Kitaplarla dolu bir oda, ruhlu bir beden gibidir. -Cicero |
|
||||||||||
|
Hikaye ve denemelerine Yumuşak Ge, Aşkar, Hece Öykü gibi dergilerden aşina olduğumuz genç ve yetenekli öykücü Aykut Ertuğrul, okuru serseme çevirecek bir ilk kitaba imza attı: Keyfekader Kahvesi. Okurkitaplığı’ndan çıkan kitap, 16 öyküden oluşuyor. Özellikle ilk öykü, Keyfekader Kahvesi’ni gecenin bir vakti, evde yalnızken ve uykudan biraz önce okumaya kalkarsanız boğazınızda bir düğüm ve kafanızda uçuşan binlerce soruyla donakalmayı ve uykusuz bir geceye merhaba demeyi göze almalısınız. Yazar, daha ilk öyküde şaşırtan kurgusuyla hem her şeyin rayından delice bir hızla çıktığı hissini yaşatırken aynı zamanda, tam bu ivme anında aslında kontrolün aynı anda okur-yazar ve kahraman üçgeninin üç ayrı köşesinde olduğuna ikna ederek sizi şaşkınlığın ve ürpermenin zirvesine aklı baş aşağı eden bir kamikaze ile taşıyor. Devam eden öyküler boyunca tüm bu şaşkınlığın yanında eğlenceli, ironik, zeki, mizahi ve şiirsel bir anlatımla karşılaşıyorsunuz. Aykut Ertuğrul, öykülerinde yetkinlikle kullandığı sinema diline ağırlık veriyor. Özellikle yazarın kendi ifadesiyle “zamanın hızını yitirdiği, ân’ın esneyip genişlediği” (Tüfek, s.25) kimi sahneleri sabırla kadrajda dondurması parmak ısırtacak cinsten. Yazar, kelimelerini yer yer iç içe geçmiş sahneler ve geri dönüşlerle hareket kazanan dinamik bir kamera gibi kullanıyor. Okuru esir eden bu çok katmanlı anlatım, aynı sahneyi farklı zaman ve açılardan “gösteren” iç içe geçmiş aynalarla dolu dev bir salona çekiyor sizi. Bu telaşsız kapsayıcılık, bu ince eleyip sık dokuyan titiz çalışma sizi öykünün hızına kendinizi bir filme kaptırırcasına çekiveriyor. Yazarın, ân’ları dondurmasındaki yalınlığı ve pürüzsüzlüğü karakterleri tasvirdeki başarısıyla daha da perçinleniyor. Cesurca keskinleşen sivri bir dil, görünmeyeni görünür kılan kıvrak bir ironi satırlarda kol geziyor. “Duvarda, kendimi bildim bileli yeri hiç değişmemiş, yıpranmış kilim: ürkek bir ceylan, peşindeki aslandan kaçıyor. Kilim açık kapıdan esen rüzgârla dalgalanıyor. Ceylanın ayakları hareket ediyor. Aslanın kararlılıkla kilitlenen ağzı zalimce biraz daha kıvrılıyor.“ (Karanlık derenin laneti, s.47) Yazar, Karanlık derenin laneti’nde bir çocuğun gözünden destansı bir dille annesinin ölümünü sahneledikten sonra; “Boğazımda demirden bir yumruk….Yatağa bakıyorum, sonra kilime. Ceylanla gözgöze geliyoruz. Nemli gözlerine dalıyorum. Ayak sesleri bir anlığına duyulmaz oluyor, saatin tiktakları kayboluyor. Annem ceylanın gözleriyle bakıyor bana: Sen onlar gibi olma! Sen onlar gibi olma!” (Karanlık derenin laneti, s.50), diyerek okuru gerçek ve hayal arasında gidip gelen bir yolculuğa çıkarıyor. Aykut Ertuğrul, kahramanlarını farklı kişiliklerden seçmeyi seviyor. Yeri geliyor, emekli bir albayın yalnızlığını tuvaline loş bir ışıkta resmediyor, yeri geliyor karısından intikam alan bir erkeğin yüreğine kulağımızı dayıyor. Keyfekader Kahvesi’ndeki öyküler, hayatla, gerçekle, yalanla, korkuyla ve kendinizde var olan yüzlerce insanla aynı anda ürpertici bir temas kurmanızı sağlıyor. Kurgunun sağlamlığı ve çok katmanlı anlatımı en çok da içinize, o karanlık dehlizlere tutulan bir fener gibi gözünüzü alıyor. Kaygısız bir teslimiyet ve derin bir ironi eşliğinde okuru hayatın her anında saklanmış binlerce ihtimal ile burun buruna getiriyor. Kitapta hikemî bir edep, sufîyane bir sezi, yazarın kelimelerin bohçasına sakladığı bir çeyiz gibi korunuyor. Saflık ve temizlik içinde dupduru, yalın, hoş bir sızı kendini ele veriyor. Öykülerdeki oyun içinde oyun, zaman içinde zaman, kuş bakışı bir görünümle ama aynı zamanda tüm detayları ince ince, sabırla çizen bir anlatım hakim. Keyfekader Kahvesi’nde Hata Benim adlı öyküde parlak bir ironi ve çok desenli bir anlatımla renklendirilmiş ince işçilik dikkate değer, sayfalarda ilerledikçe yazarın yazmak işinden ne denli keyif aldığını da farkediyorsunuz: “Şu ‘a’lara bakar mısınız Halis Bey? Hem de iki tane birden; birincisi iki dairevi şeklin arasında; iyice çizgiye yaslanmış, neredeyse gizlenmiş halde. Onu kovalayan bir şey var sanki. Azgın sokak köpeklerinden kaçan, korkmuş zavallı bir yavru kedi gibi nasıl da titriyor bakın. Canım, canım… İkincisi, ah ikincisi; ne cesur, ne gösterişli! Bakın bakın kuyruğuna, bir hükümdar pelerini adeta. Azametine bakın şunun. Muhteşem muhteşem! Olağanüstü!” (Hata benim, s.37) Yazar, sağlam çatılmış öykülerinde bazen öyle cümleler kuruyor ki okura, evet işte tam da bu!, dedirtiyor. Tıpkı dostluğun tarifi yaptığı şu cümlede olduğu gibi: “Sanki yüreğimde koca bir şenlik ateşi yakılmış da, Süleyman boyuna üstünden atlıyormuş gibi.” (Yanlış Tren, s.100) Yazarın hayata duyarlılığı, ayrıntıları kavramaktaki derin sezgisi kitaptaki tüm öykülerde en belirgin unsur. Özellikle bir ilk kitap için ustalıkla kullandığı sinema dili başdöndürüyor. Değerli yazar, film çekmeyi hiç düşünmüş müdür acaba? İvedilikle sinemayı düşünmesini salık verip bu isteğimizi yazarın kendi cümlesiyle noktalayalım: “Bunu ben ölmeden önce düşünmeye çalışın.” (İntikam, s.88) Leyla Karaca Tok Temrin 45
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © leyla karaca, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |