"Hemen yüzüne gül suyu seperek Leyla'yı ayılttılar." -Fuzuli, Leyla ile Mecnun |
|
||||||||||
|
Muhtemelen o yıllarda okuduğum gazetenin kültür sanat sayfasından kesip aldığım bir haberin başlığında: “80’lerin sembolü öldü” başlığı atılarak, spotta ise: “1980’li yılların simgesi olan ve “Self Control”, “Gloria” gibi şarkısıyla büyük ün kazanan 47 yaşındaki Laura Branigan uykusunda öldü.” yazıyordu. Ablamızın ölüm nedeni ise habere göre “beyin anevrizması” olarak açıklanmış… Demek ki Laura Branigan’ın ölümünü “80’ler öldü” diye duyurmuş olmaları garibime gitmiş olmalı… Yani 80’li bir yerli olarak Branigan’ın ölümü ilk gençliği nedeniyle bizim kuşağı resmen sünger gibi çektiği için pek çok kişiyi üzdüğü gibi beni bile üzmüş olmalı… Şimdi düşününce gerçekten “80’ler ölebilir mi?” diye sormadan edemiyorum… Evet, tüm dünya için adil olmayan, değerler sistemlerinin çöktüğü bir dönemin başlangıcı sayılabilir belki ama 80’lerin, geçen 40 yıl içinde “retro” saplantılarına hiç mi hiç yüz vermeyen son özgün yıllar olduğunun altının çizilmesi gerekir. Öyle ki o yıllarda rağbet gören her şeyden sadece yalnız 1 tane vardı! Nerede her şeyden beş tane, on tane! Daha o zamanlar Tarkan bile bir taneydi! Şimdi “ay ne iğrenç giysilerdi onlar” deniyor ama 80’leri taklit eden moda gık demeden takip ediliyor hala! 90’ların o ne idüğü belirsiz yıllar olarak geçip gittiği; 2000’lerin 80’leri koyun dolly gibi klonlamaktan başka bir şey olmamıştı. 80’ler “yuhalanma” ve “yere göğe sığdırılamama” arasında, şahsına münhasır her şey gibi hem nefret hem de sevgi nesnesi oluyor sürekli. Niye bilmiyorum ama kendimi 70’lere yakın bulmama rağmen 80’ler dendiğinde 1.78 uzanıyor sorumlu yanım. Branigan’ın ölmesi sadece “you take my self control” diye şarkı söyleyen birinin ölümü gibi gelmemiş bana demek ki! Bu ölüm 80’lerin kitsch fakat özgün, bayağı fakat enerjik soluğunu ensesinde hissetmiş “gençliğimizin” ölümü gibi düşünmüş olabilirim. Bakıldığında görece olarak birilerine oranla hâlâ genciz! Ama insan o mutlak ve “çekirdek” gençliği, gençliğin hiçbir takı almamış o yalın halini hangi zaman diliminde yaşadıysa, o dönemle özdeşleştiriyor gençliğini… Hatta “ailesi” kadar dolaysız bir şekilde sahipleniyor. Ben ve benim kuşağımda 80’ler tüm kirine rağmen istemsiz bir şekilde herkesin yüzünde tebessüme neden olabiliyor hâlâ! Zira, 80’ler demek, 12-15 yaşlarımız demek, bizlere hâlâ “trafikte turbo düğmesini aratan” Kara Şimşek demek, Gizli Yediler ve Afacan Beşler serisi demek; “Uçan Kaz” demek, Olivia Newton John’un “soul Kiss”ine, Elton John’un “Nikita”sına, Stevie Wonder’ın “I just called to say I love you”suna yazılmak demek! Stephan King kitaplarıyla tanışmak demek; defterlerini Kim Wilde ve Brooke Shields posterleriyle kapladığı için okulda öğretmenlerle papaz olmak demek! Modern Talking’in solistine mektup yazabilmek için İngilizce çalışmak demek, bir kulağına fazladan bir delik daha deldirmek demek, karpuzun Ramazan ayına denk gelmesi demek, evdeki vaaz kasetlerinin üzerine Samantha Fox, Janet Jackson çekmek ve bu yüzden rüyada ak sakallı dedelerle uğraşmak demek, Flashdance’ı izleyip anneye dizlik/tozluk ördürtmek demek, Avare filminin müziklerini TV’den kaydetmek demek; Duran Duran’ın Gaziantep’te konser vereceğini hayal etmek demek, vatkalı uzun trençkot ve konvers ayakkabı demek, Hey Dergisi’nin parça parça verdiği posteri tamamlayabilmek için şehrin bir ucundan öbür ucuna Hey dergisi aramak demek; video kasetçideki bütün korku filmlerini kiralamak demek -24 dizisinin oyuncusu Kieffer Sutharland’lı “Lost Boys”u 3 kere, Tim Burton’un Beetlejuice’unu 5 kere- TRT’nin pazartesi çarşamba ve cuma günleri gösterdiği Oyunun Kuralı, Şefler, Prenses Daisy, Oyuncakçı gibi muhteşem dizileri kaçırmamak demek, Wham ayrılsın mı ayrılmasın mı diye tartışmak demek, Atlantis’ten Gelen Adam’a inanmak, Indiana Jones yüzünden arkeoloji neferi olmayı istemek demek. 80’lerin bir yozlaşma, bir dikta eseri olarak vücut bulmuş olağan dışı yüzeyselliğinin 70’li yılların ilk yarısında doğmuş kuşağın son derece masum ilk gençlik sorumsuzluğuna mükemmel bir zemin teşkil etmesi onun günahlarına kefalet teşkil etmez elbette. Kültürün popüler kültüre teslim olmasından ahlaki değerlerin kapital merkezli ilişkilere dönüşüne kadar, bugün iğrendiğimiz ne varsa tohumu 80’lerde atıldı desem abartmış olmam. O günden bugüne hiçbir arınma emaresinin görülmeyişi ve 80’lerle kurulan aşk nefret ilişkisinin bir türlü nihayete erememesi bugün bana daha da manidar geliyor… Bugün çoğu “yuppie” olan benim kuşağımı bir yana bırakın, 83’te, 85’te filan doğmuş kişilerin bile 80’lere aşırı iltifatında bu kültürün aşırı sorumsuzluk ve aşırı benmerkezciliği ile kurulan bir “ruhdaşlık”ı var bence. Kendi kuşağının “yıldızları” ölmeye başladığı bugün yaşlı bir erkeği olarak kapatıyorum ben de artık kepenkleri. Çünkü çok yoruldum… Hadi bakalım, kalın sağlıcakla…
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Yûşa Irmak, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |