Şiir, tarihten daha felsefidir ve daha yüksekte durur. -Aristoteles |
|
||||||||||
|
Kalemim yazıyor. Ben yazıyorum. Ve O şahit… Her şeyin en güzelini yazan şimdi yazacaklarımı da şahit… Bundan önceki yazdıklarıma şahit olduğu gibi… Bundan sonrakilere olacağı gibi… Hava çok soğuk bu gece. Yıldızlarda görünmüyor bulutlardan. Tek odalı bu evde bu küçük pencereden bakıp bu kocaman dünyayı anlamaya çalışıyorum hala. Hala… Lavanta çiçekleri kokuyor her yer. Buram buram giriyor penceremin aralığından içeri. Yalnızım evimde. O nerededir bilmiyorum. Gerçekten bilmiyorum. Bazen rahibeye benzetiyorum kendimi. Bu tek odalı evimde bazen haftalarca dışarı çıkmadığım oluyor. Gerçi çıksamda yer yarılıyor, toprak beni içine çekiyor, güneş beynime yaklaşıyor sanki… Bunca yıl geçti aradan, hala bitmedi arkamdan söylenen sözler. Bunca yıl geçti aradan hala bitmedi. Bitmedi… Sen neredesin şimdi bilmiyorum. Söylenmemiş sözleri kaldı mı acaba insanların? Saplamadıkları bıçakları var mı? Günlerce hasta yatarken ben, benden sularını, yiyeceklerini esirgerken onlar inandıklarına nasıl hesap verecekler acaba? Bir gün olsun kapımı çalıp yaşıyor mu diye bakmadılar bile… Mevsimlerin en güzeliydi. Çiçeklerin gelin oldukları bir bahar. Bir öğleden sonrası güneşin ela gözlerime vurup bana tutulduğun gün. Ve benim katran karası gözlerine bir ömür hapsolacağım o ilk gün. İlk vuruş… Bir daha hiç kimsede yaşayamayacağım, yaşama ihtimallerini yok sayacağım o ilk bakış. Ve bir daha kimseye, hele öğleden sonraları güneşin vurduğu ela gözleri kimsenin göremeyeceği bir bakış… Bu kadar. Hikayenin evveli ahiri bu kadar. Ben yazdım… O yazdı… Kalem yazdı… Bu kadar. Haramdı bakmak. Bakışa bakış eklemek olmazdı. Yazdığımı yazan baktığıma da şahitti. Başımı öne eğip gittim. Nereye gittim bilmiyorum. Ayaklarım yürüyor, gidiyor sadece gidiyordu. Kalbim çırpınan bir kuş kadar ürkek. Bakışlar kaldı gözlerimde. Gözlerim bakmadı bir daha. Sonraları… Gençliğin ateşi yakıyor gözlerimizi. Her gün geçiyorum onun önünden. Lavanta kokusunu arkamda bırakarak. İstiyorum ki olmadığım zamanlarda burnuna değen bu koku bu ela gözleri hatırlatsın… Yazan olarak ben sormak istedim bunu yazdırana… Bakışa bakış eklemek haramdı evet. Peki aynı bakışı hafızaya kazıyıp defalarca hatırlamak. Unutmamak için durmadan o gözlere bakmak?.. Bir sene geçti aradan. Takvimlerin yapraklarını saklıyorum onu gördüğüm günden beri. Bir bakış dışında hiçbir şey olmadı… Hiçbir şey… Öğleden sonraları güneşi alıp ela gözlerime geçiyorum önünden. Akşamları kapımın önünden geçiyor o. Hep aynı saatte. Akşam namazına giderken. Her gün penceremde bir gül. Güle sarılmış bir kağıt. Bakışı bakışa eklemeyin ayeti… İçim nasıl yanıyor bir bilsen? Bu böyle ne zamana kadar?.. Güle sarılmış bir kağıt alıyorum yine bir gün. İçinde aynı şeyin yazacağının eminliğiyle açıyorum. Emre… Katran karası gözlerin sahibinin adı yazıyor. Bir Cemre düşüyor Emre’nin gönlüne. Bir Emre düşüyor Cemre’nin gönlüne. Taa ezelden beri belli kaderleri. Cemre’nin içinde Emre. Cemre’ye mahkum Emre. Cemre’nin kaderinde Emre. Emre’nin kaderinde Cemre… Aynı saat yine. Akşam namazı vakti. Ne gelen var, ne de pencerede gül. Yüreğime kara bulutlar iniyor. Aklımda bin bir düşünce. Boğuluyorum düşüncelerin arasında. Boğuluyorum… Tek odalı evimde dolaşıyorum. Yüreğim sıkkın. Elimi kalbime koyup acımı dindirmeye çalışıyorum. Gecenin kör vaktine gelirken kapım çalıyor. Pencereden bakıyorum. Emre… Geri çekiliyorum hemen. Yatağıma oturuyorum. Kalbim yerinden fırlayacak sanki… Israrla çalıyor kapımı. Açıyorum. Elinde gül. Güle sarılı kağıt yok. Uzatıyor gülü. Sağını soluna bakıp müsaade isteyip giriyor içeri. Ateşle barut. Ben ve o. Kadın ve erkek. Sevapla günah, iyiyle kötü gibi kalıveriyoruz ayakta. Bakışı bakışımda. Yaklaşıyorum yavaşça. Gaz lambasını söndürüyorum… Emre… Yüreğimin gurbeti. Emre… Harama bulaşmış sevdam. Emre… Koyu… Kapkaranlık… Zifiri karanlık... Gece Emre… O geceden sonraki geceler… Peşi sıra gelen geceler sakındıklarımız kadar sakınmadıklarımızla dolu. Her gece çalan kapım çalmadı o gece. Koyular daha bir koyulaştı. Kapıya dayanıp bekledim sabaha kadar. Lavanta kokumu sürüp onu bekledim. Gelmedi… Emre yer yarıldı yerin içine girdi sanki. Geceler bitmedi. Karabasanlar sardı rüyalarımı; ama Emre yoktu hiçbir yerde. Onu aramak için günler sonra dışarı çıktım. Her bakan başını çevirdi. Her gören laf söyledi. Ve Emre yoktu… Belliki Emre yoktu. Yaşlı bir teyze vardı. O getirirdi yiyeceğimi. Niye yapardı bunu bilmiyorum. Hiç konuşmazdı benimle. Her gün bana yiyecek getirirdi sadece. Herkes elini ayağını çekmişken benden o… Bir tek o yardım etti. Seneler geçti aradan. Emre yok. Nerede bilmiyorum. Belki öldürdüler onu. Belki sürdüler başka yerlere. Bilmiyorlar. Kimseler bilmiyor. Emre o kapıdan içeri girdikten sonra kimseler neler olup bittiğini bilmiyor. İki kişi arasında neler olup bittiğini anlayamayacak kadar uzak çünkü herkes. Bir tek O. Bu yazıyı yazdıran O şahit. Bir tek O biliyor. Bilselerdi eğer Emre’nin her gece yanıma gelip Kuran okuduğunu, bilselerdi eğer o önde ben arkasında namaz kıldığımızı, bilselerdi eğer avuçlarımızı aynı yöne açıp, aynı varlığa dua edip ağladığımızı… Bilselerdi eğer tenimin tenine değmediğini. Bilmediler ama… Bilmediler. İki kişi arasında olup biten hiçbir şeyi hiçbir zaman bilmeyecekler de… Suçluyduk evet. Bu kadar inanıp nikahsız onu evime aldığım için ve nikahsız evime girdiği için suçluyduk. Günahkardık biz. Ama bilmiyorlar ki. Onun evime geldiği ilk gece, ona yaklaşıp lambayı söndürdüğüm vakit onunla olmak istedim. Züleyha’nın Yusuf’u arzulaması gibi arzuladım onu… Ben o gece Züleyha’yı anladım… Züleyha’nın kaderini paylaştım. Tenine dokunmak istedim. Günaha uzattım elimi. Emre geri çekilip durdurdu beni. Güzel gözlüm, bal gözlüm, güneş gözlüm… Kıyma bize dedi. Helalim olacaksın benim az daha bekle dedi. Az daha… Emre kıymadı hiç bize. Dokunmadı bana. Biz günah işledik evet. Ama ötesini bilmediler. Ötesini bilmeyecekler… Sandıklar kilitli. Çağlaya çağlaya coşan duygular suskun. Yıkılmış ve bir daha örülemeyecek duvar gibi harabe bir hasret içimdeki. Geç kalınan zamanlar, geç kalınan kararlar gibi pişmanlık şimdi arta kalan. Meğerle kurulacak ne kadar çok cümle varsa hepsini kurma vakti. Kalbime kazıdığım anları, sakladığım zamanları temize çekme zamanı. Vuslat güneşin batıdan doğma ihtimali kadar uzak. Vuslat tuz buz olmuş camların birleşmesi kadar olasılıksız. Sandıklar kilitli. Gecenin ortasında düğüm düğüm atılan cümleler gibi cevapsız her şey. Bir düşüş gün yüzüne. Bir akış kördüğüm karanlığa. Bir öğleden sonrası ela gözler. Uzaklara mahkum ettiğimiz sevdamızı yolla olmadığımız sürgünlerin hasretine. Lal olmuş dudaklarımızı bir kez daha mühürle yaşanılanların hatırına. Yazan benim. Yazdıran yaratıcı. Yazan kalemim. Cemre yok… Emre yok… Onlara iftira atanlar yok… Bunları izleyen O hala var. Hala şahit… Onların hikayesini yazmama şahit. Arzular ateşli… Can yakıyor yalnızlığım. Sırdaşlık yapıyor bana. Ürküyor içim… Burnumda lavanta kokusu… Gözlerimde o gözler… Aklımda o ayet:’’ Bakışa bakış eklemeyin…’’ Çağla GÖKDENİZ
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © ÇAĞLA GÖKDENİZ, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |