Gök gürüldüyor, uyumaya çalışan minikler anne babalarına korkuyla sarılıyorlardı. Ağaçlar 'Hadi artık boş boş gürleme sadece.' diye mızmızlanırken, küçük sarmaşıklar ellerini havaya uzatıp ilk yağacak yağmur damlalarına dokunacak olmanın heyecanıyla bekliyorlardı. Hadi artık güzel yağmur, var olabilmemiz için üzerimize serpilmen lazım.
O kadar çok baskılanıyordu ki büyüyemiyordu zavallı sarmaşık. Kalın gövdeli ağaçlarla dolu bir ormanda ne işi var bu sarmaşığın diye düşünerek düşüyordu yağmur damlaları onun üzerine..
Hissetti yağmurun üzülmekle karışık hislerini ve yağmura dönüp cevap verdi; rengarenk çiçeklerle dolu bir bahçede varolmak degil amacım. Varlığıma saygı duyulduğu sürece mutluyumdur ben. Bulunduğu ortamın ona büyüleyici gelmesi gerekmezdi gerçekten de, çünkü kendi içinde zaten büyüleyici bir hayal dünyası vardı sarmaşığın; etrafındaki her ağaç başka bir dünyaydı. Yaprak dökeni, hiç dökmeyeni, mevsim mevsim çiçek açanı, yaprakları sararanı, kızaranı, meyve vereni, asla meyve vermeyeni. Hepsinin dünyasını merakla seyrediyordu, bir sarmaşık yerine bir insan olarak varolsaydı; psikiyatrist olmak isteyebilirdi.
Mutlu bir şekilde varoluş sebebini gerçekleştirmek, yaşamak, büyümek ve gelişmek için artı bir desteğe her bitki kadar ihtiyaç duyuyordu sadece; daha fazlasında gözü yoktu; her bitki gibi toprak, hava ve suydu ihtiyacı olan ve kendine ait bir alan.. Toprak sonsuzdu sınırsızdı belki ama kalın gövdeli ağaçların kökleri sarmaşıkların büyümesini engelliyordu belki istemeden..
Herkes doğasını yani kendi gerçekliğini yaşıyordu, kızamıyordu sarmaşık ama çok içerliyordu. O kalın gövdeli bir ağaç gibi uzamak, tüm dünyaya tepeden bakmak, her daim yaprak dökmeden uzadıkça uzamak, yüzyıllarca varolmak gibi hayaller kurmuyordu; dedim ya tek hayali kendi varoluşunu gerçekleştirmekti her bitki gibi. Ama kökleriyle toprağın en derinlerinde birbirleriyle köklerini saglamlaştıran kocaman ağaçlar, onlara sırtını dayayan sarmaşıklar kadar şanslı degildi bu sarmaşık. Sırtını dayamayı hiç becerememişti bugüne kadar. Tohum olarak topraga atıldığı günden beri bu böyleydi.
Bitkilerin omurgası olur muydu?
Olmazdı, biliyordu ama hani işte adı her neyse omurga ya da fiziksel yapısı izin vermiyordu sırtını dayamasına, muhtemelen kendi genetik mirası buydu ya da öyle yetiştirilmişti, sonradan olmuyordu. Önemli değildi zaten, tüm bitkiler doğasını gerçekleştiriyordu. Sarmaşık saygı duymayı öğrenmişti. İhtiyacı olan tek şey, biraz toprak ve suydu sadece, biraz beslenmek.
Sarsılıyordu sarmaşık, yeri değişiyordu sanki, alanı genişliyordu, yağmur damlalarını bütün hücrelerince hissediyordu, birileri sesini duymuş olmalıydı. Heyecandan ağlamaya başladı, özgür hissediyordu yağmur damlalarını yapraklarındaki her gözenekte serin serin hissettikçe..
Peki bitkiler hareket eder miydi? Sanki yeri değişiyordu, kayıyordu, mutluluğu telaşa dönüştü, heyelan diyorlardı insanlar koşturuyorlardı, araçlarla insanlar bir yerden bir yere taşınıyorlardı. Keşke insan olsaydım diye düşündü sarmaşık, koşarak uzaklaşabilirdi bu karanlıktan, anlaması kolay olurdu belki etrafında olan bitenleri.
Evet insan olmak isterdi hep sarmaşık. Tüm insanlar dinleyen, iç dünyalarını anlamaya çalışan, insan doğasıyla kafayı bozmuş olan bir insan olmak isterdi, insan olarak varolmak, insanı anlamak, insanı çözmek ve insanı yazmak..
Karanlığa gömüldü nefes alamıyordu, toprak kaplamıştı üzerini artık, zaten yorulmuştu, beslenemiyordu, devam edecek gücü bulamıyordu artık kendinde, yavaşça yok olmakta oldugunu hissediyordu.
Aklından belki bu defa bir insan olarak dünyaya gelebileceği geçiyordu, yüzünde bir tebessüm, belki diyordu şanslıysam belki bir psikiyatrist..
