Yaşama karşı sımsıcak bir sevgi besliyorum... -Dostoyevski |
|
||||||||||
|
Bu mağaranın sonu yok diye düşünmeye başlamıştım. Soğuktu, bazı yerlerin tavanı oldukça yüksekti. Bu yolculuğun en hoşuma giden tarafı mağaranın yan duvarlarından önümüze sarkan ağaç köklerini kimi yerde ki sarkıtları inceleme fırsatı bulurken aynı zamanda dokunabilmekti. Johns Johns! Diye seslendim. Bir an kendimi koca mağarada yalnız hissetmiştim. İkinci seslenişimde altı kişilik ekibimizin başı olan Johns bana cevap vermişti.Zaten onun cevabının sonrasında grubu karşımda görmem bir olmuştu. İtalya dan bir çift karıkoca geri kalanı ise benim kuzenlerimdi. Bu yaz tatilinde birimiz işimizi birimiz yaklaşan düğün hazırlıklarını birimiz tezimizi erteleyip bir normal üstü bir heyecan yaşamak istemiştik. Hani derler ya; ölmeden önce yapamadıklarımızı sıraya koyup yapmamız gerekir. Bizimkide bir nevi gerçek hayatı tanımadan önce bekârlığa veda turuydu. İleride Mert ve Uğurun gülüşmeleri beni karşıladı; ‘’tabi tabi siz gülün bakalım’’ ‘’yani Hikmet âlemsin filmlerde ki gibi bir mağara bekliyorsun sanırım. Öyle değil oğlum görmüyorsun her yerde ışıklandırma var. ‘’beklediğime göre çok büyük ama çok ‘’ ‘’anladık zaten gerildin bir hayli’’ dedi, Uğur Mete: ‘’facebook ta ki grup arkadaşlardan da gelenler var. Çıkışta buluşup şelaleden gececegiz. Şelaleden karşı kıyıya geçit var’’ ‘’okey, Sorun yoook. Anladım. hadi devam edelim diyebildim. Devam ediyorduk. grupta ki karıkocanın keyfine diyecek yoktu. bu nemli havada yer yer su birikintilerinin olduğu zemini geçerken ve hatta boynumuzu eğmek zorunda kaldığımız dar ve alçak koridorlarda dahil keyifliydiler. Olası sessizliği onların cips şıkırtıları arasında ki şen kahkahaları bozuyordu. Yerde parlayan şey dikkatimi çekti. keskin parlak bir tasa benziyordu. elimde bulunan kamp lambamı üzerine tuttum. digerleri de konuşarak yavaşça ilerliyorlardı. Biraz daha boynumu yere doğru eğdiğimde bunun islenmiş bir metal olabileceği fikrine kapıldım. çektim çektim olmadı. biraz daha sertleşti uğraşım derken yerinden sallamayı başarabilmiştim. hızla çektim ucunda halat sayılabilecek bir ip iki üç kez elime sardım hala geliyordu. onu da hızla yukarı çekeyim dedim. boşluktan gelen sese kulağımı kabartırken ayağımın altının aniden kaydığını ve hatta adeta çevremde ki bütün mağaranın çöktüğünü hissetmiştim. Arkadaşlara sesleneyim diye düşünürken içine düştüğüm durum beni korkudan adeta dondurmuştu. Ne sesim çıkabilmiş nede tam olarak ne olduğunu görebilmiştim. Simdi etrafım karanlıktı. Kapkaranlık. Zifiri karanlık! Derin bir sessizlik! O bütün neşeli gurubumuzun sesi çıkmaz olmuştu. sanırım oldukça uzaklaşmışlardı. ben hikmet dipsiz bir kuyuda bir başıma kalakalmıştım. kısa sureli şokun ardından ve yer yer gaza basan korkularımdan fırsat bulup el lambamı aramaya başladım. El lambamı bulmuştum ama pili sorunlu olmalıydı ki, bir yanıp bir sönüyordu. O yanıp söndükçe uzaktan bana yaklaşan bir gölge varmış gibi hissettim. net görebilmem imkânsızdı ancak lamba ışığına yaklaştığında gerçekten benden başka, üstelik kıpırdayan bir şeyin bana doğru geldiğinden emin olmuştum. kıpırdayamıyordum. ayaklarımın üzerinde sanırım yüklü bir toprak yığını vardı. Son yandığında ışık azalan ve sıkça almaya zorladığım nefesimi bile artık duymak istememiştim. Açık kalan ışıkta bana bakan bir çift göz vardı. Allahım bana acıdı mı cezamı veriyor anlamadım. Işık sönmemişti. Bana bakan bir çift deruni bakan göz vardı. Bu arada tabi yaşamayı düşündüğüm heyecanın çok üzerine varmıştım , bayılmışım. Ayıldığımda duvarları beyaz boyanmış bir odadaydım. Duvar bölümü boylu boyunca camdan oluşmuş, boş bir odada sedye benzeri bir şeyin üzerinde yatıyordum. Acaba bir alt kata daha mı inmiştim. Ya da indirilmiştim. Binbir fersah yolculuğunda mıydım? Neydi bu yaşadıklarım. Soldan gelen nefesini hissettiğim ya da ısısını alabildiğim ‘’evet orada biri var ve ben zor olsa da bakmalıyım ‘’diye düşünmemin ardından yorulduğumu fark ediyordum. Kafam çok karışıktı. Soluma doğru kafamı yavaşça çevirdim. Bu karışık düsünceler icinde hızlı adımlarla bana doğru yaklaşan o kadını gördüm evet simdi daha netti bu bir kadındı. Saçları neredeyse yerlere uzanan binlerce boncukla saçlarını süslemiş yakalarında binlerce ip ve muskayı andırır süsler ben öyle düşünmüşde olabilirim. Muskada olabilir. Uzunca boylu kireç gibi teni zeytin gibi gözleri olan o kadın yine bana geliyordu gelme değil uçuyordu adeta. Bu kadını tanıyor olabilir miydim? Çok da yabancı değildi aslına bakarsanız! ‘’Merhaba Hikmet‘’ ‘’Merhaba ama neredeyiz? Böyle sorgusuz sualsiz?’’ ‘’Rüyalarımızın sonlandığı odada’’ ‘’Başladığı odada mı var?’’ ‘’Senin tahayyül etmen zor bu döngüyü Hikmet’’ ‘’Biz bir grup...’’ ‘’Şşşşttt!..’’ ‘’!..’’ ‘’Tamam ama. Sus ve izle Hikmet’’ Buz gibi ellerini alnıma öyle bir bastırdı ki kendimi o kocaman cam duvarın önünde aniden bulmam bir oldu. Önce krem rengi çerçeve seklinde bir kare açıldı. Arkada ki cam saydamlaştı. Sonra o çerçevenin içinden mor bir çerçeve daha açıldı. Kadın arkamda omuzlarımı tutuyordu sanki tutmuyordu da bastırıyordu. ‘’Nedir bu ?’’ ‘’Bir nevi televizyon, senin seyrinde bu sekil daha iyi anlayabilirsin ‘’ Önce gürültülü ama temposu içinde tamtam uğultuları duydum. Derinden ve bas tonlarında olan bu tamtam benzeri seslerin devamında mistik bir melodi duymaya başlamıştım. Ama enstrümanı tam çıkaramadım. Kulağa hoş geliyordu. Evimi her gece yattığım yatak odamı. Her sabah kahvesini içmeden çıkmadığım mutfağımı izliyordum. ‘’Bu benim evim, neyi izletiyorsun’’ dedim. ‘’çok acelecisin’’ Hikmet dedi Sonra ki gördüklerim güzel eşim çocuğum. Ne kadar canlı ne kadar birebirler! Uzanıp sevsem sarılsam bir yıl öncesinde vedalaşmak zorunda kaldığım ailem. Bu çok acı gelmişti. ‘’bunu bana yaşatmamalıydın’’dedim. Gayr-ihtiyari. Kısa ama dolu yaşadığım evlilik yıllarım. Bir trafik kazası, Acı. Mirayım masa hazırlıyor. Oğlum Can çizgi film izliyor. Birazdan ben gelicem değil mi dedim yanımda kadına heves ve özlemle döndüm acabalar içinde sordum. Beni mi bekliyorlar? Kafamı tekrar onlara çevirdiğimde, evimde kapının girişinde duruyordum ve oğlum bana koşa koşa geliyordu. ‘’baba baba ‘’ Sonra evin ön bahçesinde buldum kendimi. Neden uzaktalar simdi? Olanca sinirimle bağırdım. ‘’neden bunu yapıyorsun?’’ ‘’Neden’’Allahım komada falan hastanede bir odada mı takılıydım. Bu bir rüyamıydı. Bu kimdi? bu kâbus nereden çıkmıştı? ‘’Hayır, ben kalu beladan beri dostunuzum ama zorla benden düşman yaratmaya çalışan sizsiniz. Çocuklarınızın koruyucusu benim ama siz beni onlara kötü tanıttınız. Siz âdemoğlu sizler. Sen Hikmet senin gibiler. Bir ucube gibi tanıttınız. Ben de çirkin ne görüyorsun söyle ?’’ Cevabı ile birlikte, en başa o kuru soğuk geniş ve karanlık mağara kuyusunda bulmuştum kendimi. Korkuyordum bu işkence ne zaman bitecekti. ‘’hayır, güzelsin çok güzel’’ ve tekrar bayılmışım. Kaç dakika ya da saat geçti bilmiyorum. Serin bir yerde uzunca yayılıp bayıldığımı hatırlarken, bir terle ile uyanmıştım. Hastane odasındaydım. Artık net bir şeyleri hatırlamakta oldukça zorlanıyordum. Her yer mavi tonlarında döşenmişti. Duvarlarda mavi boya perdeler ve resim çerçeveleri mavi tonlar. Her şey pasifik okyanusu kadar mavi... Miray başucumda vazoya çiçekleri yerleştiriyordu. Gülümseyerek bana baktı. Yine bu o kadının oyunu olmalıydı. İntikam peşindeydi ama niye ben, yanlış kurbandım bunu ona anlatmalıydım. Ama işte mirayım bana seslenmişti. ‘’daha iyisin dimi Hikmetçim’’ dedi. Bakışlarımı yeniledim gözkapaklarımı kapatıp açtım. ‘’Arkadaşların dün geldiler. Doktorun şok kaynaklı bir bilinç kaybın olduğunu söyledi.’’ Konuşmaya çalıştım konuşamıyordum. Haklı çıkmıştım bir hastane odasındaydım yoğun bakımdan çıkmıştım. Ama Mirayım işte onu ben de beklemiyordum sürpriz olmuştu. Ağzım yarı açık kalmıştı. Miray bana döndü elimi tuttu zorlama canım kendini yorgunsun’’ dedi. Gözlerimi yine kapadım huzurla uyumak istedim. Elimde Mir ayin eli uykuya daldım. Tekrar gözlerimi açtığımda elimde yine o derin bakışlı kadının eli sinsi bir gülümseme ve soğuk, iliklerime kadar dondum. Uzanıp alnımdan öptü. Dudaklarda kendi gibi hissizdi soğuktu. Sinirlenmiştim. ‘’Miray nerede? Diye sordum ‘’Miray öldü ‘’diye cevap verdi. ‘’Oğlum’’ ‘’Oğlunda Hikmet’’ dedi Soğuk sesi, elimi tutuşunda ki insani eksiklik ve gözlerinde ki o rutubetli yalnızlık, sadece sinirle bağırabildim. Agâh! Beni bir o taraf bir bitarafa sallayarak uyandıran Miray hadi ama. Kötü bir rüya gördün Hikmet kalk artık masa hazır. Yine o sıcak evimizde mutfağa doğru gittiğini duydum. Oğlum koşarak yatağa fırladı boğuştuk oynaştık. Koklaya koklaya öptüm oğlumu öyle ki çocuk bunalıp kaçtı.’’anne babam beni yieyecekk!’’ diye bağırıyordu. Artık bu gel gitler beni delirtmeye başladı diye düşünüyordum. Miray yanıma tekrar geldi; ‘’seni tembel hadi akşam yemeği hazır. Kötü bir rüyamı gördün’’sadece sarılabildim. Ağladım ağladım. Miray ın elleri saçlarımda ben ağladım. İşte çok iyiydim sapasağlamdım. Her şey yolunda görünüyordu. Beynimin bana oyunu olmalıydı yaşadıklarım. Ama evimdeydim Mirayımlaydım. Kalktım birazda olsa toparladığıma şükrettim. Lavaboya geçtim. Aynada kendime şöyle bir baktım. Derin bir nefes aldım. Musluğu çevirdim. Yüzüme iki avuç su attım. Kendime baktım ikinci avucumda kendimi aynaya değil mağarada ki tavana bakar buldum kendimi. Başımda Johns yüzüme su atan İtalyan bayan hemen ardında diğerleri hepsi tepemde ‘’aman Allahım ne günah işledim’’ diye mırıldandım. Yine olan olmuştu ben arabada Miray hemen yanımda Can arkada uyuyordu. Otoyolda yol alıyorduk. Arkayı gösteren aynamda derin bakışlı simsiyah gözleri ile o kadın, yerlere uzanan gri renkli saçları ile gün ışığı içinde arka koltukta bana bakıyordu. Elleri, uyuyan oğlumun üzerinde. Miray bana geçen ki kadınların altın gününde kim ne konuşmuş ne giymiş hararetle onu anlatıyordu. Bu anı hatırlıyorum evet ayni gün olmalı ayni saat yaşadım ben bunları. Ama o kadın orda yoktu... O kadın. ‘’Bu ne biçim yolculuk dedi Miray. Hiç konuşmuyorsun. Neler anlatıyorum gülesin diye.’’ Birazdan yine kahkaha atıp sözüne devam edecekti eminim o gündü yaşamıştım biliyorum. O kadın yine hiç kıpırdamadan gözünü bile kırpmadan bana bakıyordu arkadan. Miray’ın kahkahasına baktım. Bu kadar neşeli arkadaki kadını görmüyor muydu? Baktığımda yine Miray yoktu. Arkada oğlumda yoktu. Yanımda oturan kireç yüzlü o güzel gizemli kadın vardı. ‘’Anlat bana kimsin’’ dedim olanca gücüyle arabayı zorladım. Gaza basıyordum 200 leri geçmiştik. Şöyle diye bağırıyordum. Yanımda ki kadın sakinliğini bozmuyordu. Ben senin eski dostunum diyordu. Ben gaza son basışımda artık ne korku ne heyecan ne de bir ses vardı sadece acı hissediyordum yitirdiğim aileme dair. O sakince sanki ezber yaptığı bir cümleyi bana ara ara devamlı tekrarlıyordu. ‘’Al karısı giderken benden her şeyi öğrendin ama öldürdüğüm kişileri nasıl kurtaracağınızı öğrenemedin’’ Tahta kapı aceleyle çalındı. ‘’hanginizsiniz?’’ ‘’ben uğur kalksana oğlum öğlen oldu’’ ‘’vakit geldi mi ?’’ ‘’Evet, mağara turumuz başlıyor.’’ Aynı sabah aynı saatler. Diğerleri de hiç bir şey yaşanmadı mı? ‘’Ya O !..’’ ‘’Ne dedin Hikmet’’ ‘’yok, bir şey geliyorum. Herkesi toparlayın’’ ‘’Tamam’’ Uğur uzaklaşırken seslendi Hikmet ‘’ama bu sefer kafile başı benim’’ ‘’Oldu usta yeter ki sen iste’’ * * * Yakında düğünleri olacak olan çift Uğur ve nişanlısıydı. Nişanlısı Billur sordu: ‘’sizi duydum Uğur çok toleranslı değil misiniz Hikmete karşı. Sadece bugün ki gecikme değil her zaman evin küçük şımarık çocuğu gibi davranıyorsunuz ona, koca adam öyle değil mi ?’’ ‘’canım zamanla anlayacaksın çok büyük acılar geçirdi Hikmet. Kendi kullandığı arabada çocuğunu ve eşini yitirdi. Hala da tam atlatmış sayılmaz.’’ ‘’çok üzüldüm yeni duyuyorum.’keşke önceden deseydin’’ ‘demek ki öğrenmenin simdi sırası gelmiş. Üzülme artık daha iyi. Daha da iyi olacak kuzenim’’ * * * İste o görkemli gizemli bana kâbuslar yaşatan ya da rüyamda yaşatmış olan ya da neyse işte o mağaranın sonunda ki ışık görünüyordu. Hızlandım ekip arkamdaydı. ‘’hadi patron az kaldı ‘’dedi Johns Az kalmıştı evet, ilk adımımı attım dışarı, saatlerin ardından günışığı harikaydı. Dağın bütün oksijeninin içime dolduğunu hissetmiştim. Arkadaşlarda yanıma dizildiğinde şelalelin sesine karıştı kutlamalar ve çığlıklar. Arkama döndüm dipsiz karanlık tek tek sönen ışıklar! Önüme döndüm alabildiğine bir renk cümbüşü akan sular. Uğur seslendi. ‘aksam nevruz ateşi yakalım mı Polonya’nın dağlarında ne güzel olur’. ‘Çok iyi düşündün kuzen şansa ve berekete ihtiyacımız var. Al karısından sonra ‘’ ‘’Ne dedin Hikmet’’ ‘’Evet, yakalım çok iyi düşündün kardeşim’’ * * * Size diyeceğim o ki; Her mağaranın sonunda bir ışık var. O ışığı ilk ben yakaladım. Darısı sizin rüyalarınızın başına... Siz kâbusunuz olmadan yakalarsınız umarım. Şeyda Koç www.seydakoc.com
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Şeyda Gedik Koç, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |