"Kirazlar ve dutların tadını çocuklar ve serçelerden sor." -Goethe |
|
||||||||||
|
ÇÜRÜK ELMA Rahmetli Babam; “Çok şükür, çocuklarımın boğazından haram lokma geçirmedim.” dediğinde, Osmanlı bir kadın olan rahmetli babaannem bu sözler karşısında gözleri dolarak; “Haram lokmanın günahı ocak söndürür, sakın evlatlarına böyle yük bırakma.” derdi. Çocuk saflığımızla ne demek istediklerini kestiremesek de, haramın kötü bir şey olduğunu anlardık. Memur maaşıyla, eşinin, beş çocuğunun, anne, babasının ve yatalak kardeşinin sorumluluğunu sırtında taşıyan babacığım, çalışmanın değil, hırsızlık, arsızlık yapmanın ayıp olduğunu bizlere öğretti. 1970’lerin çetin koşullarına karşın memur, işçi olan babalarımızı utandıracak şey, altı yamalı ayakkabıları değil, tüyü bitmemiş yetim hakkının boğazlarından geçmesiydi. 1980’li yıllarda, “Globalleşen”, “Küreselleşen” diye tanımlanan dünyaya uyum sağlamak üzere serbest pazar ekonomisine geçtik. “ Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” politikaları ile toplum şiddetli bir deprem yaşamaya başladı. Bu deprem, öncelikle bizi ayakta tutan değerlerimizi yerle bir etti. Kamu yönetimi saygınlığını, güvenirliğini gittikçe kaybetti. Deprem altında kalan toplum değerleri için “adam” olmak, dürüst, namuslu olmak değil, parayı ele geçirmekti. Para her kapıyı açan tek değerdi! “Benim memurum işini bilir.”, “Gemisini kurtaran kaptan”; “Her koyun kendi bacağından asılır.”; “Bal tutan parmağını yalar.” cümlelerini içselleştiren bir nesil yetişiyordu. Bu depremin fay hattında kamu yönetimi vardı. Liyakat bertaraf edildi. Patronaj ( torpil sistemi) sistemi kanıksandı. Devlet kaynakları iktidarların beslemelerine akıtıldı. Bataklaşan bu sistemde önce insanımız çürümeye yüz tuttu. Kamu yönetiminde, emek vermeden, kurnazlık, yağcılık/yağdanlıkla, kısa yoldan köşeyi dönme, fırsatları değerlendirme anlayışı gittikçe kökleşiyor, makamlar en sadık hizmetkarlara teslim ediliyor, bilginin, deneyimin, eğitimin, görgünün asilliğinden nasibini almayan bu “efendiciler” hak etmedikleri makamlarında emanete hıyanet ediyor, çürük elmalar sağlam elmaları birer birer çürütüyor, altta kalanın canı çıkıyordu! Bu değişim, dilimize yeni kavramlar da kazandırdı. Bunlar; “Yolsuzluk” ve “ Etik” di. Hırsızlık yolsuzluğa, ahlak etik’e dönüştü. Bu dönüşüm bu kavramların içsel karşılığını yıprattı, hırsızlığı, ahlaksızlığı yüz kızartıcı suç olmaktan kurtardı. Tüyü bitmemiş yetim hakkı yemenin dayanılmaz ağırlığı hafifledi. ( Bu da ayrı bir yazı konusudur.) Vicdanımızdan ipini koparan utançlarımızla iki yüzlü yaşama iyice alışıyorduk. Kim; “ Kral Çıplak” demeye kalksa yuhalıyorduk. Bir TV tartışma programında bir yazarımız; (Sanıyorum Alev Alatlı idi.) toplumun % 99’unun Müslüman olduğu bir ülkede hırsızlığın bu derece yaygın olmasını anlayamadığını söylediğinde, öyle bir gürültü koparıldı ki ne söylemek istediği üzerinde kimse kafa yormadı. Aslında söylediği şey çok basitti; Eline, diline - ve beline sahip olma meselesiydi. İnanç sahibi bir kulun, emanete hıyanet etmesi, yalan dolan içine girmesi, hırsızlık yapması, yetkisinden, gücünden yararlanarak çıkar sağlaması/ sağlatması, hırsızlık yapanlara üç maymunu oynaması, kapıları, pencereleri hatta bacayı açması mümkün değildi! Ne yazık ki, istatistikler toplumdaki kokuşmayı doğruluyor. 28 Mart 2007 tarihli gazetelerde yer alan bir haberde; ülkemizde 2003 yılından bu yana hırsızlık artmış. Bugün dünya hırsızlık sıralamasında 35 ülke içerisinde 4’üncü ülkeyiz! Elhamdülillah Müslümanız! - Sahi ülkemiz borsasında yabancıların payı ne kadar? Tekrar istatistiklere dönersek… Türk milleti, hırsızlığın, israfın ekonomiye verdiği zarar nedeniyle yüzde 36 daha fazla vergi ödüyormuş. 2000 yılı değerlerine göre, 26.5 katrilyon liralık vergi gelirinin yaklaşık 10 katrilyonu hırsızlar tarafından buharlaştırılmış. Tablo vahim! Tüyü bitmemiş yetimin hakkı hırsızlar ve işbirlikçileri, yani araştırmalara göre hırsızlığın saç ayağı olan siyasetçi, bürokrat ve üçüncü şahıslar tarafından hortumlanmış/ hortumlanmakta… Devletin kasasına hortumlar nasıl takılıyor, kaynaklar nasıl hiç ediliyor? Amerika’yı yeniden keşfetmiyoruz, çok basit! Bir atasözü ile özetlersek durumu; “Minareyi çalan kılıfını hazırlıyor.” Kamuda küçük küçük kılıflardan, büyük büyük kılıflara kadar tüm hazırlıklar var. Siyasetcim, bürokratım, vatandaşım çöplüğüne göre kılıfını dikiyor! İşte çeşitli örnekler; Devletimin memuru devleti babası, kendisini de çocuğu gibi hisseder. Bu nedenle devletin malını babasının malı gibi görür. Çocuğunun fotokopi çektirmesi gerektiğinde, devletimin akıllı memuru hiç düşünmez. İşyerinde devlet babanın makinası, kağıdı, fotokopi çekeni varken, ne gerek vardır, sayfası 50 kuruştan fotokopi çektirmeye! Ya da iktidar olan bir siyasi partiye yamandınız, ya da dayınız, amcanız, teyzeniz o partide etkin bir yerde. Nasıl olsa liyakat da gerekmiyor. Kim bastırırsa çatır çatır o makamı kapıyor. Sonunda müdür, başkan vb. bir koltuğu kaptınız. Rüyanızda görseniz inanamayacağınız yetki, sizin elinize geçmiştir. Keyif sizindir artık! Makam odanızı dünya, kendinizi de efendisi sanırsınız. İlk icraatınız da en kıyağından koltuğunuzu, masanızı değiştirmek olur. Sayın milletvekilleri yavru ağzı ceylan koltuklarında otururken – Bu koltukların alımında hırsızlık iddiaları vardı. Ne oldu? Unutkan milletiz!-, devletimin başkanının, müdürünün sıradan bir koltukta oturması tabii ki mümkün değildir! - Sahi ülkemizin dış borcu ne kadar? Devletimin memuru iletişimi de çok sever. İş görüşmesinin dışında onlarca özel görüşme yapar. Evinde dostlarını aramazken, iş yerinde dost canlısı oluverir. Bir de devletimin memuru çocukların arabaları sevdiği gibi makam arabasını çok sever. Sağ arka koltuk devletimin memurunun rüyalarına girer. Çok önemli işler yaptığı için her şeyi hak gören memurum ayağının yerden kesilmesine öyle alışır ki, özel işlerinde dahi makam aracını kullanır. E… devletimin benzini deniz meselesi… Bir günde 100 devletimin memurunun odasını, sandalyesini, bilmem nesini attığını, kırtasiyeyi israf ettiğini düşünün. Ülkemiz kimsenin makam odasından, sandalyesinden ibaret değil. Toplamda tüyü bitmemiş yetim hakkından kaç lira sandalyeye, fotokopiye, kırtasiyeye gidiyor? -Sahi ülkemizde kaç milyon işsiz var? - Gelelim malı büyük götürenlere… Kocaman kocaman kılıf dikenlere! Devletimin ihaleleri çok sevilir. Devletimin bazı memurları da ihaleli yeri… Bu konu aslında biraz çetrefillidir. İhalelerde bazı siyasetçi, bürokrat ve üçüncü şahıs can ciğer kuzu sarması olur. O ihaleden ne kadar hayır gelir… Yorum sizin! Örneğin; Ülkemiz deprem kuşağında bir ülke. Ancak, yaşadığımız acı deneyim ve yapılan araştırmalar kamu binalarının depreme en az dayanıklı binalar olduğunu gösterdi/gösteriyor. Kamu binaları neden depreme dayanıksız? Bu binalar kaç liraya maloldu? Bunu yapan müteahhit kim? Altına devletimin hangi bürokratı, memuru imzalarını attı? - Sahi kamu binalarının depreme dayanıklı hale getirilmesinin maliyeti ne kadar?- İkincisi ise biraz daha devletimin memurunun kendini efendi sandığı sistemdir. Bu arada hizmetin gerekli olması önemli değildir. Devletimin memuru yetkisi çerçevesinde ihtiyaç yaratır. Devletimin dış ve iç borçla verdiği, sağlıktan, eğitimden kıstığı paraları harcamak için bir şey bulur/buldururlar. Alımları da ya iktidar beslemesinden, ya akraba şirketlerden ya da başkasının adına kurduğu kendi şirketinden yapar/yaptırırlar. - Sahi memur tüccarlaşınca işgal ettiği makamın çıkarlarını kim korur? Kamu yönetiminde yerel yönetimlerimiz ise ayrı bir inceleme alanıdır. Demokrasinin bize bahşettiği değerli belediye başkanlarımız kaldırımları değiştirmeyi çok sever. Bu özellik bizim ülkemize has bir özellik midir bilinmez? Bize ilgilendiren yönüne dönelim. Geçtiğimiz yıllarda belediyelerin bir yılda kaldırımlara döktükleri para 80 trilyon! Evet sadece bir yılda! Yollar yürümekle aşınmaz diyen büyüklerimizin böylece yanıldığını anlıyoruz! - Belediyelerin iç ve dış borcu ne kadar?- Devletimin merkezden yerel yönetimlerine kadar sevdiği diğer bir husus ise dekorasyondur. Devletimin memuru eski eşyaya hiç dayanamaz. Vatandaşın vergileri, kamu binalarının gösterişli mobilyalarına, gereksiz bir sürü mefruşatına giderken, “Eskisini at, yenisini bizimkinden al modadır.” Devletimin dekorasyon zevki ise ayrı bir inceleme alanıdır. İç mimarlara duyurulur! Bizim ülkemize has diğer bir özellik ise altyapısı olmayan kentlerin yüzünü gözünü boyamaktır. “Halka hizmet” için süslemede sınır tanımayız. Çevrenize bir bakın. Otobüs duraklarından, çöp tenekelerine, aydınlatma direklerinden, zincirlere… Gereksiz bir sürü ıvır zıvır… Benim en dikkatimi çeken Ankara’daki “Gökkuşağı” alışveriş merkezidir. İki yol arasında kalan ve birer birer dükkan sahiplerinin işsizlikten kapattığı bu yere Büyükşehir Belediyesi kaç trilyon harcadı? Üstelik bugünlerde yıkılacağı söyleniyor… Bir de yerel yönetimlerin borç batağında olduğu söyleniyor. Üstelik Başkan Ankara’yı utanmadan Avrupa kenti bile ilan etti…Kimi kandırıyor!!! - Sahi kentlerimizin gerçek sorunları neler? - Devletimin siyasetçisinden bürokratına kadar reklamı, tanıtımı, halkla ilişkileri de pek sever. 21. yüzyıl iletişim çağıdır. Başka şeyde çağ atlamasak da iletişimde atlamayı pek severiz. Bakanlıklardan, ilgili kuruluşlara, yerel yönetimlere kadar tanıtım, reklam furyası vardır. Albenili afişlerde, dergilerde, broşürlerde tüyü bitmemiş yetim hakkı ile reklamın bini bin paradır. Katılacağı TV programını bile billboardlarla, afişlerle ilan eden belediye başkanları hangi ülkede var? Bugünlerde bir de konser modası çıktı. Kiraz, muşmula festivali, alt/üst geçit açılışı bahane, konserler şahane. Dünyanın bir başka ülkesinde var mı? Bilmiyorum. Alt geçit açılışı için konser verilir mi? Renkli hayatlar sizin olsun! Gözümüz yok, devletimin siyasetçisi, bürokratı, üçüncü şahsı Edirne’den Kars’a havai fişek patlatsın, afişlere, broşürlere para döksün, halay çeksin Çeksin de! Ucu bize dokunuyor! Ayranı yok içmeye, tahtırevanla gider meselesi artık canımızı fena sıkıyor! -Sahi yılda kaç lira tüyü bitmemiş yetim hakkı afişlere, reklama, tanıtıma, konsere dökülüyor? Bilen var mı? Hırsızlar/israfçılar fanuslarında tüyü bitmemiş yetim hakkını savura dursun… Onun dışındaki hava gittikçe bitiyor, fanus çatladı, çatlayacak… Ülkemizde hırsızlığın yaygınlaşmasında en büyük etken olarak kararların bireyselleşmesi, siyasetin çıkar sağlama mekanizmasına dönüşmesi görülüyor. Diğer bir ifade ile her iktidar döneminde devletin kaynaklarına hortum çekiliyor. Siyaset “ adamı”, bürokrat, üçüncü şahıs saç ayağı ile mal götürülüyor. Bu arada söyleyelim, satacak bir şeyiniz yoksa, iktidar beslemesi iseniz “danışman” , “ araştırmacı” olursunuz! Niyet yolsuzluk - kibar olamayacağım- niyetiniz HIRSIZLIK olunca KILIFLAR ÇOK… Hem de en duygusalından… Yoksullara yardım için toplanan paralar, Deniz Fenerli adamlara emanet… yurdumun makamları da… Parasal kararlarda yetkinin kişilere bırakılması ise hırsızlıkta diğer bir etkenmiş. Memurları tüccarlaştırıyormuş! Nasıl mı? Elinizde devletimin harcayacak parası var. Devletimin parasına hortumu takarsınız! Bu sistem ile belirli kişileri kayırmanız, gizli ortaklıklar kurmanız, hatta komisyon gözünüzü doyurmaz ise başkasının adına şirket kurarak, şirketinize iş yaratmanız mümkün oluyormuş… Netice itibariyle farklı partiler olsa da sistem ballı. Her iktidar kendi beslemelerinin bitini kanlandırıyor. Gereksiz yatırımlara, hizmetlere, tanıtımlara trilyonlar akıtılıyor, kamu binaları yaldızlanıyor, makam araçları en lüksünden alınıyor, kısaca devlette “lale devri” yaşanıyor, ama eğitim, sağlığa ayrılan kamu kaynakları gittikçe budanıyor. Bir elde telefon bir elde ihale dosyası umurumda mı dünya modası çok seviliyor! -Bir soru: Aynı gelire sahip iki memurdan ya da vekilden ya da Başbakandan birinin çürük elma olduğunu, diğerinin namuslu yani sağlam elma olduğunu nasıl anlarsınız? Sistem suçlu da… Nasreddin Hoca’nın dediği gibi hırsızın hiç mi suçu yok? Lakin madalyonun öbür yüzü içler parçalıyor. Fanusun dışı dünyanın en geri ülkeleriyle yarışıyor. Ülkem iki kuruş için Dünya Bankası’na, IMF programlarına gebe… Yabancı sermayenin gönlüne bırakılan ekonomik dengeler bıçak sırtında. Tehlikeli oyunlar içerisindeki kişiler ülkeme kafa tutuyor. Kısır döngü içerisinde nesillerin, ülkemin geleceği kaybediliyor. Ülkem kan ağlıyor! Ya insancıklarımız? “Komşusu aç yatarken, tok yatan bizden değildir.”, “Kul hakkı yemek büyük günahtır.” yazan gerçekle, fani dünyadaki sırtlanların gerçeği arasında sıkışan, etleri, ruhları parçalanan zavallı insancıklarımız… Ülkemizde 1 milyon kişi gıdasız, milyonlarcası sosyal güvenlikten yoksun. Düşünün! Sizin çocuğunuz aç, ya da hasta. Paranız yok. Bu acıya hangi anne baba dayanır? Kırık dökük, sobası bile olmayan okullarımız var. Bir öğretmen gazeteye aracılığıyla çöpe atılacak eşya istiyor. Neden biliyor musunuz? Bunlardan yaptığı eşyaları satıp, öğrencilerinin karnını doyurmaya çalışıyor. Yaşlı teyzem, bacakları olmayan torununu karda kışta leğen içerisinde sürükleyerek okuluna götürüyor. Bunun nasıl bir acı ve çaresizlik olduğunu anlayabilir misiniz? Gençlerimiz geleceğinden umutsuz, uyuşturucu tuzağına düşüyor. Milyonlarca insanımız insanlıktan çıkmış durumda. Gerektiği gibi yapılmadığı için karakollar terörizmin hedefi…Yavrularımız kör kurşunun… Hey size söylüyorum kravatlı hırsızlar! Hiç sitelerinize çekilmeyin, aynı gemideyiz! Çaldığınız, israf ettiğiniz her kuruşu, ülkemin bir yerlerinde aç, açık olan insanların lokmasından çalıyorsunuz. Şehitlerimizden gazilerimizden çalıyorsunuz… Kısaca çocuklarımızın geleceğini çalıyorsunuz. Ne utanç! Daha fazlasını yazmaya yüreğim dayanmıyor. Midem dayanmıyor. Sağlam elmalar çürüyor! Siz hangi elmasınız?
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Şükran Kaba, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |