Düşmekten yükselme doğar. -Victor Hugo |
|
||||||||||
|
RONT-GEN-(İ)M-İZ Masa başı işi olsa da sıkıntıma bir melhem sürememiş olan 'idari amirlik' ruhumu daha fazla daraltmadan, istifai sonuna yaklaştığının henüz farkında olmasa gerek; imzalanacak evrak benzeri kağıtları göz kırpmak su- retiyle geniş masama koymuştu. Masadaki iç karartıcı fakat emektar diye tahammül edilen siyah masa lamba- sıyla (bazıları abajur da der) sıcacık bir vedadan sonra, ellerimizi arkamızda birleştirip, -onbeş dakika sonra durakta olacak- halk otobüsüne yetişmek üze- re, istifa mektubunu odacıya teslim edip, oradan ayrıldık. Bu kısa deneyimde beni en fazla özleme mahkum edecek ayrıntı şüphesiz, -ancak masaya dik oturulduğunda görülebilen- binanın çaprazındaki derme çatma yapının üçüncü katında bulunan perdesiz daire olacaktı. Sanki bilgisaya- rımda önemli bir işlem yapıyormuşcasına monitöre yaklaşıp, yarım saatten fazla pozisyonumu bozmadan izlediğim üçüncü kattaki 'kızıl saçlı diktatör' ün dairesi... "Rontgen'i hangi profesör icat etmiş? " sorusuna kafa yorarken, otobüs durağı- ma varmıştım bile. "Halk otobüsünde senin biletin geçmez amca" dediğimde bana "zaten halk otobüsünde paradan başka birşey geçmez evlat" diyen, demir- yolu emeklisi mavi gözlü amcayla karşılaştım. İki gündür söylemek için sabır- sızlandığım cümleyi, kısa bir "merhaba" dan sonra heyecanla haykırdım: "geçen gün halk otobüsünü kaçırdığım için binmek zorunda kaldığım belediye otobüsünden,biletim olmadığı için indirilmek istendim. Para teklif ettiğimde,suç işlemekten şiddetle kaçınan bir memur bakışıyla (para geçmez burada, bilet atcan! ) diyerek belediyenin kendisine verdiği yetkiyi kullanan şoförden özür dileyerek otobüsten inerken aklıma geldiniz" Paranın açamayacağı kapılardan birisinde daha paramızla rezil olmanın gizli burukluğunu yaşadık, beraber ve solo olarak. Çalışma odama bir an önce varabilmek için, otobüsün ne kadar çabuk geldiğine şaşırmadan, koşarak evin kapısına vardım. Üst kattaki öğretmen emeklisi beyefendiyle, yanında -eski öğrencisi olduğunu tahmin ettiğim- fedai kılıklı gençle merdivenlerden inerken, kibarca başlarımızı ikişer santim eğmek suretiyle selamlaştık. Hoca,öğrencisine: "yeni tilcikler denemelisin" gibi önerilerde bulu- nurken şaşkın bir "af büyür" iç geçirmesiyle çoktan çıkış kapısında soluğu almış lardı. Rontgeni kim icat etmişti ve böyle bir gen, gerçekten olabilirmiydi? Neydi bir insanın (en) işine kitlendiği anda bile dikkatini avucuna alabilen dürtü? Kalbinin atışlarına söz geçirmesine mani, sicim gibi terlemesine saki olan güç.. Kapıyı açarken, daha fazla dayanamayacağımı anlamıştım. Hemen bir çay suyu koyup, çalışma odama koştum. Dikdörtgen mimari kullanılan, duvarları pastelik sarı ve zemini de açık mavi marleyle döşenmiş; girişin en solunda stratejik konumlandırılmış ,üzerinde eski model bir bilgisayar bulunan orta boy sayılabi- lecek bir odaydı. Kız arkadaşım evi terkederken, götürmeden önce duvara asılı olan 'yemeği seyreden kız' portresinin kapadığı çatlaklar, oldukça itici bir görün- tü yaratıyordu. Ama dördüncü katın salonu, alışık olduğu üzere röfleli sahibini sunuyordu penceremin görüş alanına. Aceleyle bilgisayarımın ve masa lambamın takılı olduğu üçlü prizi yerine takıp, heyecan içinde seyre koyuldum,karşımda savunmasız duran salomanje salonu. Sigaramı yaktığımı dahi hatırlamazken, bittiğini farkettim. Bu iş böyledir işte.. İnsanın yuvasını yıkar da yine vazgeçmez. Bir kere avucuna aldı mı,s eyreyle gitsin geçen zamanını. Başka bir işe kendini verebilmen, hayalden öteye geçe- mez. Fakat, koltuğun yerini değiştirmiş galiba. Önceden pencerenin bu kadar ya- kınında durmaz, bu kadar da uzun kıyafet giymezdi. Değişikliğin şokunu çabuk atlattım. Sigarası sönmeden eklemişti bir diğerine. Arkasına yavaşça yaslandı ve bu kışı nasıl çıkaracağını düşünmeye koyuldu. Çay suyu ocağa taşmış olmalıydı ki bu kadar gürültü çıkarabilsin. Hızlı hareket- lerle mutfağa yöneldim, ardından ocağın gazını kestim. Bu kez dem lenene kadar mutfakta bekleyip, arka cephenin nisbeten karanlık ikinci katını izlemek üzere, tahta sandalyeyi altıma çektim. Evin küçük oğlu televizyona kumanda edebilme- nin verdiği özgüvenle, evin içini ışık cümbüşüne çeviriyordu. Ablası, üzerine bol gelen pijamasıyla odaya girip, ışığı yaktı. Alt katta, artık solgunluktan çıkmış bir zevkle boyanmış renksiz duvara yaslanan ihtiyar kadın, "çocuk sesine nasıl olmuş ta bunca sene katlanmışım" der gibi, ellerini mavi elbisesinin üzerinde gezdiriyor, bir yandan da elindeki- kağıt olduğu sonradan anlaşılan- nesneyi dikkatle inceli- yordu. Bina yıkılmak üzereydi ve bu yıkımdan kurtulabilecek tek kişi, kuşkusuz: o sırada o binada olmayan bir kişiydi. Yüksek zemin giriş, giriş katların yüksek yaş ortalaması ve üst katlara doğru artan dönemeçler, kuşkusuz bir facia için ge- rekli bütün koşulların oluşmasına sebep oluyor, malikleri tamamen korunaksız kılıyordu. Binanın bodrumunun -buradan seçilmemekle birlikte- yıllar önce bir demirci us- tasına kiralandığı, onun da çalışmasına engel olduğu gerekçesiyle,kolonlardan iki- sini kestirdiği rivayeti, binanın tek sahibi olan efendi zatın, şu an boş durumdaki iki daireyi kiraya vermesi önündeki en büyük engeldi. Boş dairelerin ikisi de üçün- cü katta, kaderini kabullenmiş görünerek, içimi karartmaya devam ediyor, ne yazık ki... Annemin eskiden nadiren kızarttığı patates-köfte nin köftelerini, sona bırakmam gibi heyecan içinde bekliyorum dördüncü kata gelmeyi. Son bir hafta içinde,tam dört kere gördüm; apartmanın sahibi olan kişinin bu eve geldiğini. Geldi mi, akşamdan sonra geliyor ,getirdi mi, iki torba meze getiriyordu. Evin asıl kullanıcısı olan ,kızıl saçlı, fabrika bacasını andıran upuzun boylu,vücuduna göre kafası mini- cik kalan liseli genç delikanlıyla sabaha kadar durmadan içiyor, nereden çıktığı belli olmayan dansöz kıyafetli bir kadını, bir dakika olsun oturtmuyordu. Evin alt katında da kimsecikler olmadığından, hallerinden memnun keyiflerine bakıyorlardı. Bu liseli genci mahallede tanıyan yoktu; haftada bir iki kez dışarı çıktığında gören- lerden daha iyi. Kız arkadaşım (beni terkeden değil, benim terkettiğim.) bu binanın sahibinin kızıyla aynı sınıftaymış. Babasının, eski film yönetmenlerinden olduğunu söylermiş. Söylediğine göre;şimdilerde kısa film ve belgesel film çekiyormuş, zevki için.Oldukça da geniş bir etraf sahibi olarak hayatını devam ettiriyormuş... Dördüncü katın ışıkları nihayet tamamen yandı. Ama liseli genç etrafta görünmü- yor. Bir kadın, griler içinde, ağzında bir sigara, eli saçlarında pencereye doğru yaklaşıyor.Yatak odasının ince perdeleri, ışık sayesinde bir uzun vücudun gölgesini dışarıya aktarıyor. Gölge ellerini kaldırmış, üstündekileri çıkarmaya çalışıyor. Grili kadın, yatak odasına doğru ilerliyor. İki gölge birbirine yavaşça yaklaşıyor. Gölgelerden uzun olanı, biraz eğiliyor. Diğer gölge biraz daha yaklaşıyor ve be- nim aklıma, istifa dilekçem hiç gelmiyor. Işıklar sönüyor, gölgeler salona gidiyor. Uzun gölge, dansöz kıyafetli kadına dönüşüyor, grili kadınsa liseli gence. Bir sigara daha yakıyorum; çayım bitmiş dolduramıyorum; artık ayağa kalkıyorum. Bakır sürahi devriliyor, aldırmıyorum. Liseli genç, kapıya ilerliyor, açıyor; binanın sahibi de geliyor, elleri yine dolu. Kapı kapanıyor, herkes birbirine sarılıyor; grili kadın mutfaktan çıkıyor, elinde sigarası. Telefon çalıyor, kapı çalınıyor; "kapı çalınmaz" diyorum, zile bassınlar. Zil de çalıyor, istifa dilekçem aklıma geliyor. Telefon susuyor, kapıyı açmıyorum. Midem bulanıyor, sigarayı söndürüyorum. Binanın sahibi, dansöz kıyafetlinin başını okşuyor; grili kadın, liseli gence içki koyuyor. Üçüncü katta ışık yanıyor; dikkatim dağılıyor. Bıyıklı bir adam, montunu çıkarıyor. İkişer ikişer insanlar doluyor, ışıklar yanıyor. Bıyıklı adam bir kutudan keman çıkarıyor, bir diğeri de darbuka çalıyor. Sazlar geliyor, program başlıyor. Ses duymuyorum, başım dönü- yor. Dördüncü katın ışıkları sırayla sönüyor, üçüncü kata dönüyorum. Bıyıklı adam kendinden geçiyor; belli ki çok derinden çalıyor. Birisi kapıya gidiyor, diğerleri susuyor. Binanın sahibi görünüyor, bıyıklı adamla tokalaşıyor. Camı da açıyorum artık, kafamı dışarı çıkartıyorum. Dansöz kıyafetli ve liseli gençten sonra grili kadın da salona geliyor. Bir kahkaha patlatıyorum, ağzımdan salyalarım akıyor. Aşağı pencereden bir ses geliyor, aldırmıyorum. Israr ediyor, bakıyorum: "Sonunda olacağı buydu" diyor. "Sen de kimsin?" diyorum. Şaşkınlığımı gizliyorum. "Bina sahibinin kızıyım" diyor.Bu kez gizleyemiyorum. "Üzülmüyormusun?" diyorum. Yan taraftan ses geliyor. Aldırmıyoruz. Liseli genç ayakta, kemancıyı alkışlıyor. Darbukacının elleri hızlanıyor, dansöz iyice canlanıyor. Üst kattan alkışlar yükseliyor. Yukarı bakıyoruz, bizi görmüyor. Sesleniyoruz: "Ne yapıyorsunuz ?" "Program izliyoruz" diyor. Canım iyice sıkılıyor. Heyecanım geçiyor. "Ayıp be! " diyorum, "kendinizden utanın" Millet bana kıçıyla gülüyor...
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © özgür karakoçak, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |