İtalya’nın kuzeyinde, Po Ovası’nın bereketli topraklarında uzanan Verona, tarihî dokusuyla adeta bir açık hava müzesi. 250 bin nüfuslu bu şehir, Milano’nun moda telaşından ve Venedik’in kanallarından sıyrılıp kendine has bir sakinlik sunuyor. UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde yer alan Verona, taş evleri, daracık sokakları ve tarih kokan meydanlarıyla insanı büyülüyor. Ama itiraf edeyim, burayı bu kadar özel kılan şey, Shakespeare’in ölümsüz eseri Romeo ve Juliet.
**Aşkın ve Trajedinin Başkenti**
Verona’ya adım atar atmaz, Romeo ve Juliet’in hikâyesi sizi sarıp sarmalıyor. 16. yüzyılda, kan davalı iki aile, Capulet’ler ve Montague’ler, Verona’nın sokaklarında birbiriyle çekişirken, genç Romeo, Juliet’e ilk görüşte vuruluyor. Gizlice evleniyorlar, ama ne yazık ki aşkları, ailelerinin bitmek bilmez düşmanlığına yenik düşüyor. Romeo’nun, Juliet’in kuzenini öldürmesi, şehirden sürülmesi, Juliet’in sahte ölüm numarası ve nihayetinde ikisinin de trajik sonu… Bu hikâye, 1524’te Luigi da Porto’nun kaleminden çıkmış, ama Shakespeare’in 1597’de yazdığı oyunla efsaneleşmiş.
Bugün, Verona’ya gelen milyonlarca turist, bu hikâyenin peşinden koşuyor. Juliet’in evi, Via Cappello 23’te, adeta bir hac merkezi. 13. yüzyıldan kalma bu ev, 1905’te belediye tarafından satın alınmış ve 70 yıl önce restore edilmiş. Ünlü balkon mu? İşte o, Shakespeare’in esininden yola çıkılarak sonradan eklenmiş. Ama inanın, o balkona bakarken insan, Juliet’in Romeo’yu beklediği anı iliklerine kadar hissediyor.
**Juliet’in Evi: Aşkın Tapınağı**
Evine vardığımda, bahçede bir kalabalık… Genç, yaşlı, evli, bekar, el ele tutuşmuş çiftler, hayallere dalmış âşıklar… Herkes Juliet’in heykelinin başında. Efsaneye göre, heykelin göğsüne dokunursanız “sonsuz aşk” sizi bulurmuş. Tabii ki ben de bu tatlı hurafeye uydum, gülerek dokundum heykelin soğuk bronzuna. Ama asıl büyü, bahçenin duvarlarında. Her dilden yazılmış notlar, aşk mektupları, şiirler… Türkçe, Arapça, İngilizce, Japonca… Kimisi bir isim karalamış, kimisi uzun bir aşk ilanı yazmış. Duvarlar o kadar dolu ki, yeni gelenler artık yapışkanlı kâğıtlara yazıp yapıştırıyor. Yetkililer bu “duvar sanatından” şikayetçiymiş, ama kalabalık öyle coşkulu ki, kimse durduramıyor.
Eve giriş 3 Euro. Balkona çıkıp fotoğraf çektirmek içinse para değil, sabır lazım. Kuyruk uzun, ama beklemeye değiyor. O balkonda dururken, sanki Romeo’nun sesini duyuyorsunuz: “Ama o ne ışık, pencerenden süzülen?”
**Verona’nın Turizm Zaferi**
İtalya, her yıl 35 milyon turisti ağırlıyor. Venedik kanallarıyla, Roma tarihî mirasıyla, Floransa sanatıyla büyülerken, Verona’nın kozu bu aşk hikâyesi. Juliet’in evi, evlilik yıldönümlerini kutlayan çiftlerin, evlenme teklif eden âşıkların, hatta nikâh kıymak için gelenlerin durağı. Öyle ki, bu iş için özel turlar düzenleniyor! İki gencin trajedisi, bugün Verona’ya milyonlar kazandırıyor.
Montague’lerin evi de çok uzak değil, Via Arche Scaliger 4’te. Ama burası ziyarete açık değil, Juliet’in evindeki coşku burada yok. Belki de hikâyenin kalbi Juliet’in balkonunda atıyor.
**Bizde Niye Olmasın?**
Verona’nın dar sokaklarında yürürken, kendi ülkemizi düşündüm. Bizde de nice hikâyeler, nice tarihî mekanlar var. Kerem ile Aslı, Ferhat ile Şirin, Leyla ile Mecnun… Ama ne yazık ki, bu zenginliklerimizi Verona gibi pazarlayamıyoruz. Turizmi sadece deniz ve güneşle sınırlamışız. Oysa tarihimiz, kültürümüz, hikâyelerimiz o kadar derin ki! İtalya 35 milyon turist çekerken, biz 15 milyonda kalıyoruz. Belki de bir gün, bizim de bir balkonumuz olur, âşıkların notlar yazdığı, milyonların koştuğu…
Verona’dan dönerken, Juliet’in heykeline son bir kez baktım. O soğuk bronz, sanki hâlâ Romeo’yu bekliyordu. Ve ben, bu hikâyenin büyüsüne kapılmış, bavuluma bir tutam aşk, bir tutam tarih koydum. Siz de bir gün Verona’ya giderseniz, o balkona çıkın, bir not yazın. Kim bilir, belki aşk sizi de bulur.
Kalın sağlıcakla…