Çok Geç

İnsan hayatındaki seçimler, korkular ve değişimler üzerine samimi bir düşünce akışı. Yazar, kendi deneyimlerinden yola çıkarak, okuyucuya cesaret verici bir mesaj iletiyor: Hiçbir şey için geç değil ve korkularımızla yüzleşmek, değişimi kucaklamak için her zaman bir şans var.

yazı resim

Hiçbir şey için geç kalmadığınızı öğrenmişsinizdir artık sanırım. En azından ben öğrendim; ülke değiştirmeyi denemeye cesaret ettim mesela. Birkaç ay yaşadıktan sonra bana uygun olmadığını anlayıp dönmüş olsam da gitmek de zor bir karardı, dönmeye karar vermek de.

Korkak yetiştirildiniz, biliyorum. Nereden mi? Bilmiyorum, kendimden. Seçim yapmak her zaman zordur, seçim yapmaya zorlanmak bunaltıcıdır. Tabii bazı seçimler hariç; mesela taraf tutmanız gerektiğinde birçoğunuz güçlüden yana olursunuz. Fazlasıyla insansınız çünkü, yadırgamıyorum. Bazen küçük bir paylaşım yapmaktan korktunuz, bazen bir beğeni tuşuna basmaktan. Öyle değil mi? Sizi en çok kendimden anlıyorum.

Ama artık büyüdünüz. Korkmayın. Hayat değişime zorladığında bir karar vermeniz gerektiğinde işaretleri görmezden gelmek de bir yönelim, işaretleri değerlendirip kendiniz için en doğru, en huzurlu, en mutluluk verici olanı seçmek üzere değerlendirmeye almak da bir yönelim. Soru şu ki: Siz hangisisiniz?

Tüm yolları deneyip tüm kapıları açmaya zorladıktan sonra aynı anahtarlarla aynı kapıları zorlayan mı? Kaosu geride bırakmaya cesareti olan mı? Yani sen, beyninle savaşmaya hazır mısın? Çünkü beyin, yani nöronlar, aynı sinaptik yolakları kullanmaya meyillidir. Yeniden var olmaya hazır mısın? Tüm iç ve dış sesler değişimden korkup yeni yolaklar oluşturmanı engellerken savaşabilecek misin kendinle? Ya da barışabilecek misin geçmişinle? Kısaca: Sen yeterince hazır mısın?

Her gün aynı hayata, aynı hislerle başlıyormuşçasına, EKG’nin dümdüz trasesi gibi hayatlar paylaşıyorlar mesela. Düz, dümdüz, aynı, stabil, dengeli. Gerçekten hisleriniz bu kadar dengeli mi? Gerçekten bir Nuri Bilge Ceylan filmi mi hayatınız? Yoksa Agatha Christie yanınızı kendinize saklayanlardan mısınız ya da beyninin derinliklerine gömenlerden?

Kafanızda bir kişiliği bir şablona oturtmak zorunda mısınız? Bu da soru mu? Cevabı çok net: Evet. Zorundasınız. Beynimiz bunu, kendimizi tehlikelerden korumamız için istemeden yapıyor olmalı. Sessiz, uyumlu, aykırı, dik başlı, girişken, çekingen, dengesiz, dikkat çekmeye çabalayan, kararlı, disiplinli, dağınık, titiz, bakımlı, kapalı, hafifmeşrep… Hiçbir kalıba koyamıyorsak da “deli” diyoruz. Öyle değil mi?

Siz hiç karşınızdakini algılayamadığınızı düşündünüz mü mesela? Bence düşünmeliyiz. Ama zaten algılayabilmek zorunda değiliz. Hiç değilim. Evet, değilsiniz. Eh, çabalasak hoş olur ama bazen de gereksiz. Neyse...

Konu nereden mi geldi buraya? Daha çok roman okuyup, üç yıl önce alıp kullanmadığım fotoğraf makinemle fotoğraf çekmeye başlasam mı diye düşünürken burada buldum kendimi. Yani, öyle varsayın.

Hadi öyle varsayıp devam edelim. Biliyoruz ki her yönelim bir vazgeçiştir. Çünkü bir karar vermek gerekir. Karar vermek de cesaret gerektirir. Derken korku ve insanlara kaydı benim aklım. Çünkü benim aklım hep insan davranışlarına, altta yatan psikolojilerine kayar. Elimde değil. Sonra bir soğuma gelir, sonra bir kaçış isteği. Kaçmaktan en keyif aldığım yerlerin başında çalışma masam gelir. Orada yazmayı severim. Ve ameliyathane gelir. Bilirsiniz, yeşili çok severim.

Sonra benim dümdüz hayatım dışında yaşanan hayatlarda kaybolmak isterim: romanlar, yabancı diziler, resim ve başka kültürleri tanıyabileceğim değişik ülkeler ve doğa ile anılarımı ölümsüzleştirebileceğim fotoğraflar.

Şu an bu yazımı anlamlandıramadıysanız bir kalıba koymamakla başlayın! Belki sizin için yazılmamıştır, sadece benim içindir. Yine de kendinizden bir parça bulduysanız, besleyiciyse yeşertin. Değilse değiştirin. Ya da en kolayı: okuyun ve geçin.

Yorumlar

Başa Dön