Tanrı insanı yarattı, insan da sanat yapıtını. -Oscar Wilde |
|
||||||||||
|
Biri yaklaştı yanıma benden çok çok büyük. Anlamlı bir bakış attı ya da ben öyle anladım. Sonra bende neyin var gibisinden bir bakış attım. Yanıma oturdu. -Merhaba -Merhaba. 2-3 dakika baktı. Bende baktım. Fahişeye benzemiyordu. Daha çok geçmişten gelen morlukların yeni geçmesine benziyordu. O sırada bir adam yaklaştı oda benden büyüktü. Hafif kıskandım bana gelen birine başkası geliyordu. Kadın sertçe baktı ve beklediğim 2 kelime ‘’Siktir Lan!’’. Hoşlandım tavırlarından. Ama aramızda abla seviyesi olacağını düşünüyordum. Oda düşünüyordu. Ama ne düşündüğünü anlamak çok zordu. Sonra kuşkulu bir bakışla; -Buralara düşmek için biraz genç değil misin? -Bunun cevabını öğrenince eline ne geçecek ? Sustuk. Söylediğim onu incitebilirdi. Düşünemedim. Ben zaten düşünmeden konuşurum. Bir tebessüm oldu yüzünde. Beni de tetikledi tebessümü. Konuşmuyorduk. Ancak konuşmaktan daha iyi anlaşıyorduk. İkimizde suskunluğu sevmiştik. İç geçirerek tekrar bana döndü; -Param bitti. Benden bu kadar. -Otur. Daha içini dökmedin. -Ne içersin? -Gidelim buradan ayık konuşulacak birine benziyorsun. -Yâ da ayık susulacak.(Bir tebessüm). Kalkalım bildiğim bir kafe var. Başıyla onayladı. Daha ismini bilmiyordum. O da benim ismimi bilmiyordu. Zaten önemi de yoktu. Gece tek sevişmek istediğim yatağımla olacaktım. Kalktık. Bir an başım döndü, sonra toparladım kendimi. Her zaman gittiğim Su’ya gelmiştik. Güvenmişti bana daha ismimi bile bilmeden. Ya da güvenmek istemişti. Ve bende yanımda ki kadından çekinmiştim ama hoşlanmıştım ondan. Su’ya geldik. Başımla selamladım tanıdıkları. Arada sırada gelirdim buraya tanımadığım insanlarla tanışmaya. Kafenin bende ayrı bir yeri vardır. -Hep buraya mı gelirsin? -Tanımadığım insanlar olunca. -Tanımadığın insanlara nasıl güveniyorsun? -Güvenmiyorum. -Neden? -Güvenilecek bir tanıdığım hiç olmadı. -Sen nesin böyle şair filan mı? -Hayır. Sadece yazanım. Tanımadığım insanlarla tanıştığımı yazarım. Ee ne içersin? -Bir kahve alabilirim. 2kahve söyledim. Orta seveceğini düşündüm. Öyle bir iç güdü geldi işte. -Adın ne, söylemiyorsun? -Gerekmez, yarın hatırlamayacaksın zaten. -Ukala ve açık sözlüsün. Zor böyle birini bulmak. Ya da küçüksün daha yaşamadın hayatı. Tebessüm ettim hafiften. O an bir şeyler içmek istedim. Pek sevmem içmeyi ama içen insanları severim. Sadece o zaman gerçekleri söylerler. Salaksan salaksın, bitti. Susuyorduk ikimizde. Kahveler her zaman geç gelir bu kafe de. Biraz zor duyulan bir müzik vardı; Murat Yılmaz Yıldırım- Arayışlar. İlk kez dinliyorum hoşuma gitti. İsmini bile bilmediğim insanı süzdüm biraz. Kulaklarında küpe yoktu. Kaşında piercing vardı beyaz. Dudaklarında çok hafif ruj, gözlerinde siyah rimel. Severim siyah rimel. Göğüs dekoltesi ve göğsünün kenarında dövme. Zambak. İlgimi çekmişti dövme ancak yanlış anlayabilirdi. Bakmayı kestim. -Zambak. Ölümsüzlüktür. Dedi -Ne zamanları? Güldü, güldüm. Bu cevap benden nasıl çıktı bilmiyorum. Kahvelerimiz geldi. Garsonu tanıyordum. Hiç bir zaman umursanmaz nasılsın iyi misin muhabbetlerini atlattıktan sonra gitti. -Zorla konuşuyorsun ( dedi) -Susmayı severim ama anlat. -Ne öğrenmek istiyorsun? -Bir şeyi değil anlat sadece. Bunu bekliyormuş gibi başladı. -Bir sevgilim vardı. O sıfata gerçekten uyduğuna inanıyordum. (Daha çok kendi kendine konuşuyormuş gibi). Her şey çok güzel gidiyordu. Sevişiyorduk, ağlıyorduk, gülüyorduk. Bir gün sarhoş olduğunda beni sevmediğini ya da tam hatırlamıyorum ama buna yakın cümleler kurdu. Tiksindim ondan. -Peki o senin bu sıfata uyduğunu hiç düşündü mü? Burkuldu. Kırdım onu. Ama önemi yoktu çünkü yarın beni hatırlamayacaktı bile. -Hiç düşünmedim. Kendini sorguluyordu. Beklediği birkaç cümleyi bulmuş gibiydi. Hiç düşünmedim deyip duruyordu. Açıkçası canımı sıkmıştı bu durum. Konuş ama tekrarlama düzenim bu. -Sonra noldu? O aradı, özür diledi. Ama soğuduğumu anlamıştım. Arkadaş kalalım dedi, çok fazlalar dedim. -İyi demişsin. Arkadaş kalalım saçmalıkları sadece beni iyi hatırlasın diyedir. Başıyla onayladı. Oturduğu sandalyeyi yanıma getirdi. -Kendimi sorgulattın bana, sağol. -Siktir et. Konunun bana geleceğini biliyordum. Ama hep geçiştiriyordum. Ve sonunda kaçtığım soru geldi; -Sen niye buralardasın bu kadarlık halinle? Bir şeyler uydurmak istedim. Ama gerek yoktu yarın olmayacaktı. -Özlediğim insanlar, özlediğim saçmalıklarım var. Yoklar ama varlar. Deliymişim gibi bakıyordu. Başıyla anladım dedi. -Tuvalete gitmem gerek -Git, dedim. Sonra sıkıldığımı anladım, hesabı ödedim ve kalktım. Şimdi ile sabah arasında bir fark yoktur. Biri olmayacaksa şimdide yoktur, sabahta.Yürüyerek gittim eve. Uzak değildi. Eve girdim. -Siz kimsiniz? -Taner’in arkadaşları. -Batırmayın ortalığı. Yattım yatağıma. Kızın çığlıkları geliyordu kulağıma. Müzik açtım, dinlemeye koyuldum. Bir ara o kadın aklıma geldi aklıma, sonra da durmadı, gitti. Kalktığımda bir vicdan sızlaması yaşadım. Dün kırdığım kadın, bırakıp gitmem. Ama ya onun evinde ya da benim evimde bir şeyler yaşayacaktık, vazgeçtim. Eve baktım kimse yoktu, tiksindim dağınıklıktan. Biraz toparladım. Maillere baktım biraz. Tanımadığım insanlar, kuzenin tanımadığım insanlara adresimi vermesi, daha okumaya başlamadığım en az 2 aylık mektuplar. Evi havalandırdım, kokuyordu. Telefonuma bakmadığımı hatırladım, 5 cevapsız, otuz küsür mesaj. Tanımadığım numaralar, tanımak istemediğim numaralar. Çıktım evden yanıma biraz para aldım. Ne yapacağımı bilmeden meydanda yürüdüm. Bir kamera gördüm sanki beni çekecekmiş gibi kaçtım. Kitapçıya girdim, kendimi entel hissedip gülümsedim. Çavdar Tarlasında Çocuklar diye bir kitap gördüm. Bu ne biçim isim diye kafaya aldım. Ortalardan bir sayfa açtım ve şunlar yazıyordu ‘’ Ne iş yaptığımı sordu. Ne iş yaptığım onu ilgilendirmiyordu. Ne iş yaptığım beni de ilgilendirmiyordu.’’ Hoşuma gitti, aldım. Kadıköy’e geçtim. Sadece kahve satan ve genellikle müşterisi kitap okuyan bir yere gittim. Okuduğum kitap akşam sıralarında bitti. İçine ‘’ okuduktan sonra sende aynısını yap ‘’ yazdım ve bırakıp çıktım kafeden. Gerekli gereksiz her şeyi inceliyordum. Bugün ne yapmıştım? Bunun cevabını vermek için hayatımda biri olması gerekirdi, boşverdim. Bir mizah dergisi alıp metroya bindim. Son duraklardan birindeydim. Her nedense ‘’son’’ kelimesi bende hüzün oluşturuyordu. Son’lardan nefret ederim. Dergimin karikatürlerine bakarken karşımda bir adamla göz göze geldim. Dövüşmeye acıkmıştı, bu çok acıktı. İlk kendime sonra ona baktım. Dayak yiyebilirdim. Yalnız bıraktığım dergime geri döndüm. Bağcılar’da indim. Geceleri ışık çok nadirdir bu semtte. En sevdiğim saatlerde,yanımda hiç beni terketmeyen müzik çalarımla yürüyorum. Yavaş müzik daha iyi oluyor, eğer sağlam bir parçaysa içmeden seni sarhoş edecek müzikler var. Jeff Buckley-Dream Brother gibi. Meydanda yürüdüm tekrar. Keşke bir fotoğraf makinem olsaydı diye düşündüm. Meydan boştu, kendimi boşlukta hissediyordum. Binanın önüne geldim, kendimi sarhoş gibi hissetmek istiyordum. Anahtarımı çıkartırken düşürdüm. Nedense komik geldi. Sonra daireme girdim. Uzun zamandır kimsenin olmamasına şaşırdım. Dolaptan bir bira aldım ve odama çekildim. Arada sırada şiir yazıyorum. Tam kağıtlarımdan birini alacakken telefon çaldı. Saate bakmadım, gerekte yoktu. Tuğçeydi arayan. -Efendim Tuğçe. -Uzun zamandır görüşmüyoruz nerelerdesin? -(Daraldığımı hissettim. ) Dolaşıyorum Tuğçe, biliyorsun takıldığım yerleri. -Bir gün burada da bir evin olduğu hatırla! Hiç sevemedim kapandıktan sonra öten sinyali. İnsanı daha da sinir eder. Kendimi kötü hissetmeye başlamıştım. Yanına gidince sadece kendi sorunlarını anlatıyor diye düşünüp tatmin ettim kendimi. Kendimi ne zaman kötü hissetsem okuduğum kitapların bitirilme tarihine bakarım, iyi gelir bana. Sonrada biraz halsizmişim gibi davranıp uyudum. Bir müzik sesiyle uyandım. Saate baktım 11’e geliyordu. Sağlam bir küfürden sonra salona daldım. Taner yine misafir getirmişti. Kovdum ikisini de. Giderken bunu görüşeceğiz dercesine bir bakış attı. Rahatlamıştım. Bir kahve yaptım, kahvaltıyı sevmeyenlerdenim. Hüzün bastı, Taner’i kovduğuma pişman olmuştum. Aradım açmadı. Güne ne kadar kötü başlarsam o kadar iyi biter. Çıktım bende evden. Keşke okul olsaydı, kafa dağıtırdım diye düşündüm. Okul olunca da bu düşünceden nefret ederdim. Motosikletime atladım nereye gideceğimi bilmeden. Işıklarda motosikletli bir kızla göz göze geldik. Kalkışa hazırlanıyordu, bende kalkışa hazırlanmıştım. Sonra sürtük dedim ve sola döndüm. Sahile gitmek istedi canım, nedense hep huzur bulduğum yerdir. Sahile geldim, tanıdık birkaç kişinin yanına gittim. Beni gördüklerine çok sevinmişler gibi yaptılar, bende gördüğüme çok sevinmişim gibi yaptım. Sahil ortamlarını bilirsiniz. Kızlar, kızlara yavşayan ama yavşamıyormuş gibi gözüken herifler, gitar çalamayan ama çalıyormuş gibi yapan tipler. Klasik yalanlar üzerine kurulu kum üzeri insanlar. Eskiden hiç böyle düşünmezdim, en yakınlarım hayattayken yani. Üzerinde oturup gülüp ağladığımız kumların şimdi altında yatmak.. Kumsala uzandım. Yalnız kalmak, hayatını bana bırakıp gidenleri düşünmek istedim. İlk aşkımı hatırladım, gülümsetti beni. Güzel günlerdi. N.Özgün Erbulan
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © N. Özgün Erbulan, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |