ALLAH’IM, BEN NE KADAR ŞANSLIYIM
Yine erken uyandım bu sabah. Güneş yeni doğuyordu.
Eşime baktım. O kadar tatlı uyuyordu ki… Dayanamadım, yanağına hafif bir buse kondurdum. Elini yüzüne doğru götürdü. Sanki öpücüğümü, yanaklarına konan bir sinek sanmıştı; eliyle onu kovalar gibi yaptı. Onu rahatsız etmemek için birkaç dakika sessizce seyrettim. Yanımda oluşu, ona da bana da tarifsiz bir huzur veriyordu.
Ne kadar şanslıydım… Kaç kişi kanatsız bir melekle evlenmiş olabilirdi ki?
Hangi kadın, her türlü sıkıntıda, parasızlıkta, başarısızlıkta eşinin bu kadar yanında dururdu? Hiçbir zaman “şu eksiğim var” demedi. Geçen sene, evet tam bir yıl önce camı çatlayan gözlüğünü, ancak geçen hafta zorla değiştirebilmiştim. “Şimdi sırası mı?” demişti. “Bu sıkışıklıkta…”
Ama çocukları için isterdi. Onları giydirebilmek, iyi eğitebilmek için… Benden habersiz, geceleri yorganlara nakış işlemeye başlamıştı.
Önceleri gizlice yapıyordu; üzülmeyeyim diye. Bir gece geç saatte uyandım, yanında yoktu. Salona gittiğimde nakış işliyordu. Sarıldım ona. “Üzülme” dedi, “Günde üç-dört saatte bitiriyorum. Biraz destek olayım sana bu günlerde.”
Bir ara fark ettim, evde sık sık çiğ köfte yapılıyor. “Bu çiğ köfteler çok güzel” dedim. Zaten hepimiz bayılırız. Hele oğlum Mustafa… Üç öğün olsa itiraz etmez. “Bu kadar et nereden geliyor?” diye sordum. Yakınlardan yardım mı alıyordu, bilmediğim bir şey mi vardı?
Güldü. Eti adeta koklatarak koyuyormuş. Antep’teki dürümcüler gibi, patatesle… Kendi küçük sırlarıyla öyle bir lezzet çıkarmış ki ortaya…
Dayanamadım, sarıldım. Gözyaşımı fark ettirmemeye çalıştım. Allah’ım, ben ne kadar şanslıydım.
Sonra çocukların odasına geçtim. Ayşenur’um ve Mustafa’m huzurla uyuyorlardı. Açık pencereden kuş sesleri geliyordu; mis gibi bir esintiyle birlikte. Dayanamadım, ikisini de hafifçe öptüm.
Kızım yedinci sınıfta okul birincisiydi. Oğlum ikinci sınıfta sınıfın en iyilerindendi. Sülalenin en fakiri olmamıza aldırmadan, kaprissiz, sessizce başarıdan başarıya koşuyorlardı. Kızım dershanede bursluydu ve orada da hep birinciydi. Oğlum ise demokratik olarak seçildiği sınıf başkanlığıyla beni onurlandırıyordu.
Karne hediyesi almak için markete gittiğimizde, istedikleri şeyleri almam için ısrar etmem gerekti. “Pahalıdır, seni üzer” diye çekiniyorlardı. İkna etmek için epey uğraştım.
Dünyanın en güzel, en hassas çocukları benim çocuklarımdı. “Onlarda var, bizde neden yok?” demeyen… Bilgisayarımız neden eski diye sorgulamayan…
Dün işteyken annem aramıştı. Benim için dua eden anam… “Oğlum, iyi misin?” dedi. “Bütün dualarım seninle.”
Anneler Günü’nde küçük bir hediye aldım diye bana kızan, “Götür bunu, çocuklara bir şey al” diye direten… Hasta babam, beni göremeyince öğle yemeği yemeyen… Ama beni ve torunlarını görünce gözleri gülen…
Sarılmadan duramam onlara. Allah’ım, ben ne kadar şanslıydım.
Salona geçtim. Ellerimi açtım. Ağlayarak şükrettim.
Zengin değildim. Tek evimi iki yıl önce satmıştım. İşlerim eskisi gibi değildi. Çok zor günler geçirmiştim.
Ama ailem yanımdaydı. Ve bu, dünyanın en büyük zenginliğiydi.
Allah’ım, şükürler olsun… Sağlıklıyız. Bir aradayız.
Ben… Ne kadar çok, ne kadar büyük bir şansın içindeyim.


