..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Paul'un Peter hakkında söyledikleri, Peter'den çok Paul'u tanımamızı sağlar -Spinoza
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Öykü > Kent > Veli ÖZÇETİNKAYA




18 Şubat 2009
Ay Tutuldu Deniz Çekildi  
Veli ÖZÇETİNKAYA
FARKINDALIK BAZEN GEÇ GELİR.


:AIAG:

AY TUTULDU, DENİZ ÇEKİLDİ.

Gözaltlarında oluşan torbaları seyretti. Erken yatmak konusunda kararlı bir duruşu olsun istiyor fakat bir türlü başaramıyordu. Makyajını temizledi. Yorgundu. Yatağın çarşaflarını değiştirdi. Pencereyi açıp odayı havalandırdı. Sen değişemezsin derken bu bir kabulleniş miydi yoksa tamamen kendini uzaklaştırmak için mi aklından geçirdiklerini geç olsa da dillendirmişti. Televizyonu açtı, kanallar arasında hızlı geçişler yaptı seyretmeğe değer herhangi bir şey bulamadı. Sesini kıstı. Yarın otuz yaşına girecekti. Kimseye söylemedi. İlk kez doğum gününü kimsenin hatırlamaması için büyük bir istek duyuyordu. En yakınındakiler dahi gerçek yaşını bilmiyorlardı. Tek bildikleri ayın kaçında doğum günü olduğuydu. Hafifçe belirginleşmiş göbeğine eğreti bir bakış attı. Avuçlarıyla etlerini sıktı. Vücudunu beğenirdi. Diyetteydi. Vücut hatlarını sergilemekten haz duyardı. Kışın dahi vücudunu gösterecek dar kıyafetler seçmeye özen gösterirdi. Erken evlenip erken boşanmıştı. Adam boşanma isteğini zorluk çıkarmadan kabul etti. Boşandılar. Çocukları sevmezdi. Aklına asla anne olmak gibi bir düşünce gelmedi. Gelmesi için gereken koşullarda tam değildi zaten. İstese de anne olamazdı. Günlerini lise arkadaşlarıyla görüşerek, küçük basit ilişkiler yaşayarak geçirirdi. Son zamanlarda bir yardım derneğine gidip gelmeye başladı. Kimlere niçin, neden yardım ettiklerini bilmeden gitti. Geldi. Sadece bir şeylere tutunmak, bir işe yaradığı duygusunu hissetmek istiyordu. Rüya tabirlerine meraklıydı. Uyanınca gördüğü rüyaları başucundaki not defterine yazardı. Kahvaltısını yaparken rüya tabirleri kitabını açar gördüğü rüyaların aslında ne anlama geldiğini öğrenirdi. O gece terler içinde uyandı., uçsuz bucaksız bir tarlanın ortasındaydı. Hava kararıyor alevler yükseliyordu. Bir buğday tarlasıydı. Alevlerin içinde çocukları olduğunu gördü. Elleriyle onlara dokundu. Yanıyorlardı. Dokunuşlarını hissetti. Ağlamaları karşısında çaresizliğini görüyordu. Alevlerin içine atla diyordu bir ses atla, çocuklarını kurtar ateşe atladı. Uyandı. Kitapta kesin bir karşılığın bulamadı. Tedirgindi. Bilinçaltına sığındı. Arasıra çocuk yap diyenlere aman aman istemez derken içinden geçenleri söylemediğini düşündü. Yumurtalıkları alınmıştı. İstese de çocuk sahibi olmazdı. İnsanlar kendisine acımasınlar diye kimseye bu durumdan bahsetmemişti. Zaten bu dünyaya çocuk falan da getirilmezdi. Haberlerde görmüyor muyuz her gün neler oluyor. Ben daha çocuğum nasıl bakarım o çocuğa. Çocuktan önce bir adam bulmak lazım. İlkinin hayrını gördüm. Diğerinin de görürüm. Eski kocasını hiç sevmediğini geçirdi aklından. Maddi durumu hayli iyiydi. Evin de tek çocuğuydu. Sümsük demişti ailesi. Direnmişti. Olsun evine bağlı olur demişti. Boşandıklarını hala söyleyememişti. Bu yaz muhakkak gelin diye aramıştı annesi. Kiminle gidecekti. Babasını üzmekten çekindiği için söyleyemezdi. İşleri var. Gelemeyiz. Bayramda geliriz annecim sıkma canını seni de çok özledim zaten. Babamın yanaklarından öp. Söylerim annecim. Kapat şu çocuk muhabbetini. Sıkılmadın mı? Ben çocuk falan yapamam. Yaa sapasağlamım maşallah. Olur, annecim bir ara yaparız. Neden eğleneyim seninle. Kapatmak zorundayım. Hoşça kal. Zor gelen aile isteklerinin ardı arkası kesişmek bilmiyor. Ne kadar uzak kalırsam ağırlıklarını o kadar fazla hissediyorum. Aklından geçirdiklerinin ne kadar yerinde olduğunu bir kez daha düşündü. Mesafeler her şeyden kopmayı sağlayamıyordu. Geçmiş bağların müzmin bir hastalık gibi olmadık zamanlarda nüksetmesinin dayanılmazlığını yaşıyordu. Bir gün gelse kendisini tamamen unutsalar ne kadar sevineceğini düşündü. Ayak bağı olmaktan başka bir şey yapmıyorlardı. Ama y.ne de annesini yeri ayrıydı. Babası kız çocuğu der gözümüzün önünden ayrılmasın. Ne işi var kız çocuğunun şehirlerde tek başına, ne olduğu belirsiz kalabalık arasında. Görüyoruz soysuzluk diz boyu bunu da gönderelim onlardan mı olsun. Üniversitenin ilk yılıydı. Babası tek kuruş göndermedi. İnadı uğruna yaptı tüm bunları. Annesinin zaman zaman babasından aşırdığı küçük harçlıklarla geçindi. Çaresiz birkaç işe girdi yapamadı çıktı. Verdikleri para hiçbir işini görmüyordu. Bu dönemlerde tanıştı eski kocasıyla. Nasılda sahiplenmişti onu. Evinde kalabileceğini söyledi. Ailesinin İstanbul da çocukları okurken zorluk çekmesinler diye aldığı, fakülte yakınlarında güzel döşenmiş, iyi bir mevkide sıcak bir evdi. Önce tereddüt etti fakat yapacağı başka bir şey de yoktu. Ne olursa olsun okulu bitirmeliydi. Eve yerleşti. Kalacağı oda şirin, arka bahçeye bakan, rahat bir odaydı. Kimseye bir erkeğin yanında kaldığını söyleyemedi. O yürekliliği kendimde bulamadım. Beni küçük orospu olarak görmelerini istemiyordum. Adama yemekler yapıyor, evi temizliyordu. Ne olursa olsun o yaşlarda topluma ne kadar da karşı da olsak paslanmış bazı kurallar hala kendi ağırlığını ortaya koyabiliyordu. Adam başlarda ilgili, sevecendi. Yaptığı iyiliğin altında ezilmekten kaçındım. Yattım onunla. İlkti. Adam umursamadı. Ertesi gün ağladım. Nedenini bilmiyorum saatlerce ağladım. Kime ne derim diye sızlanıp durdum. Akşama yine yattık. Bu sefer hoşuma gitmeye başlamıştı. İlkinde olduğu gibi acımadı canım. İçimden bir ses sürekli küçük orospu deyip durdu. Yazları mecburen evden ailesinin yanına giderdi. Uzun zaman benden onlara söz etmedi. Yazları evinde yalnız kalmama izin verdi. Kaldım. Kendime ait bir evim olduğunu hissettim. Hoşuma gitti. Gidebildiği kadar böyle gitmeliydi. Her şey güzeldi. Bir erkekle yaşamak hiçte korkunç değilmiş. İstediğim gibi de yaşıyordum. Beni bir adama bağlayan sadece özgürlüğümdü. Bir taraftan özgürdüm bir taraftan da olabildiğine bağımlı. Ev işlerini zevkle yapıyordum. Adama karşıda sürekli ilgili davranıp erkeklik yönünü yüceltiyordum. Daha iyisini nereden bulurum diye düşündü herhalde. Hiçbir şeyine de karışmazdı. Benimle evlenmek istediğini söyledi. İyi dedim evlenelim. Annemler geldiler. Çocuğu gözleri tutmadı. Gerçi adamın ailesi de beni içine sindiremedi. Tek çocuğumuz olmaz dediler. Zoraki de olsa evlendik. Bir süre aynı düzenimiz devam etti. Evliydim fakat olabildiğine serbesttim. Adama battı mı ne. Dikildi karşıma.

Bak son kez söylüyorum… Aslında ilkti de. Kesinlikle benden habersiz dışarı adım atmak yok. Sen evli bir kadınsın, sokak kadınları gibi davranma, geçen akşam eve de gelmedin. Bana bak başıma belamı olacaksın sen benim. Yosma. Sert bir kavga çıktı aralarında. Adam kadına vurdu. Yapılabilecek en büyük hatayı yaptı. Kadın eve gelmediği gece yeni sevgilisiyle sabahlamıştı. Genç bir delikanlıydı. Dürüsttü. Saygılıydı. Hepsinden önemlisi de âşıktı.

Aşk ile ilk kez karşılaştım. Doğal olarak ta başta bocaladım. O kadar uzak bir şeydi ki bana. Uydurma şeyler bunlar diye düşünürdüm. Bencilleşmiştim. Nasıl oldu bilemiyorum fakat bende âşık olmuştum. O gece, eve gelmediğim gece. Cihangirde evlerinde buluştuk. Heyecanlıydık. Konuşamadık. Işığı bile yakmadan birbirimize karıştık. Yataktaydık. Sıcak, nem bitkin düşürdü ikimizi de. Masal dinlerken duyduğum haz yinelendi. Defalarda âşık olduğumu söyledim durdum. Varsa yoksa oydu artık. Başka birinin lafı bile edilemezdi. Gece şehrin elektrikleri kesildi. Balkona çıktık. Boğaz önümüzde uzanıyordu. Bedenlerimiz ay kadar çıplaktı. Parlak, ıslak. Genişçe, etrafı demir korkuluklarla oval şekilde çevrilmiş, apartmanın ayrı bir parçasıymış gibi duran bir balkondaydık. Şehre sarktık korkuluklardan. Bağırdık. Işıklarını yakan olmayacaktı emindik. Cesaretimizde bundandı. Etrafa bakınan birkaç insandan başka aldırış edip çevreye göz gezdirende olmadı. Ay sarhoşuyduk. Aklıma gelen sabahı bir anda kovdum. Uyuyamama nedenimi de o geceye bağladım. Güneş batınca çöllerde sevdiğini arayan azgın bir kadın oluveriyorum. Hele bir de dolunaysa. Dışarı çıkalım dedim. İfadesizce baktı. Neden.? Sıkıldın mı? Sıkılacak zamanları geride bıraktım sadece bir büyünün bozulmasını istemiyorum üstelik burada. Hafızama kazınsın istediğim bir gece olarak kalmalıydı. Unutmamalıydım. O sebeple sabahı tophanede nargilecide bekledik. Anlatma gereği duymadım. Değişiklik oldu değil mi? Uykun mu var yoksa senin? Yoyo! Ne uyuması, insanın senin yanında gözlerini kapatması bile ihanet demektir. Güldüm. İşte bunun için buradaydık. Kapanan gözlerin ihanetine uğramamak istediğim için. Cadde canlanmaya başladı. Şimdi uyuyabilirdiler. Kalkalım mı?


     Öğlene kadar uyuduk. Kalktım ayaklarım istemeye istemeye evin yolunu tuttum. Eve gittiğimde yatağın bozulmamış olduğunu gördüm. Akşam gelmemiş miydi? Salona girdi. Adam Koltukta sabahlamıştı. Bu adam beni mi bekledi yoksa. Elbiselerini değiştirdi. Tekrardan dışarı çıktı. Büyük mağazalardan alışveriş yaptı. Kısa etekler, ayakkabılar, iç çamaşırları, pudralar… Aldı.


Güneş batmak üzereydi eve girdiğinde. Yeni aldığı iç çamaşırlarını denedi. Kilo mu alıyorum nedir. Kalçalarına, göğüslerine, bacaklarına iyice baktı. Kendini seyretmekten zevk alıyordu.
Adam odaya girdi. Kapının açıldığını duymamıştı. Öfkeyle şehvetin karıştığı hayvani dokunuşlarla sevişti kadınla. Canımı acıtıyorsun. Dur… Ağlamaya başladı. Ağlaması güçlendirdi. Adamı köpek gibi hırlıyordu. Kasıldı. Yüz kasları gevşedi, titrek elleri üzerinde doğruldu. Kalktı. Giyinmeden odadan çıktı adam. Arkadan bir kaplumbağayı andırıyordu, uzun boynu üzerinde bedenine oranla küçük bir kafası vardı. Salondaydı. Kadın giyindi. Akan makyajını tazeledi. Hiçbir şey olmamış gibi salona adamın yanına gitti. Sümsük konuşacak, erkeklik taslayacak şimdi. Sevmiyorum ulan seni. İstediğin zaman veriyoruz diye sahibim mi sanıyorsun kendini. Eline ne geçirdiyse fırlattı adama. Evi terk etmek zorunda kaldı adam. Evi kadına bırakarak. Boşanmaları fazla uzamadı. Avukatlar anlaştı. Ev, yüklü bir banka hesabı, birde Kumburgaz’da üç katlı yazlık ev kaldı kadına. Zengin yalnızlığına kavuştu. Parası vardı.
Yarın otuzuna girecekti öyle bir doğum günü olmalı ki…
Doktor muayenesinden sonra üzerine bir durgunluk çökmüştü. Düzenli kontrollere giderdi. Çocuğu olmayacağını bilse de umudu yaşatmak adına tekrarlardı bunları. Her seferinde aynı heyecanı duyumsar, içi kaynardı. Bir daha doktora gitmeme kararı umudundan vazgeçebilmek durgunlaştırmıştı kadını.

Çağırmadığı, haberdar etmediği arkadaşları birer ikişer gelmeye başlamışlardı, doğum gününü yazlık evin bahçesinde kutlamak istediler. Ellerinde içki şişeleri paketlerle bahçeye doluştular her biriyle istemese de nezaket adına her biriyle ayrı ayrı ilgilendi. Üzerine, aceleyle göz alıcı kırmızı renkli ipek bir elbise giyivermişti. Saçlarını toplamıştı. İri dudaklarına tatlı kırmızı bir ruj sürmüştü. Ayakları elbisenin altında çıplaktı. Kısa adımlar atıp, ayaklarını saklıyordu. İçinden öyle gelmişti. İlerleyen saatlerde kumsala indiler. İçki zihinleri bulanıklaştırmıştı. Bağıranlar, ağlayanlar, yanındakine kur yapanlar. Bir avuç amaçsız yığının içinde kendi amaçsızlığını düşündü. Bunlardan farkım ne?. İçinde bulunduğu durumun saçmalığıyla yüzleşebilme cesaretini gösterdi. Sizlerden nefret ediyorum dedi. Küfürler savururken kalabalıktan ses çıkmadı kadın susunca konuklar hiçbir şey olmamış gibi aralarında konuşmaya, gülüşmeye devam ettiler. Kadın aralarından zoraki konukları iterek ilerledi. Peşinden giden olmadı. Otuz yaşın cesareti insanların umursamazlıklarını öğretti. Ne kadar onların umurunda olmadıklarını söylese de onlar içinde durum farklı değildi. O gün fark etti, kimse kimsenin umurunda değildi. Bencillikle kurulu düzende öğretilenlerle, olması istenenlerle yaşıyorduk. Gökyüzüne baktı ay tutuldu, ayağının arasından kum taneleriyle çekildi deniz. İçine alsaydı eğer, deniz kusardı beni diye geçirdi aklından. Tutulan ayın altında uzaktan, evinin bahçesinden gelen azalan kahkahaları dinlerken.



Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.


Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Yüz, Ses, Ölüm [Şiir]


Veli ÖZÇETİNKAYA kimdir?

Veli Özçetinkaya


yazardan son gelenler

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Veli ÖZÇETİNKAYA, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.