Dünyada insandan çok aptal var. -Heinrich Heine |
|
||||||||||
|
Bolu dağının meşhur sis bulutu akşam üstü olduğundan olsa gerek daha da belirgindi. Yavaş yavaş aşağıya doğru inerken sanki güneşten önce istanbul'a varacağımı hissediyodum. Hayatımın en iyi yazılarını, otobüsün bir o yana bir bu yana sallanmasından dolayı en rezalet harflerle kağıda dökmeye çalışıyordum. Sağ tarafımda bir kaç kasaba vardı. Ve kasabaların önlerinde bizim gibi otlamaktan başka hiç bir işe yaramayan kendi halinde bir kaç inek. Yol kenarında taze fındık satan ve yaşları yediyi geçmeyecek bir kaç ufaklığıda göz ardı etmiyorum tabii. Onlarda inekler gibi kendi hallerinde. Tek farkları bir işe yaramaları. ................. Kafamı kaldırdığımda artık Bolu dağının en son virajını dönüyorduk. Güneş şimdi biraz daha aşağıda ve kızıl bir vaziyette sırıtıyordu. Artık İstanbul yoluna girmiştik. Hayli genç olan şöförümüz bir taraftan iştahla sigarasını içine çekiyor diğer taraftan da koca otobüsü zapt ediyordu. Birden aklıma şu geldi. Hani haber bültenlerinde "Bilmem nerden bilmem nereye giden otobüs kaza yaptı. Ve yola saçılan eşyaların arasından, yolculardan birisinin yazdığı şu dizeler bulundu" diye bazen söylenir ya. Bir an sanki kaza yapacağımızı ve benim deminden beri saçmaladığım bir kaç kendini bilmez cümlenin birilerinin kulağına gideceğini düşledim. Neyse........ İki şeritli yolun birisi kapatılmış. Sabah gidiş olarak kullandığımız yolu şimdi de geliş olarak kullanıyoruz. Yine eziyet yine e-zi-yet. Güneşin iki üç buluta yansıyan kırmızılığı dışında kendinden eser bile kalmadı. İstanbul 186 Km... Yavaş yavaş İstanbul'a doğru ilerliyoruz. Saat henüz 20:17. Otobüsteki bir kaç kişi çoktan uyuklamaya başlamıştı bile. Ben ise sabahın köründe uyanmış olamama rağmen hala cin gibiydim. Ve uyuyan bir cin olmaya da hiç niyetim yoktu. İstanbul 178 Km... Küçük bir mısır tarlasının yanında geçp gittik. Artık evleri yolun sol tarafında görmeye başlamıştım. Çoğu kerpiten yapılma dik çatılı müstakil evcikler. ........ Arka sol lastiği patlamış bir yolcu otobüsünün yanında geçip gitik. Hehh, Aksilik işte. ........ Yolun iki tarafına serpiştirilmiş evlerin ışıkları yanmaya başlamıştı. Hava iyice karardığından bende tepemdeki lambanın düğmesine bastım. Artık kağıdı daha iyi seçebiliyordum. Servis saati olmamasına rağmen bir kahve istedim. Ve sağolsun görevli arkadaş hemen getirdi. Şimdi bir taraftan kahvemi yudumlarken bir taraftan düşünüyorum. Kafam o kadar karışık ki düşündüğüm şeyi yarıda bırakıp başka bir şeyleri düşünmeye başlıyorum. Ama tabii onlarıda yarım bırakıyorum. Az önce, nefes alışımla bir şey içişimin eğer kontrol edemeyeceksem aynı anda olmayacağını kahvemin genizime gitmeye çalışmasıyla öğrendim. ......... Havada yine sadece bir yıldız var. ......... Sapanca gölünün yanından geçiyoruz. ......... İstanbul 113 Km... ......... Bindiğim otobüs 06 plaka. Ama İstanbul'a gidiyoruz. Biliyorum. "SAÇMALIYORUM" ......... Artık yolda ağaçlar ve elektrik direklerinden başka bir şey yok. ......... İstanbul 94 Km... ......... Hiç sevmediğim İzmit'e girmek üzereyiz. Her yanı zehirli sarmaşıklar gibi sarmış fabrikaların, ve bunların arasında tutnmaya çalışan ev bozuntularının arasından geçiyoruz. Tepenin her bir yanına hesapsızca yerleştirilmiş bir yığın gündüzkondu. Hepsinin yüzleri değişik yerlere bakıyor. Ve hepsinde değişik renk ışıklar yanıyor. Yeşil, sarı ve beyaz... ......... Tünelden geçiyoruz... Bir daha... ......... Şimdi de kahve servisi başladı. Yüzsüzlük yapıp bir kahve de şimdi aldım. İstanbul 74 Km... ......... Fabrika ve ev keşmekeşinin yanına birde yol kenarında lüks arabalarla ölüm pazarlığı yapan hayat kadınları eklendi. REZALET... REZALET... ......... Bu arada kahvenin yanında verilen çikolatalı bisküviyide mideme indirdim. ......... Artık yolda duraklayarak ilerlemeye başladık. Demek ki İstanbul'a fazla birşey kalmamış. İstanbul 51 Km... ......... Hayatımda yaşamak isteyeceğim en son yer olan Dilovası'ndan geçip Gebze'ye doğru burnumuzu soktuk. ......... Uykum hala yok. ......... İstanbul 29 Km... ......... İstanbul İl sınırı... ......... Ölümle pazarlık burada da var. Bu kez.............. ......... 22:37 İstanbul'a hoş bulduk........ ......... 22:45 Harem'deyiz... Denizde kocaman bir ro-ro var. ......... 23:05 Boğaz köprüsündeyiz. ......... 23:25 Artık ayaklarımı yere basabiliyorum. ......... 00:00 Eve dönmek güzel...
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Mavi Sayfa / Uğur KÖROĞLU, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |