Materyalist bir dünyada yaşıyoruz, ve ben de materyalist bir kızım -Madonna |
|
||||||||||
|
Yanımda takım şeflerinden biri var. Sırıtıyor ama bunu yapmamak için de çabalıyor. Kendi ev ve iş arası süren hayatından sıkkın ama sıkıntısının farkına varamayacak kadar aptal. Hayır, aptal değil, kendi düşünce ve duygularının doğal yansımasını sevmiyor, kendine bir tarz geliştirmeye çalışıyor fakat hala tüm mimik ve hareketleri ilkel. Ne olacağını muhtemelen o da bilmiyor fakat beni patronun yanına götürüyor olmak onu heyecanlandırıyor, bu büyük bir görev onun için ve olacaklara şahit olabilme imkânı muhteşem bir ayrıcalık. Neler döndüğünden haberim yok ve ağustosun ortasında götüm donuyor. Güvensizlik ve gariplik tüylerimi diken diken ediyor. Şef omuzlarını kamburlaştırarak zaten açık olan kapıya vuruyor. Patron gözlerini monitörden bize çevirinceye kadar bekliyoruz. “Girin” diyor, giriyoruz. Gözleriyle koltuğu işaret ediyor. Şef hemen koltuğa yerleşiyor ama ben daha yüksek olan kenarına yaslanıyorum. O koltuktan nefret ediyorum, oturduğun anda içine gömülüyor, küçük bir çocuğa dönüyorsun. Patronum, kendisi pahalı sandalyesinde otururken karşısındakinin böyle ezilip büzülmesinden zevk alıyor. Tabi şef umurunda değil. Sadece benim düzeyimde biriyle muhatap olabilmesi için uşaklarından birinin de orada olması gerekli. Modern dünyanın kast sistemi bu, bir çeşit prosedür. Yine de şef orada değilmiş gibi bana hitaben konuşmaya başlıyor: “Evet” diyor “Nasılsın?”. Halimi merak etmediğinin bariz bilinciyle “Teşekkürler, siz?” diyorum. Cevap vermeden konuya giriveriyor. “Şirket içinde yeni bir düzenlemeye girmek durumundayız ve bazı değişiklikler yapacağız. Biliyorum uzun süredir buradasın ve aldığın prim artık maaşını geçiyor. Seni takdir ediyoruz ve seninle çalışmaya devam etmek istiyoruz. Şu anda iki yol var gibi görünüyor; ya çalışma saatlerini arttırıp maaşını sabit tutacağız ya da aynı saat için daha düşük maaş alacaksın?” Bunun bir soru olduğunu anlamıyorum. Ben olayı tamamıyla yanlış anladım ya da bunu takip eden başka bir açıklama olmalı diye bekliyor ve ifadesizce patrona bakıyorum. Yaklaşık yirmi saniyelik bir bakışma onu çileden çıkarmak için yeterli, sabırsızca “Evet, ne düşünüyorsun?” diyor. Sevgili okuyucu, bahsettiğim bu birkaç dakika yaşanmadan önce bana işimi sorsaydınız size şöyle cevap verirdim: “Yaklaşık 5,5 senedir bu işte çalışıyorum. İlk geldiğimde verdikleri maaş çok azdı fakat prim sisteminden bahsettiler. Her altı ayda bir prim oranında zam kazanıyorsun. İşe başladığımda ailemin yanından yeni ayrılmıştım ve bir sürü borcum vardı. Pek kalifiye bir eleman değildim, daha çok gençtim ve işi kabul ettim. 3. seneden sonra maaşım bana yetmeye başladı. Şimdi de idare ediyorum. Efendim? Evet, biraz alay konusuyum buradaki arkadaşlar arasında, aynı lisede inek öğrenci olmak gibi bir şey. Performansım daha fazla para almamı sağlamıyor ama benim işe başladığım seneden sonra şirketimiz çok büyüdü. Şu anda sektörde bir numara. Bir nevi benimsedim bende bu işi, kendim kurmuşum gibi geliyor. Budala şefleri ve kendini beğenmiş patronları ancak bu işe çok emek harcayarak görmemezlikten gelebiliyorum.” Aynen bunları söylerdim. Şu yirmi saniyelik sessizliğe geri dönersek… İçimden bir şeyler kopuyor ya da içime bir şeyler kaçıyor, anlamıyorum. Sanırım hayatın uzun bir süre belli bir düzen içerisinde akması insanı uyuşturuyor. Önce tüm gençliğiniz boyunca planladığınız hızlı hayatın ancak bir “rüya” olarak kalabileceğini düşünüyorsunuz. Tüm büyük adamların başarısını, sanki bir suçmuş gibi, şansa ya da paraya bağlıyorsunuz. Maddi sorunlar burnunuza dayanınca tek istediğiniz güvenli bir liman oluyor. O biricik amaç yalan oluyor, unutulup gidiyor. Aslında “uyku” işte o zaman başlıyor. İlk 5 saniye herhangi bir tepki verebilirseniz, uykunuz derinleşir. 10. saniyeye kadar beklerseniz bu iyi bir rüya mı yoksa bir kâbus mu ayırt edememeye başlar, huzursuzlaşırsınız. Eğer 20. saniyeye kadar beklerseniz… Uyanırsınız. “Evet, ne düşünüyorsun?” taşı oynandı, patron ve şef ikisi de bana bakıyorlar. Kahramanların harekete başlamadan önce gözü parlar; okuyucu, seyirci, dinleyici ya da her kimse sonrasında çok süper bir şeyler olacağını sezer. Benim dudaklarımdan ise “siz nasıl uygun görürseniz” ifadesinin ses tonunda şu sözcükler dökülüyor: “Siktiğimin işi sizin olsun, ben gidiyorum. Umarım bir gün gözünüz doyar.” İkisi de aptallaşıyor ne dediğimi bir süre anlamıyorlar. Kalkıp, kapıya yöneliyorum. Sakin adımlarla dışarı çıkıyorum artık bir şey duymuyorum. Sanırım patron az önce hışımla ayağa kalktı ve bağıra çağıra arkamdan geliyor. Merdivenlere geldiğimde beni cüssesiyle böcek gibi ezebilme ihtimali aklıma düşüyor hızlıca aşağı iniyorum. Az önce içime kaçan cesur savaşçı patronun üzerine bir araba ok yağdırdı. Egosundan akan kanları hayal edebiliyorum. Zaten kendisi ağzından saçtığı tükürüklerle ortamdaki sıvıyı hayalimle gerçek dünya arasında eşitleyebiliyor. O bana yetişemeden ofise giriyorum. Masamdan çantamı alıyorum, herkes bana bakıyor. “Az önce patrona umarım bir gün gözün doyar dedim, beni bulmak isteyen nerede arayacağını biliyor, hoşça kalın” diyorum. Herkes dumur oluyor, az önceki havalı lafı hangi filmde duymuştum diye düşünüyorum, yukarı çıkmak üzereyken patron ve şefle karşılaşıyorum. Şefin yüzünde yine engelleyemediği bir sırıtma var; tüm bunlar yaşandığı ve o orada olduğu için adrenalin patlaması yaşıyor. “Derhal terk et burayı” diye böğürüyor patron. “Ne yapıyor gibi görünüyorum” diyerek aralarından sıyrılıp geçiyorum. Dış kapıyı açıyorum, sert esen bir rüzgar beni çok havalı gösterebilirdi ama sıcak bir hava dalgası yüzüme vuruyor. Dışarısı cehennem gibi sıcak. Bu iyi. Cennet bekleyebilir.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Serena Budakoğlu, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |