Her şey ancak sevgiyle satın alınabilmelidir. -Andre Gide |
|
||||||||||
|
Her mesele temelde insanın varlığına bağlanır. “Teknikçiler yetiştirmek marifet değil, öğretimin asıl amacı anlayışlı, kavrayışlı kimseleri yetiştirmek olmalıdır.” diyor bir başka yerde. İnsanın fıtratı; yabancılaşması, eksilip bütünlüğünü kaybetmesi, yozlaşması… Bir kere bütünlük şuuru kazanılmadan hoşgörü asla olamaz! Belki hoşgörünme gayreti olabilir. Söz konusu kavramların altı doldurulmadan öylesine sırf görüntü olsun diye söylenişi bile güzeldir güzel olmasına ama bundan başka da bir çıkar yolu yoktur. Yine Yahudi kökenli ünlü psikanalist ve filozof Erich Fromm da, Marx’a atfen aynı şeyleri söylüyor eserlerinde üstelik sonsuz bir iyi niyet yorumculuğuyla! Çünkü başka türlü tutarlı tarafı yok söylediklerinin. İlla dönecek dolaşacak, isteyerek, istemeyerek oraya uğrayacak. Peki o işi “Ateizm”le tamamlaması mümkün mü?! Dilediği kadar panteist süsleme ile beslese gene olmaz. Oldurmaya çalışırsan, yabancılaştırmanın faillerinden biri haline gelir çıkarsın… Kapitalizme-modernizme yenik düşmenin sebebi, güya eleştirirken onun yaptığını bir başka biçimde yaparak onu dolaylı yoldan güçlendirmeye çalışmaktır. Marksizm’in yaptığı da bu değil mi? Hatta halen böyle yollarına devam etmiyorlar mı? Konuşuyoruz, görüyorum. Okuyorum; savunmaya soyutlayarak devam ediyorlar; ama oturmuyor, tutmuyor işte. Ne aradıklarını bilmeden, sırf “arıyor olmanın” psikolojisinden bir teselli üretme umutlarına da hayran olduğumu söylemeliyim. Ne kadar romantik tipler tarif de edemiyorum. Beri taraftan edebiyatı da ideolojilerde kullanmak değil, edebiyatı bizâtihi ideoloji haline getirme tavrı da bu çaresizliğin bir ürünü. Kendine, hayata, gerçeğe yabancılaşmanın dik âlâsı, daniskası değil mi bu tutum? Bu yüzden Marx’ı yok sayamıyorlar işte. Ve ister istemez onu yorumlayacak ve yine onu merkez alan yeni bir daire çizip duracaklar yaşamları boyunca… Ama bu mümkün değil! Yabancılaşmanın en korkuncuna en dayanılmazına sürüklenirsin, hayat akıp gider avuçlarından ve inandığın bütün kavramlar “insan için”, “hayat için” olmaktan çıkıp gider… Peki ne yapılmalı? Bence yapılacak şey çok basit. Tüm kavramları, mahpus kaldıkları kalıplardan kurtarmak ve “öz”lerine bağlamaktan geçer. Ama bu da o güruh için yürek ister. Bu da yetmez, birikim de ister! Yılları boşa geçirmenin bedelini ödemek öyle kolay bir iş değildir zira… Bu yüzden Türk solu bu ülkede yeniden var olmanın manasını asla anlamamıştır. Hem anlayabilmiş olsaydı başarılarından mutlaka ekmek yiyebilirdi. Yiyebildiler mi? Hayır! Peki hiçbir imkanı yok mu? Var! Kavramları özlerine bağlayıp bütünlüğü fark edebilen için, soldan bile baksa, önemli bir düşünce payı elbet her daim var olacaktır. Ama günümüzde ve şuan ki solda böyle bir gayretin zerresi de yoktur. Ben size yapmaya çalıştıklarını kısaca özet de geçeyim. Sol, sürekli ama sürekli kendi kavramlarını kalıp mahpeslerinden kurtarmaları gerekirken, sözde mücadele ettikleri “yeni düzen” kapitalizminin kavramlarını da oraya tıkıştırmaya çalışıyor! Sözüm ona bu halleriyle bir nevi kendilerince “Aşama” kaydedecekler! Solun bugün yapmaya çalıştığı şey tam olarak bu. Fakat burada kilit nokta merkez-sağda! Yani ancak onlarla bu kilidi açabilirler. Peki bu kolay mı? Hiç değil. Değil; ama olacaksa orada olacak. Olabilmesi, Maurois’nın tanımladığı “siyaset düşüncesi adamları”nın zuhuruna ve tekaddümüne bağlı bir keyfiyet elbette. Bunun da bir şartı var: Müstesnaların, tedricen uğradığı zaafları fark etmeleri. Yani, zaman içinde yerleşmiş bazı alışkanlıklardan kurtulmaları gerek. Peki kurtulabiliyorlar mı? HAYIR! Hepsi aynı tas aynı hamam! Dolayısıyla esasları bilen ve gören için ayrıntılar oldukça önemli. Fakat mütemadiyen ayrıntıları zumlayıp duran, esasları ise hiç hatırlamayan ilgiler de bilgiler de “insan idraki”ni köreltir, istikameti şaşırtır. Hiç bir zaman düşünce platformlarında hedefledikleri o 12’yi attıkları oklarla vuramazlar, vuramayacaklar. İşte hepsi bu! Bugün Türk siyasetinde artık iki oluşum var malumaliniz. Bir tarafta Cumhur diğer tarafta 6 partiden oluşan Millet ittifakı. Ben de naçizane içinde bulunduğumuz açmazları kendimce resmetmeye çalıştım. Burada isimlere inerek fikirlerimin körelmesine de razı olmadığımı serlevha etmeye çalıştım. Çünkü ne zaman ki araştırma gereken bir konuyu isim zikrederek paylaşsam, mail yağmuruna tutulup taraflı bir insan damgası yiyorum. Bu yüzden hiç kimsenin ismini zikr etmeden kimsenin nefsine dokunmadan meramımı dile getirmeye çalıştım. Böylelerinin bu ülkeye, insanlığa faydası yok mu peki? Elbette olabilir. Ama bunun da paylaşılması lazım işte. Kolaycılıklara ibzal eylediğimiz paylaşma gayretinin binde biri bile yeter belki özlediğimiz o rönesansın ışımasına ama bunu da anlamak için, anlamayı istemek lâzım. Yoksa “Kellim Kellim la yenfa” (Konuş konuş faydasız) Kalın sağlıcakla…
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Yûşa Irmak, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |