Dünyada insandan çok aptal var. -Heinrich Heine |
|
||||||||||
|
'Bu sözler yükselecek ve üzerine hiçbir söz çıkamayacak. Altında kalanlarsa ezilecektir.' Rafet Elçi, bugüne kadar adını duymadığım genç bir yazar. Kitabı elime ulaştığında uzun süre evirip çevirdim. Bir türlü kapanıp okumaya başlayamadım. Bir iki sayfa okuyunca bu tarih romanının, bahsettiği yedinci yüzyılı canlandırmak için ancak Flaubert'in Salambo'sunda görülebilecek bir titizlik ve ciddiyetle çalışmış olduğunu gördüm. Satırlar arasından duyulan 'o gizli ses' kendine olan güvenini hiç kaybetmeden beni Doğu Roma Sasani harbinden bir Farisi tüccarın kervanıyla Arabistan'ın çöllerine sürükledi. İslamiyetin henüz doğmuş olduğu Arabistan'ın çöllerine... İşte şimdi klişelere boğulup takılacak derken 'başka bir niyetim' var diyerek beni iki bedevi şairin sevdikleri kadın için giriştikleri 'şiir ve belagat yarışmasına' götürdü. Arap kaside formatında şiirler yazma cüretini de gösteren şair beni bunların Arabistan'ın en güzel şiirleri olduğuna da inandırdı. Üstelik Türkçe yazılmış şiirlerle... Ve arkasından bahsedip durduğu o güzeller güzeli hikayenin düğümünü getirip koydu önüme. Artık romancıya güveniyorum onun tarafındaydım ve başladığı bu 'büyük işi' yüzünün akıyla bitirmesini bekliyordum. Roman her sayfada her bölümde giderek büyüdü ve bittiğinde bugüne kadar okuduğum en büyük üç dört romandan biri olduğuna kesin olarak karar verdim. Yazar kendi sanat kudretiyle oynadığı kumarı kazanmış yirmi birinci yüzyılın ilk şaheserini yazmıştı. Jason Goodwin 1964 Sofya'da yapılan bir şiir sempozyumunda kendisinden 'Klasik Türk şiirini' tanıtması istenen bir Türk şairin ters bir şekilde 'Bizim klasiklerimiz yoktur' dediğini ifade eder. Bu şairin kim olduğunu bilmiyorum fakat müthiş bir aşağılık psikolojisi ile bunları söylediği aşikardır. Zira bir 'Klasik Türk şiiri' kesinlikle vardır. Misal getirmeye lüzum duyulmayacak kadar açıktır bu. Fakat aynı sorunun 'klasik Türk romanı' şeklinde değiştirilerek sorulduğunu düşünelim; kaçımız bu soruya dilimiz tutulmadan, duraklamadan cevap verebiliriz? Elbette tartışmalı bir mesele...Ama edebi vicdan ne der? Edebiyata sirayet eden siyaseti; küreselleşmeyi, markalaşmayı, ticari faaliyetleri bir yana bırakıp evrensel ve kadim olandan bugüne ve yarına bakarsak, sahiden, bu soruya nasıl yanıt veririz? Edebiyat evrenseldir, büyük sanatçılar dünyanın ortak hazinesidir evet ama ne zaman bir Fransız ile edebiyat hakkında konuşmaya başlasanız hemen 'Balzac, Hugo...' diye saymaya başlar, bir Rus 'Dostoyevski, Tolstoy...' der fakat pasaportunda Türkiye Cumhuriyeti yazan bizler? Ne Türkiye'den ne de başka bir doğu ülkesinden bu isimlerin yanına konabilecek bir romancı bu güne kadar çıkmamıştı. Doğrusu bu birbiri ardına kitapları basılan, müthiş bir reklam ve tanıtım bombardımanı ile kendilerini bize pazarlayan romancılardan gurur duyabileceğimiz bir şey ortaya koymalarını beklemek de hayalcilik olurdu. Adını hiç duymadığımız bir yabancı bir gün ortaya çıkacak, koltuğunun altında bir kitapla gelecek ve 'İşte cevap veriyoruz' diyecekti. Hased duygularından arınmış, bu ülkenin insanı için bir şeyler isteyen gerçek entelektüellerin hissiyatı ve beklentisi bu yöndeydi. Hiç abartmadan tek bir cümle ile söyleyeyim ki; o yazar geldi. Romanının adı 'Şair'. Belli ki yazar bu romanın konusunu kendisi bulup düşünmemiş her büyük eserde olduğu gibi 'bir şey' ona bu hikayeyi fısıldamış. Doğrusu o da bu 'semavi hediye'yi zayetmemek için her şeyi yapmış. Yarıştırdığı iki efsane şairin şiir kudretini göstermek için onların diliyle Arap üslubuyla sayısız şiir yazmış bu işi taçlandırmak için Türkçe'de benzerini hiç görmediğim Arap kaside formatında birisi 60 beyitlik iki dev kaside kaleme almış. Yedinci yüzyılın üç büyük imparatorluğu Doğu Roma, Sasani ve Batı Türk imparatorluklarının tarihini devlet teşkilatlarından; ordularından; medeniyetlerine kadar canlandırmış. Üç büyük kadim halkın; Araplar, İranlılar ve Türkler hakkında çoğu tarihçinin bile cesaret edemeyeceği bir iddia ile hükme varmış. Bedeviliği ve kadim Arap dini hakkındaki çocukça yorumları bizzat putperestlerin dilinden bozguna uğratmış, İranlıları romanın geçtiği çağın en medeni en zarif en ileri toplumu olarak yansıtmış ve Türkleri yani İslam öncesi Türkleri 'yağmacı kültürsüz yarı-barbar' yaftalarından sıyırıp 'zırhlı orduları ile dünyayı titreten, gururlu zengin ve müreffeh' bir millet olarak ortaya çıkarmış. Yani Zeyd b. Talha'nın sürgünü hem bir şiir ziyafetine hem sıkı bir tarih felsefesine hem de katıksız felsefeye dönüşmüş. Zira 'bir' ve 'sonsuz' üzerine çok çarpıcı bir tartışma da bekliyor okuyucuyu. En büyük sürpriz ise 'şair'likle suçlanmış bir peygamberin mücadelesine temas etmesi. Romanın harcına gömülen bu kadar şeye rağmen sayfalar boyunca iki şeyden uzaklaşamıyorsunuz; gerçek şairlerin büyüklüğünden ve Allah'ın her şeyi aşka alet ettiği gerçeğinden. Rafet Elçi'nin Şair'ini okumadan iddiamı yanıtlamayın. Serdar AKİNAN
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Rafet ELÇİ, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |