İçine koyabileceğin bir karanlığın olmadan, bir ışığın olamaz. -Arlo Guthrie |
|
||||||||||
|
Şiirin her insanın kendi dünyasında bir tanımı madem var o halde bizce şiir; müşahhası muhayyilenin potasında eriterek tecridin imbiğinden geçirme ve idrak üstü bir incelikle zekaya ürperti vererek kelimelere her okuyanın kendi ruh haline göre ahenk, anlam veya mana kazandırma sanatının adıdır diyebiliriz… İnsanın düşünce ve fikir dünyasında, şiir ritimle geçmezse o zaman bir iklim oluverir ve bu şekilde her devrin insanı bu iklimde ruhunun mevsimini yaşar… Şiir, renk ve ışıkla dolu bir avizeyi söze ve yazıya dökmektir. Şiir, dilin ıslahı için çalışan bir peridir. Bu peri dilin huzur, istikrar ve güven bulması için ter döker… Yapılan her dikkatli tahlil şiire bir mânâ farklı bir tat katar. Fakat onu anlama yolunda şair tüm güzellikleri ruhunda sır gibi saklamalı ve o geniş manayı kendisinin bile anlayamayacağını itiraf etmek durumundadır… “Büyük şiirlerin giriş yerleri, tunç kanatlı müstahkem şehir kapıları gibi sımsıkı kapalıdır. Her el o kapıları itemez ve o kapılar bazan asırlarca insanlara kapalı olur.” diyen Haşim, şiiri de şöyle tarif eder: “Musiki ile söz arasında, sözden ziyade musikiye yakın, mutavassıt bir lisandır.” der. Yine büyük şairlerimizden Yahya Kemal ise; “Musikiden başka bir musiki” ifadesiyle şiiri anlatmaya çalışır. Üstad Necip Fazıl Kısakürek ise; “Şiir, beş hassemizi kaynaştırıcı idrak mihrakında, maddi ve manevi bütün eşya ve hadiselerin maverasında sıçramak isteyen küstah ve başıboş kıvılcımlar merakıdır.” der. Tabi ki bütün bunlar ve bunlara benzer ifadeler sadece şiirin cılız izahlarıdır. Zira şiir hiçbir zaman tarif edilemez. Şayet tarifi mümkün olsaydı bu tarif bin değil bir olması gerekirdi, diyenler ne kadar haklıdırlar bu da ayrı bir tartışma konusu olabilir… Zekanın keskin hamleleriyle bütünleşen his ve duygular, şiirin mahrem vuzuhunda; “Neden?”, “Niçin?” ve “Nasıl?”a, iç ve dış ahenk bütünlüğü içinde ve “Hikmet”e varan bir üslûpla cevap bulunabildiğinde, sür eskimeyen bir yeni olma olgunluğunu kazanmış demektir. Evet, işte böyle bir şiir Eluard’ın da dediği gibi; “ilham almaktan çok ilham verir.” Nurullah Ataç’ın bir kitabında yanlış hatırlamıyorsam şöyle bir ifade vardı şiirle ilgili: “Gerek bugün, gerek bundan bin yıl sonra yeni gözükecek şey ise ancak bir şairin, bir sanat adamının kişiliği, kendinden başka kimsede bulunmayan vasfıdır. O yenilik eskimediği gibi ona benzemek de kimsenin elinden gelmez. Yeni şair, eskimeyen, ölmeyen yeni şair, bir dil arasından insanlara kendilerini, en iyi anlatacak, sezdirecek şekiller bulmuş adamdır.” der. Bütün mantık ve muhakeme yasaklarına rağmen eşya ve hadiselerin en mahrem noktalarına varabilme, körletici bir serahatten ziyade, okurunun muhayyilesiyle ittifak temin ederek eksiklikleri tamamlama ve Montaigne’nin ifadesiyle; “aklı tatmin etmekten çok allak bullak etme, işte şiir ve şiirden beklenen nokta budur.” der. Daha açık ve net bir şekilde konuya üstad Necip Fazıl’ca bakacak olursak: “O, bir noktaya varmanın değil, en varılmaz noktayı sonsuz ve hudutsuz aramanın davasıdır.” der ki bunu çok tutuyorum ben. Yani ifadesi benim bu husustaki mihenk taşım diyebiliriz… İsimsiz bir membadan doğan şiir her türlü hasis duyguların üstünde olduğu gibi aynı zamanda mânâ çıplaklığından da uzak olmalıdır. Kendi devrinde birçok tenkide maruz kalmış ve bu tenkitler onun ifadelerinin yenilmezliğine kaynak olmuş ve Ahmet Hamdi Tanpınar’ın dediği gibi; “ebediyetle güreşen” der ve yine Ahmet Haşim bu mevzuya; “Manâ araştırmak için şiiri deşmek, terennümü, yaz gecelerinin yıldızlarını ürperti içinde bırakan hakir kuşu, eti için öldürmekten farklı olmasa gerek. Et zerresi, susturulan o büyüleyici sesi telafiye kâfi midir?” diye sorarak başka bir pencere aralar… Hiç şüphesiz Haşim, bu ifadesiyle, manasızlığın müdafaasını yapmıyor. Belki gerçek manayı böyle elle tutulur, gözle görülür bir madde gibi şiirin içine yerleştirilmiş görmek isteyenlerin durumunu tasvir etmiş oluyor. Batının şiir anlayışı ile söylenenlerin yanısıra bir de bütünüyle şarklı ve kendimiz olan şiir düşüncesini de bu arada zikretmek, meseleye bir bütün olarak bakmak olacaktır. Konuya Mehmet Akif’in penceresinden bakmamak ayıp olur… Mehmet Akif, düşüncesi ve şiirleriyle bu cepheyi temsil ederken; “Hayır, hayal ile yoktur benim alış verişim. İnan ki; her ne demişsem görüp de söylemişim. Sudur cihanda benim en beğendiğim meslek; Sözüm odun gibi olsun, hakikat olsun tek…” diye şiir hakkındaki görüşünü tam olarak ortaya koyar. Akif, şiir hakkındaki düşüncelerini bu mısralarla ifade ederken edebiyat hakkındaki düşüncelerini de şöyle dile getiriyor: “Hele sanat sanat içindir, sanatta gaye yine sanattır. Edebiyata edebiyattan başka gaye aramak, sanatı kösteklemektir gibi nazariyeler bizim idrakimizin pek üstündedir. Bir de biz, edebiyatın vatanı olduğuna inananlardanız, O sebepten hiçbir milletin edebiyatını memleketimize mâl etmek istemeyiz. Eserlerimiz kaba olacak, saba olacak, lâkin yerli malı olacak. Hiçbir tarafında başka memleket mahsulü olduğunu gösterir damgası bulunmayacak. Bir de az çok fayda temin edecek. “ der. Bugün şu minik dünyanın neresinde keşfedilirse edilsin her yeni manayı kendi usulümüzle birleştirerek, özümüze uygun şiirler yazmak hiçbir şairin itiraz edemeyeceği merkez noktası olarak karşımızda durur. Fakat acıdır ki bu noktada birleşenler, olması gerektiğinden çok az olduğu için son dönemlerde şiir yerine hıdırellez manileri dinlemeye devam ediyoruz… Erbab-ı teasürün çoğalıp hakiki şairin azaldığı ülkemizde, sözü malum olup mahlas istemeyen bir mütefekkir şairin şu anda inci gibi saçılmış şiirlerini bir arada derlenmiş görmek en büyük arzu ve isteğimizdir. İstikbalin insanına, şu anda mevcut olmayan böyle bir eseri şimdiden takdim etmek istedim ve baştan beri dediklerimi onun için dedim. Esasen bu işi yapmaları gereken mustaidlere bir işaret ve bir şifre olsun diye bu incilerden birini gösterebilirdim ama şairemiz bu şiiri bana özel yazdığı için sizlerle paylaşmayacağım için ayrıca üzgünüm… Evet şiir yazmaya, şiir okumaya, şiirle düşünmeye devam ediyoruz… Kaleminiz kağıttan usanmasın a dostlar…
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Yûşa Irmak, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |