün doğumundan batımına kadar tüm saatler bize ait olmuştu.

Anlatılması imkansız bir varlığı anlatmak gibi bir şey aslında Almila. Hayatınız boyunca varlığına inandığınız ama bir türlü göremediğiniz bir düşünce gibi. Görseniz de gözlerinize inanamayacağınız kadar kusursuz yapıt düşünün. Nasıl bir sanatçı olmalı ki, onu bu kadar şaheser bir eser haline getirsin. Benim için bu kadar önemli olan ise, tanrının gerçek melekleri kadar kusursuzdur.

Onunla bitmek tükenmeyen bu birlikteliğimiz, hayatımdaki güneşin yeniden doğuşu gibiydi ve aradan bir buçuk sene geçmesine rağmen biz aynı duyguları paylaşabiliyorduk.

Evet, aradan bir buçuk sene geçmişti ve şimdi biz iki ayrı şehirdeyiz. Bizi bir araya getiren şehrin ise kutsallığını halâ içimizde taşıyoruz. Nerede olursak olalım, kalplerimizden asla hiçbir sevgi tanesi eksilmiyor. Hayat bizi şimdilik geldiğimiz şehirlere gönderdi. Çünkü tanrının adaleti şu an için bunu istiyor olmalı diye düşünüyorum. Tekrar bir gün bir araya geleceğimizi biliyoruz. İşte biz o gün için yaşıyoruz. İnsanı ayakta tutan hayalleri değil midir, dememiş miydim?

İki insanın birbirine tapması için her zaman bir arada olması gerekmiyor. Uzaklar ne kadar uzak olsa, düşüncenin gücü insanoğlunu ayakta tutmayı başarıyor. Uzak üç şehirde, üç şehrin tapınaklı hikayesidir bizimkisi; Almila ve Tunga’nın efsanesi..









Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.


Mustafa Can ÜRCAN kimdir?

Hayata tutunmak gibidir sevgiyle kalemi tutmak ve kalem sevgidir yaşadıkça anlamak. .

Etkilendiği Yazarlar:
Ataol Behramoğlu-Aziz Nesin-Behçet Necatigil-Ömer Hayyam-Can Yücel -Halide Edip Adıvar-Ziya Gökalp-M.Kemal ATATÜRK


yazardan son gelenler

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Mustafa Can ÜRCAN, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.