Cezmi Ersöz'le
(Ozan Önen) 7 Ağustos 2005 |
Entelektüel |
| |
ODTÜ Genç Yazarlar Topluluğu Başkanı Ozan ÖNEN, Cezmi ERSÖZ'le Ankara’da konuştu; ünlü yazara afili sorular sorup manifesto niteliğinde cevaplar aldı... |
|
Limon Bardan Şaşaalı Sahnelere: Manga
(Ozan Önen) 7 Ağustos 2005 |
Pop Kültür |
| |
Ünlü yazar Yakup Kadri, "Ankara" adlı romanında, "O milli ateşin hararetinden bu buzdan şehir maketi nasıl çıkmıştı?" diye veryansın eder. Şair dostum küçük İskender, Ankara'yı "En kara" diye tanımlar. |
|
|
İnsanlar olmasaydı Bu Dünya İmparatorluğu diye adlandırdığım bu dünyadan nefret etmezdim ve eğer ki ‘insanlar’ olmasaydı yaşamaya gerek duymazdım.
‘’Öldükten sonra da yaşamak istiyorum.’’ diye yazdı hatıra defterinin ilk sayfasına Anne FRANK ve ben öldükten sonra da yaşamak istiyorum. Yazıyorum bu yüzden!..
Yaşamak için tek nedenim ‘insanlarım’ dediğim insanlarsa , yazmak için de aynı neden yeterince geçerlidir sanırım. Niye?...
Ah işte o anahtar soru soruldu yine! Filozofların , konuşmaya henüz başlamış ufaklıkların , işverenlerin , işçilerin , öğretmenlerin , öğrencilerin , yani otoriteler ve boyun eğenler de dahil olmak üzere ol’an veya öl’en herkesin dilinde olan o alışıldık soru : Niye?
Tamamıyla içgüdüsel bir refleks. Tanımsız ve şaşırtıcı bir kusma biçimi...YAZ BAKALIM!
Gayriresmi bir düzensizlikte dolaşmakta olan kara bir düzene inat ; sokakları, insanları, söylenenleri ve söylenemeyenleri, ölümü, doğumu, sevgiliye sunulan o en sahici yalanları, hastalığı ve dirilişi, hesapları ve sürprizleri yeniden, yeniden ve yeniden yaratabilmek için yazıyorum!
‘’ Yazmasaydım delirirdim.’’ belki, ama, ben delirmeseydim yazmazdım. Olması gerekeni yaratmaya çalışanlara ‘deli’ denilen bu dünyada deli olduğumu bildiğim için yazmalıyım ve yaratmalıyım. Bir hareket, bir gülüş, bir yaşama sebebi, bir his, bir çığlık ve bir yokluk var ederek var olmalıyım. Virgüllü konuşmaları sonsuza değin uzatabilirim ve eğer ki ‘sonsuz’a bir son koyabildiğimi biliyorsam ve ‘bir’ sıfatını ‘bin’ yapabiliyorsam yazı aracılığıyla , ‘yazmak’ denilen bu muazzam orgazma bütün hayatımı veririm!.. Örneğin protez bacaklı bir çocuk olabilirim koşma yeteneğim hala varken , olmayan sevgiliye dokunabilirim ‘o’ uzağıma düşmüşken , kumarhanelerden hastanelere , akrepten yelkovana , ağızdan mideye , dünyadan uzay boşluğuna bir kalem tükürüğüyle sıçrayabilirim!.. Kağıt üstünde küfredebilirken şaşaalı bir kahkaha da patlatabilirim!...Böcek olabilirim, duvar olabilirim, anne olabilirim...Bomba olup yanıbaşınızda patlayabilirim!.. Ağlayabilirim, anlatabilirim, susabilirim. Bana verilmiş ya da verilmemiş tüm haklarımı yazının şaşırtıcı büyüsünde kullanabilirim. Bu Dünya İmparatorluğu’ndan ‘dünya’ olmasını talep ediyorum Süleyman Efendi!.. Yalnızlığımda yalnız kalmamalıyım!..Bana yazık olmamalı! Suratıma tokat gibi çarpan kitaplara kitaplarımla tokat atabilmek için yaşamalıyım. Belki de bunun için en güzel nedenim Dostoyevski’yle hala konuşabiliyor olmamdır... O, benle yazarak konuşabiliyorsa hala ; ben neden diğer ozanlarla , diğer budalalarla ve ecinnilerle konuşamayayım ki?!..İşte bu nedenle ,birileri ellerimi kırsa dahi bıkmadan usanmadan yazabilmeliyim!..
Yanaklarım al al oluyor ; dışları Çırağan Sarayı’yken içleri Kuzey Kutbu’nu anımsatan herkese bağırıyorum: Sizin ne güzel papağanlarınız var , sizin ne de güzel papağanlarınız var! Size inat yazmalıyım. Kendi deliliğime bir yol bulmalıyım çünkü belirli bir yolum yok ama , ayaklarım var. Papağanlarınızın taklit yaşamlarına inat kurgulayabildiğim sahici hayat akışlarım var!.. Kukla değilim ve kedim yok. On dokuz dünya yılı yaşadım henüz ve yazıyorum ben baba. Baba , oğlunun renk değiştiren yaşı bir yaş daha küçülmek istiyor şimdi... Daha bol çikolata istiyorum ben. Erken yaşlandım çünkü. Sırtıma şimdiden ağrılar saplandı ve şimdiden deli gibi sigara tüketiyorum... Aşık oldum. Nefret ettim. Bir günümün yirmi sekiz saat olması gerektiğine karar verdim. Pornografik rüyalar değil istediğim ; benim tüm yeteneğimi çalabilecek kadar etkili bir tene sarılıp uyumak istiyorum! Uykuyu bu yüzden severken yirmi dört dünya saatinden harcadığı için onu bir lüks olarak algılıyorum ; uyumuyorum,uyuyamıyorum... Belki de bu yüzden tüm zamanların en çok iz’lenen ölümüyüm ben! Öldükten sonra da yaşarken , yanımda ‘insanlarım’ dediğim insanlarım olmasa dahi Bu Dünya’nın çelmesine takılan ‘insanlarım’ diyebileceğim diğer insanlara bir yol sunabilmek için , sözlerimi benzerlerimin sözlerine değil de gözlerine karıştırabilmek için, seni kaybetsem dahi seni sayfalarımda soluyabilmek için baba, seninle gevezelik yapabilmek için Dostoyevski, sana dokunabilmek için olmayan sevgili, boynuna sarılıp çatır çatır ağlayabilmek için can dostum, senin için bir simit de ben satabilmek için canım simitçi...Yazıyorum!
Yazıyorum çünkü var olmayan zevklere ihtiyacım var. İntihar edemeyen intiharlara, zamansız bir dünyaya, kaosun huzur ve coşku ile havalandırıp bıraktıklarına... Gözlerini sözlerime karıştıracak olan insanlarda oluşturacağım ‘Niye?’ sorusuna... Henüz on üç yaşımda gözlerimin önünde yitirdiğim can dostum Efe Can’ın bakışlarını bir kuşun gözlerinde algılamaya... Kanı ve suyu aynı anda tadabilmeye...Dayımın paramparça olan vücudunu barut kokusu olmaksızın birleştirebilmeye... Yakınımdaki uzaklıklara... Yalancı yalan makinelerini kandırmaya...
Tüm sıfırlarımdan zincir yaptım boynuma ve sana söylüyorum bahtsız Süleyman Efendi : 62’den tavşan yapamasaydım her halde ölürdüm!Yazı yazmanın somut ve soyut her yansımasını düşünerek bağırıyorum...
İstanbul’a ait olmadan da yazar olunabileceğini papağanlara göstereceğimi bildiğim için yazı yazmaya dört elle sarılıyorum...Yalnızken dört yastıkla uyuyor ve dört dörtlük bir dengesizlik öyküsüyle, kendi çığlıklarımı birktire biriktire geliyorum!..Yepyeni romanlar,yepyeni öyküler ve yepyeni dünyalar için... Şimdi bırak okumayı ve bir kendine bak. Ben buyum ve yazıyorum...Bu tutkumu benle paylaşmalısın çünkü ben bunu seninle paylaşıyorum! Sıçrasana artık be adam!...
|
|