Papatyanın Hikayesi

Kendini çok seven küçük bir papatyanın dünyaya bakışını, diğer bitkilerle ilişkisini ve düşüncelerini anlatan bu hikâye, şeffaflık ve dürüstlük üzerine düşündürücü bir alegori. Küçük papatya, özellikle kaktüslere olan ilgisiyle, açık ve net olanı gizli tehlikelere tercih eden bir karakteri temsil ediyor.

yazı resim

Hiç kimseyi önemsenmeyecek kadar seviyordu kendini, gerçek bir sevgiydi papatyanın kendisine beslediği. yapraklarına hayrandı mesela, muhteşem bir ahengi vardı renklerinin, sarı kalbi ve bembeyaz taç yaprakları, o minik gövdesinin kocaman dik duruşu, kökleriyle sağlamca toprağa tutunuşu. Kendisine hayrandı sevimli papatya.
Nasıl olmasın ki?
Netti, açıktı, şeffaflık en sevdiği özelliğiydi. Anne papatya kadar iyi bir papatya değildi, yabani otlardan zarar gören annesi yine de tüm bitkilere şefkatliydi mesela. Ama bizim küçük papatya biraz asiydi.
Kızıyordu bazen, en çok zararlı otlara kızıyordu, kaktüsler dikenlerini batırsa da kaktüsleri başka seviyordu mesela. Hiç kimsenin sevmediği kaktüsler, dikenlerini sergiliyordu, ben batabilirim diyordu. Şeffaf zararlılar, faydalı görünümlü kötülerden değerli olacaktı elbette.
Bazen insanlar alemini de düşünmeden edemiyordu.
İnsanlar bazı gizemleri çözmek istemeyecek kadar bencil diye düşündü ama asla aptal değil. İnsanlar fayda gördükleri sürece gerçekle ya da asıl niyetle ilgilenmiyorlardı, fayda sağlayan kötüler fayda sağladığı sürece değerli olmaya devam ediyordu.
Bitkiler alemi biraz farklıydı.
İzleniyordu papatya. Hikaye için önemsiz bir ayrıntıydı neden ve kim tarafından izlendiği. papatya zaten her şeyin farkındaydı. Biliyordu, görüyordu, izlendikçe öfkesini arsız bir şova dönüştürüyordu. Neden mi? izlenmeyi seffaflığına hakaret olarak algılıyordu. İzlemenize gerek yok farketmek için takip etmek yerine, bilmek istediğiniz her neyse sorun bana diye bağırmak geliyordu içinden. Ama sormak da cesaret gerektiriyordu. Papatya artık buradan uzaklaşmak istiyordu. Belki de soru sorduklarında alacakları cevaptan korkuyordu kalın gövdeli ağaçlar, zararlı sarmaşıklar.
Yabani otların tarlaları kapladığı, sadece kendi çıkarlarını düşünen insanların dünyayı ele geçirdiği bir zamanda yetişmiş olma talihsizliğini hissediyordu her defasında. Daha güzel bir çağ var mıydı acaba yaşanacak? İnsanlar alemi de bu kadar kötü müydü? Ayaklarının olması özgür hissetmelerine yetiyor olmalı diye düşünüyordu sevimli papatya ama insanların görünmez zincirlerinden habersizdi. Küçük papatya benim kadar insanlar alemine hakim değildi, ona bir de insanlardan bahsedip daha fazla yaşam enerjisini tüketmeye gerek yoktu. Papatya sadece bulunduğu yerde nefes alamadığını hissediyor ve gitme isteğiyle yanıp tutuşuyordu. Gerçi farklı bir dünyası vardı papatyanın, bilse de hazmeder, devam ederdi keyif aldığı hayatına, hedef değiştirirdi belki sadece, başka bir ormana gitmek isteyebilirdi, belki bazen kaçmak. Kim bilir şuan bile kaçmak istiyordur, bilmiyoruz ki, farklıydı çünkü papatya diğer bitkilerle de pek ilgilenmiyordu. Sadece haksızlığa tahammülü yoktu, kendi başına gelmiş olmasa da, kendisini ilgilendirmiyor dahi olsa haksızlık karşısında susamıyordu. Yağmur yağıyor ve tüm bitkiler minerallerle, suyla beslenirken, karnı doyan papatya bazı obur bitkilerin tüm suyu hızla midelerine indirip, diğer bitkilerin aç kalmalarına sebep olmalarına kızıyordu, biraz hatta birazdan fazlaca uyumsuzdu papatya.
Uyumsuzluğunu da kendi rengi olarak görüyordu, ona ışıltı veriyordu, her haliyle seviyordu kendisini. Ruh hali değişir miydi ona insanlardan bahsetsem, bilmiyorum. Garipti. Zorluklarla başa çıkmakta kendine özgü bir yöntemi vardı kesin ama hiç birimiz bilmiyorduk. Asla pes etmiyordu mesela, ne kadar mutsuz da olsa kısa sürüyordu mutsuzluğu, yine mutlu olmak için bir bahane buluyor, isyan edip ruhunu arındırdıktan sonra kaldığı yerden keyifle devam ediyordu hayatına. Hiç üşenmeden korumak için güzel bedenini her akşam taç yapraklarını üşenmeden kapatır, güneşin ilk ışıklarıyla yeni güne keyifle başlıyordu.
Küçük bir kız çocuğu vardı haftada iki gün kreşinden çıktıktan sonra ziyaret ediyordu papatyayı. Yapraklarını sever onunla fotoğraf çektirip parka giderdi. Papatyanın en sevdiği saatlerdi minik arkadaşının onu doyasıya izlemeye gelip, ona tüm sevgisini küçük parmaklarıyla hissettirdiği o saatler.
Yine bir gün vedalaşmaya geldi kız çocuğu ben bir süre olmayacağım, kim bilir belki bir daha dönmeyebilirim dedi. Hüzün kapladı papatyayı. Keşke ayaklarım olsaydı dedi, keşke ben de kızdığımda çekip gidebilseydim, ruhum uzaklaşmak istediğinde kaçabilseydim, keşke sadece seni sevdiğim için seninle gelebilseydim.
Minik kız ertesi günkü ziyaretinde güneşe rağmen açmamış yapraklarını gördü papatyanın. Üzgündü papatya, hissediliyordu, özgür ruhu en sevdiği arkadaşıyla beraber uzun süredir onu yoran ormandan uzaklaşmak istiyordu, belki küçük kız duyabilirdi onu.
Bir sarsıntı hissetti, deprem miydi yoksa toprak kayması mı? Bilmiyordu. Önce etrafındaki toprağın uzaklaştığını fark etti, kökleri açığa çıkmıştı, derinliklerinde değildi artık toprağın, üşüyordu, başı döndü, gövdesini daha fazla dik tutamıyordu.
Gözünü açtığında bulutların arasındaydı, su veriyordu biri ona, bulanıktı her şey, bayılmış olmalıydı. ‘Anne, taç yaprakları açılıyor, papatyam ölmemiş.’ diye heyecanla bağıran o minik ses! Köklerini saran toprağıyla beraber bir saksı içerisinde, uçaktalardı minik arkadaşıyla. Papatyanın gitme hevesini evrende ancak bir çocuk algılayabilirdi. Uçuyorlardı bambaşka bir diyara, belki bu defa başka olabilir diye düşündü papatya, devasa bir çiçek bahçesi hayaliyle uyuyakaldı.
Bu defa uyandığında yeniden derinliklerindeydi kökleri toprağın ve güneşin ışıklarından kamaşan gözlerini iyice açtığında rengarenk orkideler, menekşeler, kaktüsler, zambaklar ve çeşit çeşit birçok çiçeği gördü. Yeni bir başlangıç diye düşündü, değişimden korkanlara şaşırdı bir kez daha.
Yeni bir başlangıç ne kadar kötü olabilirdi ki?

Yorumlar

Başa Dön