Neyimizi Kaybettik

Kimi kendi ideolojimizden görmüyorsak, onu düşman kabul ediyoruz. İyiliklerin, güzelliklerin, vatan ve millet severliklerin tekelimizde olduğuna inanıyor, bizden saymadığımız herkesin de bunlara düşmanlığından zerre kadar şüphe duymuyoruz.

yazı resimYZ

Kimi kendi ideolojimizden görmüyorsak, onu düşman kabul ediyoruz. İyiliklerin, güzelliklerin, vatan ve millet severliklerin tekelimizde olduğuna inanıyor, bizden saymadığımız herkesin de bunlara düşmanlığından zerre kadar şüphe duymuyoruz. Karşımıza aldığımız insanlar bir STK, bir vakıf kurup memleket veya millet için hizmet mi yapıyorlar, vatandaşlarımızın bir eksiğini gidermek için çaba mı harcıyorlar, mutlaka bu işte bir bit yeniği olduğuna inanıyoruz! Merhum Aziz Bekkininin ifadesiyle İslamiyetin Hakka kulluk, halka hizmet esasına oturduğunu benimsemişler, hizmet yapıyorlar dememize engel nedir? Güvensizlik mi, kıskançlık mı? Hazımsızlık mı?

Esasen bu güveni, hoşgörüyü yedi kat yabancılardan esirgemediğimizi gene onlardan öğreniyoruz. Kabına sığmayan bir ruha sahip olan Romenlerin ünlü yazarı Panait Istrati serserilik yıllarında Mısırın İskenderiyesinde güneşli bir kış geçirmek için bir gemiye kaçak biner. Gemi İstanbul limanına yaklaşınca, uzaktan kalem gibi minarelerini gördüğü İstanbulda dolaşmak arzusunu nasıl gerçekleştirdiğini Akdeniz kitabında şöyle anlatır: Gemiden çıkıp İstanbulu ziyaret edebilmem için pasaportum olmadığından, bir tayfa kasketi işimi gördü. Nöbet bekleyen Türk zaptiyesi, bunu pek ala fark etti; ama gülümseme ile karşıladı. Ayasofyayı çalmayacağımı biliyordu.

Istratinin tesirinde çok kalmış, hatta kendisini onun takipçisi diye nitelendiren Nicos Kazancakisin de bizdeki hoşgörü dikkatini çekmiş olmalı ki hayranlık duyduğu Aleksi Zorbanın romanını yazdı. Yunanlıdan ziyade bir Osmanlı olan Zorba sadece bir roman kahramanı değil, yaşamış, Kazancakise yakın dost olmuş bir insandı. Yıllar önce Almanyada özel bir televizyon kanalı kızını bulmuş, onunla uzun süren bir röportajını yayınlamıştı. Bir yazar, sevdiği bir insanı anlatıyorsa, kalemini zapt edemez. Kazancakis Aleksi Zorba adlı romanının önsözünde Zorbadan ne derece etkilendiğini şöyle anlatıyor: Ruhumda en çok iz bırakan insanları tespit etmek isteseydim, herhalde üçdört isim sayabilirdim: Homer, Bergson, Nietzsche ve Zorba Diğerlerinden neler aldığını belirttikten sonra Zorbanın onun için ne ifade ettiğini şöyle açıklıyor: Zorba ise, hayatı sevmeyi ve ölümden korkmamayı öğretmişti bana. Eğer bugün dünyada bir ruh rehberi, Hindlilerin dediği gibi bir guru, Aynaroz papazlarının dediği gibi yeronda seçmem gerekse idi, mutlaka Zorbayı seçerdim.

Kazancakis hukuk öğrenimi yapmış, Bergsonun derslerini takip etmiş gerçek bir aydın. Romanda Zorba ile Giritte maden ocağı işletiyorlar. Herhalde Zorbanın ruh dünyasını anlatmak için romanda şöyle bir kurgu yapar. Dinlenme zamanlarında patron (Kazancakis) bir şeyler yazar, Zorba da yemek yapar, kapları yıkar. Bir gün Zorba ona döner, Patron ne yazıyorsun? Alnı kırışmış halde, İnsanlığın sırrını çözmeye çalışıyorum. cevabını verince Zorba bıyık altından güler ve yeni bir soru yöneltir: İnsanlığın sırrı orda kalsın; bu etten mideye soğan, maydanoz, marul dolduruyoruz; bunlar üzüntü, keder, sevinç nasıl oluyorlar? Patron Bilmiyorum. deyince, Zorba şu cümleyle kahkahayı basar: Sen daha midede sebzelerin nasıl üzüntüye, kedere, sevince dönüştüğünü bilmiyorsun; bir de kalkmış insanlığın sırrını çözmeye çalışıyorsun.

Zorbanın hoşgörü, yaşama sevinci, hiç kimsenin önünde eğilmeme; ama herkese değer verme ve benzeri özellikleri Kazancakisin dikkatini çeker. Bunları nasıl elde ettiğini sorunca Zorba şu cevabı verir: Hiç okula gitmedim. Kitap da okumadım. Hayat hakkında ne biliyorsam, bizim köydeki Hüseyin Ağadan öğrendim. Bu koca Türk geçimini yün eğirmekle sağlardı. İhtiyaçlarından artan parasını Müslüman, Hıristiyan ayrımı gözetmeden muhtaçlara dağıtırdı. Bir gün beni dizlerine oturttu ve saçlarımı okşayarak şunları söyledi: Oğlum Aleksi, sana birkaç söz söyleyeceğim. Bunların manasını şimdi anlayamazsın; aklında tut, büyüyünce şuuruna erersin. Yedi kat göklere, yedi kat yerlere sığmayan Tanrının mekânı insan kalbidir. Bu fani âlemde her çılgınlığı yap; sadece onu kırma.

Zorbanın bize tanıttığı Hüseyin Ağa da büyük bir ihtimalle okula gitmemişti. Bu insan sevgisini, bu hoşgörüyü, herkese güvenle yaklaşmayı sadece kültürümüzden almıştır. Hüseyin Ağalar yetiştiren kültürümüz hangi özelliklerini yitirdi de bırakalım yabancılara, kendi dilini konuşan, dinini paylaşan, aynı milli kaderi taşıyan insanlara küçük ayrılıklardan dolayı düşman tavırlar sergileyen kişiler yetiştirir hale geldi doğrusu çok merak ediyorum?! Toplumumuzun bütün meseleleri bu sorunun cevabında düğümlenmiyor mu sizce de?

Kalın sağlıcakla

Başa Dön