..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Gene gel gel gel. / Ne olursan ol. / ... / Umutsuzluk kapısı değil bu kapı. / Nasılsan öyle gel. -Mevlânâ
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Roman > Korku Romanı > İsa Kantarcı




12 Aralık 2022
Kurtlar ve İnsanlar 6  
KURT

İsa Kantarcı


YILLAR ÖNCE YAZDIĞIM BU ROMANI KAYBOLMASIN DİYE KOYUYORUM SİTEYE. UYDURDUĞUMU DÜŞÜNEBİLİRSİNİZ. ÇOK BELGESEL İZLEDİM KURTLARA DAİR.


:CGEC:
KURTLAR VE İNSANLAR 6


NEHRİN AŞAĞISINDA

Zifin, bütün gücünü ortaya koymuştu, artık bu onun ölüm kalım savaşıydı, hayat serüveni tam burada bu nehirde son bulacaktı ve siyah kurt ile dostluğu bitecek, onun ne tür serüvenlere daldığını asla bilemeyecekti. Onun için ölümden daha korkunç olan tek şey siyah kurt ile bağlarının kopmasıydı. Buna izin veremezdi, patileriyle kendini kıyıya çekmeye çalışıyordu. Ama yorulmuştu. Şelaleye çok yaklaştığını hissetmişti. Gücünün tükendiğini hissediyordu.
Siyah kurt, kenardan onu takip ediyor ve bağırıyordu, uluyor ve çeşitli sesler çıkarıyordu, onunla konuşuyordu: “Şimdi olmaz. Sakın bırakma. Beni yalnız bırakma. Az kaldı. Gayret et.”
Zifin, uyuşuyordu, yorgunluktan kasları uyuşuyor, onları hareket ettirmekte zorlanıyordu. Son bir gayretle, bedeninde kalan son enerjiyi harekete geçirdi ve akıntının en sert ve acımasız olduğu tehlikeli bölgenin dışına çıkmayı başardı, az gitti ve işte o an ayakları iri taşlara değdi, işte bu an hayatla sihirli bir bağ kurduğu andı, kendinde yeni ve yenilmez bir enerji hissetti, fırladı, artık suyun alçak kesimine gelmişti, yürümeye başladı. Nefes nefese kıyıya çıktı ve taşların üzerine uzandı. Zifin çok rahatlamıştı ve siyah kurt da öyle, sevinçle onun başında dikiliyordu.
“Kalk; toz olalım buradan.”
Zifin kalktı, silkindi, üstündeki suları attı: “Şurada biraz dinleneyim, nefesim kesildi.”
“Sadece birkaç dakika” dedi siyah kurt.
Ormana girdiler, Zifin orada dinlenirken siyah kurt çevreyi kolaçan etti.
15 kurttan oluşan sürüyü fark etti.
Fırlayıp zifinin yanına geldi: “İzimizi buldular. Fırla.”

Bu sırada kulağı kesik kurt siyah kurt ve zifinin hemen arkasında, çok yakındaydı, onları fark edince çalıların arkasına saklanmıştı. Onun ilerlemek için herkesten çok ve sağlam sebepleri vardı.
Kulağını koparan kurdun ve ötekinin kokusun alması intikam ateşini devleştirdi içinde. Hırsla; ama zekice ilerliyordu. İkisiyle de kapışacaktı, ya bire bir ya da ikisiyle aynı anda.


KAPIŞMA


Kapışma sevişmek gibidir. Kadının ağzı erkeğin ağzıyla kenetlenir, aşamalar ilerler ve öyle bir aşamaya gelirler ki; fizikleri birbirine lehimlenir gibi olur, o anda kendilerinden geçerken dişler birbirine tıslar, eller birini sarmaşık gibi kavrar, vahşi bir bütün, bir bitki olur kadın ve erkek.

Kapışmak da böyleydi. Zifin’in çenesi kulağı kesik kurdun çenesiyle çarpışmış, dişler birine çarpmış, cayırtı tokurtu kopmuş, dudakları yırtılmış, boyunları hasar görmüş, yerde yuvarlanmışlar. Onun kanının ağzındaki tadı, tüylerinin kokusu, ağzını kokusu, o kurtu asla unutmazdı. Onun o zavallı bakışlarını…

Nasıl oldu da ona kulağını kaptırdı. Bunu bir türlü kavrayamıyordu.
Ah eğer onu bir alt edebilseydi. Sürüye dönüp gözüne kestirdiği dişiye gururla sokulup onu sürüden uzak bir yere götürüp aşk yaşayabilirdi. İşler hiç ummadığı biçimde gelişmişti. O ezik ve kemikleri sayılan kurt onu yenmişti. Allak bullak olmuştu. Asıl hüsran sürüye dönünce olmuştu, ona ilgi gösteren fantastik bir prenses kadar güzel ve karakteri sağlam dişi kurt ona öyle bir bakış atmıştı ki: “Bir kulağın bile yok, zavallı, tipin kaymış.”
der gibi bakış atmıştı, onunla bütün irtibatı kesmişti. Hesapta
o dişi kurdu ikna edip sürüden kaçıracaktı, çok uzaklarda, yeni ve bolluğun olduğu topraklara gidecekler, oranın sahibi olacaklar, sürü oluşturacaklardı.
O sefil kurdu bulup rövanşı almaya yeminliydi. Ne kadar sürerse sürsün.

ZİFİN ve SİYAH KURT

Siyah kurt ve Zifin nehrin kenarından panikle uzaklaşmış, ormanın iç kısımlarına ilerliyordu panikle. Sık sık arkalarını kolluyorlardı. Eğer 15 kurtun pençelerine düşerlerse işlerdi bitikti, bu 15 kurt çok iyi organize olup onları çembere alırlarsa eğer…kaçıp kurtulma diye bir şansları olmayacaktı, bir leş gibi parçalanacaklardı. Ve 15 kurt intikam peşindeydi. Bu korkutucuydu. Belli etmiyorlardı; ama vıcık vıcık bir korku duyuyorlardı. Ara ara durup arkalarını ve çevreyi dinliyorlardı.
Yorulmuşlardı. Dilleri dışarıdaydı. Dikenlere sürtünmekten mahvolmuşlardı. Panikle ilerledikleri için geçecekleri yolu seçme şansları yoktu. Bazen düşe kalka ilerliyorlardı.
Gün aydınlanmıştı.
Soluklanmak için durdular.
“Onları ektik.” dedi zifin, “o ahmak sürüsü asla bulamaz bizi.”
“Hemen sevinme” dedi siyah kurt, mesafeyi daha da açmalıyız, belki de bunlar bizden daha becerikli kurtlardır.”
“Şurada bir yerde kamp kuralım, daha fazla gücüm kalmadı.”
“Ben de çok yoruldum. Bunlarla arayı ne kadar açarsak iyi olur.” “Ama ben de bittim, burada konaklayalım. Dinlenip şarz olalım.”
“O halde burada bir süre dinlenelim, ayrı duralım, baskın olursa diye. Gözünü dört aç, kulaklarını da.”
“Sen de.”
Birbirlerini görebildikleri ayrı iki uzak noktaya mevzilendiler ve uzandılar.
Aslında siyah kurt da dinlenmek istiyordu, zifinin dinlenme ısrarı çok hoşuna gitmişti. Kaçmanın da bir sınırı vardı, gerektiğinde durup dinlenmezseler kaçma güçleri olmazdı. Şöyle dedi: “Dinlenme fikri hayatım boyunca duyduğum en doğru şeydi.”
Orman güneş ışıklarının farklı yansımalarıyla bir ahenk içine girmişti. İki kafadar uyku uyanıklık arasında çevreye kulak kesilirken gözlerini kapatmıştı ve çok geçmeden uykuya daldılar bebek kurtlar gibi.

Kulağı kesik kurtun bir adım atacak hali yoktu, yorgunlukla uyuşmuş gibiydi bedeni. Bu sırada zifinin kokusunu çok güçlü biçimde aldı. Kendine geldi. Koku çok tazeydi, zifin ve yoldaşı burada bir yerde konaklıyor olmalıydı. Hesabına göre 50 ya da yüz metre ilerde olmalıydılar. Onlara bu kadar çok yaklaştığı için heyecanlandı. Ama bu yorgunlukla, bu sersem kafayla onlarla karşılaşmayı hiç istemezdi, takati kalmamıştı. Bir süre uyuyup üstünden bu dev yorgunluğu atınca onlarla karşılaşmayı göze alırdı. Karşılaşma demek kapışma demekti, ölümüne kapışma demekti ve bu kez sağlam kulağını da kaptırmaya niyeti yoktu, ama kavga esnasında olursa olur; ama ne olursa olsun bu kez o kurdun işini bitirecek, gırtlağını yakalayıp bütün gücüyle sıkacak, işini bitirecekti. Akıllı, planlı ve zekice hareket edecekti.
Önce iyice izleyecekti onu ve yardakçısını. Önceki gibi bir hataya yer yoktu. En ufak bir hataya yer yoktu. Babasını sözlerini hatırladı bir kez daha. Babasının diğer kurtlar içinde lafla ezip dövmesi korkunçtu, kendinden, beceriksizliğinden çok utanmıştı.
En uygun zamanda bastırıp o kurdun gırtlağına keskin ve genç dişleriyle çöküp öldürecekti. Bunu hayal edip duruyordu, sanki her an bunu gerçekleştirecek gibi. Çok heyecanlı, arzulu ve öfke kıvılcımları patlıyordu içinde. Babasının şu sözlerini hatırladı: “Zafer acımasızlığı sever.”

Öğle saatiydi, güneş yakıp kavuruyordu ormanı. Gölgelerde, ağaçlar altında saklanıyordu havyanlar. Gizli, kuytu yerlerde uyuyorlar, akşamın gelmesini bekliyordu, bunu yapan gececi hayvanlardı, gündüzcüler ise çıkmış dikkati elden bırakmamaya çalışarak geziyor ya da besleniyordu.

Kulağı kesik kurt uyandı, neler olduğunu hatırlamadı önce, çevresine boş gözlerle bakındı, kafası yerine gelmeye başlıyordu, sürüsünden atılmıştı, bunun acısını yeniden ilk zamanki gibi duydu sırtına saplanan bir mızrak gibi. Yıkılmıştı, o mutlu ve huzurlu günleri yaşayamayacaktı sürüsüyle, o çok soğuk, yağmurlu ya da karlı kış gecelerinde et yiyemeyecekti zevkle. Geyik ya da domuz eti. O geceler her şey zevkli olurdu, yağan kar, edilen kavga, dostlarla edilen kavga, yağan kar, gökyüzünde birkaç kuru yıldız, ormanın çamuru, üşüme hissi, acıkma hissi. Ava çıkan sürüyle sabaha kadar bir av araması, o delice açlık hissiyle gözleri dört açıp ormanda suya çamura bata çıka ilerlemek. Sis içinde ilerlemek ve av (kurtların ördüğü) çemberi yarıp kaçtığında öfkeden kudurmak. Ormana çöken sise de bayılırdı, çocukluğundan beri ormanı kaplayan siste kardeşleriyle ya da akrabalarının çocuklarıyla oyun oynamaya doyamazdı, korkardı sisten, içinde kaybolmaktan; ama merak eder, içine dalıp ilerlemek isterdi, sonu ne olursa olsun, bu müthiş zevkli gelirdi ona. Ve sıcak yaz gecelerinde sürünün avcılarıyla ava katıldığı günler hayattan ve varlığından en çok zevk aldığı zamanlardı, av peşinde koşturmak, bazen günlerce koşturmak benzersiz tatta bir deneyimdi. Artık bunlardan sonsuza dek mahrumdu, bitmişti sürü içindeki konumu. “Şimdi asıl kariyerin başlıyor” dedi kendine, babasının ağır sözlerini hatırladı yine. Ama zayıflık hissediyordu, sürüdeki dostları, kardeşleri ve diğer kurtlarla iletişim kuramayacaktı, annesinden de ayrı düşecekti, annesini çok severdi, çok ufak zamanları, annesiyle olan anılarını hatırladı. Gece çöker, av etinde tıka basa yerlerdi, kardeşleriyle ufacık bir kurttu ve yeni yeni et yemeye başlamıştı, sürü uyurdu, o ve kardeşleri uyanır, dağın yamacındaki kayalığın içindeki yuvadan çıkar, yıldızlı yaz gecelerinde kardeşleriyle oyunlar oynardı yuva çevresinde, kokular alır, ilerler, yeni yeni keşifler yapardı.
Kalktı, esnedi, gerindi, yavaş yavaş iyice kendine geliyordu, kendini güçlü, dinamik ve hiç yenilmemiş gibi taze hissediyordu.
Çevresine zevkle bakındı. Hava çok güzeldi. Düşmanının işini bitirmek için bundan güzel zaman olamazdı. Bu işi yapmak için en güzel zaman geceydi, sabaha karşı, onlar uyurken baskın yapmak. Şimdi gidip düşmanlarının kamp alanını uzaktan gözlemleyip bilgi toplayacaktı, orada ne yapıyorlar, neler oluyor?
İlerledi uzun ve yorgun yeşil otların arasından. Düşmanlarının kamp alanını görebileceği bir noktaya geldi. Oturup gözetlemeye başladı. Sonra aniden kalktı. Herhalde orayı terk etmişlerdi. Kam alanına geldi yavaş adımlarla, ikilinin yattığı yerleri kokladı, aniden gizlenen iki kurdu gördü, bunlar sürüsündendi, sürüde bu kurtlardan hiç hoşlanmaz, her yemekte onlarla yer kavgası yapardı. Her fırsatta bu ikisi kulağı kesik kurda sebepli ya da sebepsiz çatardı. Çünkü babası böyle istiyordu. Eğitimi için, kendini savunmayı öğrenmesi için. Bu ikili avları pusuya düşürürdü, onları çember içinde gitmeleri için avı korkuturlar, önüne çıkarlardı, ikisi de yanan orman gibi, yangın yeri gibi güçlü ve hızlı dişi kurtlardı. Epey tecrübeliydiler her konuda. Kendilerini sürünün iyiliğine, güvenliğine adamışlardı. Sürünün et bulma ihtiyacını gidermekti işleri. Bu yüzden çok acı çekseler, çok yara alsalar ve ölümlerden defalarca dönseler de onlar böyle mutlu ve huzurluydu.

Kurtlar onu hırlayıp oradan uzaklaştırdı. Kulağı kesik kurt hırlamaya yanıt bile vermedi, verse iyice dayak yerdi, hemen bastı, bu iki gladyatör onları bulmadan kişisel hesabını kapatmalıydı. “Umarım onları benden önce bulmazlar. Nereye gitmiş olabilirler? Kokuları araştırmaya başladı.

SİYAH KURT ve ZİFİN

Siyah kurt, uykuya daldığında dürtüleri bir tehlikeyi haber verdi, neydi bu dürtü, incelerken uykusu kaçmıştı. Hemen Zifin’i uyandırıp yola koyulmuşlardı.

Akşam olmuştu, siyah kurt ve zifin saatlerdir ilerliyordu ormanda. Ara ara mola vermişlerdi. Zifin sürekli konuşup duruyordu. Çünkü bu onu motive ediyordu.
“Çok konuşuyorsun, yiyecek bir şey bulsan iyi edersin!” dedi siyah kurt.
“Açsın ve sinirlisin, bana patlama!”
“Bütün bunlar senin yüzünden başımıza geldi. Yiyecek bulmalıyız yiyecek! Bir serseri gibi davranma. Bu bir serüven değil. Hayatta kalma mücadelesi veriyoruz burada.”
“Bana nutuk atma dostum!”
“Ne dedin sen?! Az bir daha tekrar et de kıçından bir ısırık alayım? Konuş!”
Zifin, onu taklit etti ses tonunu iğrenç bir hale getirerek dedi ki: “Bütün bunlar senin yüzünden başımıza geldi. Yiyecek bulmalıyız yiyecek! Bir serseri gibi davranma. Bu bir serüven değil. Hayatta kalma mücadelesi veriyoruz burada.”

Siyah kurt çok kızgındı ve nerdeyse ona dalacaktı; ama bir anda gülmeye başladı: “Bak kardeşim kokla. Çevreni tara. Dört gözle bak. Hiçbir şeyi kaçırma. Dikkatini yitirme. Geçtiğin bu yeri kafana yaz. Kokuyu yaz kafana. Gün gelir; dönmen gerekir buraya. Yıllar sonra. Ve hatırlarsın. Akıllı kurtlar böyle yapar.”
“Kafa ütülüyor; gıcık! Ama haklı. Ama ben de haklıyım, serüven bu ve ben bundan çok hoşlandım!” diye düşündü Zifin.
Ufak tefek leşler yardımlarına koştu. Bu güçten kesilmeleri önledi, ölüm frekansına girmemelerini sağladı sadece.
Bir ayı yavrusu leşiydi bu. Çok azını yiyebildiler. Ve berbat bir his ve ağız tadıyla oradan uzaklaştılar. Bir ağacın altına geçtiler. Buradan çevreyi gözetleyebiliyorlardı, bir sorun olursa kaçabilirlerdi. Siyah kurt burayı seçmişti, inceleme yapıp. Tabi Zifin böyle şeyleri düşünecek kadar ince fikirli değildi. O heyecanlıydı, toydu ve her şeye bir macera gözüyle bakıyordu. Ölümle yaşam arasındaki ince çizgiyi bilmiyordu, aslında biliyordu da bunu düşünmek istemiyordu. Geçmişinde vermişti ölüm kalım savaşı ve artık önüne ne çıkarsa çıksın korkmamaya yeminliydi sanki. Sarsılmıyordu, etkilenmiyordu siyah kurdu etkileyen şeylerden, umarsızdı, sürekli neşe saçıyordu. Ne olursa olsun dinamik kalabiliyordu. Zorluk ve engellerle baş edebiliyordu. Bu özelliği siyah kurdun çok hoşuna gitmişti, onun eleştirerek yerden yere vursa da ondan iyi yol arkadaşı bulacağını sanmıyordu, evet, Zifin çok sık hata yapabilen bir kurttu, ama zamanla çok iyi bir kurt olacaktı, farklı tecrübelerle, acı çekerek ve aç kalarak.

Yan yana kıvrılıp yattılar. Serinlik çökmüştü ve tadını çıkarıyorlardı. Gökyüzünde harikulade parlak bir ay vardı, sanki yüzyıllardır ilk kez böyle aşkla parlıyordu, Zifin, aya mahzun gözlerle baktı.
“Ay ışığı ne kadar güzelsin, taze et gibisin!” diye düşündü.
Siyah kurt, gözlerini kapatmıştı, başını kıvırıp topladığı kuyruğu üstüne koymuştu. Huzur içinde ve meleksi görünüyordu. Bir süre hayran hayran yoldaşını seyretti.
“Neler düşünüyorsun?” diye sordu Zifin.
“Hiç.”
“Sen sormuyorsun; ama söyleyeyim: Harika hissediyorum.”
Gülümsedi: “Takma kafana.” (Onun ‘berbat’ demek istediğini anlamıştı.)
“Nasıl takmayayım?”
“Öğreticidir.”
“Boş versene dostum.”
“Gökyüzüne, şu sessiz güzelim yıldızlara baksana. Tadını çıkarmalısın.”
“Geç onları dostum; anlamı yok.”
“Eğlence işte tam şimdi, taktir etmeyi becerebilirsen, bana da eski bir kurt öğretmişti, zamanında anlamamıştım; ama çok uzun zaman sonra ne demek istediğini su gibi anladım.”
“Çok bilmiş!” dedi, Zifin kaktı. Az ilerledi. Dönüp geldi: “Canım hareketlenmek de istemiyor.”
“Otur” dedi, “enerjini israf etme.”
“Acıktım. Av bulalım. Leş hiç iyi gelmedi, kusacak gibiyim.”
“Akşam yeni çöktü. Vakit ilerlesin. O zaman çıkarız.”
“Haydi be dostum. Kalk.”
“Şimdi dinlenmek istiyorum. Süründen söz etsene. Gel uzan yanıma. Sürünü anlat. Çok merak ediyorum.”
“Çok geride kaldı onlar. Aklıma bir şey gelmiyor.”
Ona yaklaştı. Çöküp oturdu. Düşüncelere daldı. Sonra aniden ayağa kalktı.

“Bak sana bir şey göstereceğim. Benim sürüde bir kurt vardı.”
Aksayarak ilerdi. Adı Aksak’tı… Bunu tiyatro yapar gibi gösterdi.
“Diğer bir kurt vardı. Seni yiyecekmiş gibi bakardı.”dedi Zifin, gözlerini iyice açtı. Sert sert baktı. “Dalmaya yer arardı. Bebek ve çocuk kurtları hiç sevemezdi. Sinir hastası bir kurttu. Çok kızardı; ama yavrular ne kadar şımarıklık yapsa ses etmezdi.
“Tiyatro nedir bilir misin dostum?”
“Yok, o da nedir? Hiç duymadım.”
Zifin oturdu: “Yaşlı bir kurt vardı. Şöyle otururdu. (gösterdi) Çevreyi izlerdi. Herkes yemeğe üşüşürken seyrederdi. Herkes yedikten sonra kalkardı, kalmışsa bir şeyler yerdi. Şöyle derdi: Yenilmek iyidir, kurda çok şey öğretir. Kurt büyük yenilgilerden geçmediği taktirde hiçbir şey öğrenemez ve o büyük sıkıntılar, yenilgiler mutlaka başına gelir.”
Bu tiyatro, bu kısa gösteri siyah kurdun çok hoşuna gitmiş, onu güldürmüştü, fiziksel olarak gülmese de içerden gülmüştü, sadece bir an zevkle gülümsemekten bütün düşleri görünmüştü.
Zifin’i başka kurtları taklit ederken görmek çok farklı gelmişti siyah kurda. Onun bir yeteneğini daha ortaya çıkarmıştı. Buna sevindi. Böyle bir dost edindiği için. Hiç çaktırmıyordu halinden memnunluğunu. Bu kurt için dünyadaki bütün kurtlarla kapışmaya değerdi. Üstelik bunu tek başına yapardı. Öylesine bir hissiyat vardı içinde.

Akşam karanlığı iyice yoğunlaşmış, katmerlenmişti. Zift gibi. Ay ışığı tatlı delikler açıyordu bu sert karanlıkta. Arkadan, epey arkalardan bir yerden kurt ulumaları duyuldu.
“Ayrılalım” dedi siyah kurt, ona panikle bakıyordu. “Ayrıldık mı şansımız yüksek olur. Sonra buluşuruz. “
“Hayatta kalırsam seni nasıl bulacağım?”
“Kuzeye git. Nehri takip et. Beni seni bulurum. Arkanı iyi kolla. Bu bir ölüm kalım meselesi. Oyun değil. Umarım hayatta kalmayı başarırsın, sakın unutma; peşimizdekiler bizi öldürmek için ölümüne kararlı. Senin hayatta kalmak için daha fazla kararlı olman gerekli.”
Zifin, olanları oyun gibi algılıyordu; ama siyah kurdun konuşması onu iyice gerdi. Sinirlendi, dedi ki: “Kes şunu be! Bir halt beceremez onlar! Bu çene, bu dişler ve bu pençeler bende oldukça. Annem şöyle derdi avlanma konusunda: Acele etme, plan yap, dikkatli ol ve an geldiğinde, doğru an; şimşekten daha hızlı ilerle sadece… Anneme çekmişim. Hızlıyımdır, o aptal kurt sürüsü yetişebilirse yetişsin bana; asıl sen dikkat et kendine, benim kadar hızlı olmadığını iyi biliyorsun.”
“Evet, senden akıllıyımdır mankafa, tecrübe! Vahşi ormanlar çok hızlı ve ölü acemi kurt ölüleriyle doludur. Bana bir şey olmaz mantığıyla ve boş cesaretle dikkatsizlik yaparlar ve ölürler. Onlardan çok daha güçlü varlıkların ve şeylerin olduğunu hiç düşünmezler. An akıllı kurt en korkak olandır. O korku onu dikkatli yapar ve hayatta kalır.”
“Haklısın. Beni bir rüzgar kurt doğurmuş olabilir. Bütün rüzgarlardan daha hızlı bir kurt. Ama zamanla senin gibi bilgili kurtlarla takıla takıla bilmediğim şeyleri öğreneceğim, değil mi, sen tecrübelisin, pişmişsin değil mi?”
Bu sözler siyah kurdun yüreğini alev alev sıcaklaştırdı.
Yaklaştılar birbirlerine aynı anda, sarılır gibi birbirlerini kolladılar, yaladılar, belki de son iletişim olacaktı bu yalama, veda, biri ya da ikisi ölecekti.
Siyah kurt çok endişeliydi, dostuna bir şey olacak diye. Sözleri zifinde korku yaratmıştı ve zifin o korkuyu çok çabuk yerle bir etmişti. Siyah kurt onun hayatta kalmasını kendinin hayatta kalmasından daha çok istiyordu, onu öyle sevmişti. O kadar cevheri olan kurt ölmemeliydi, ayağını kapandan kurtardığı günü hatırladı. Gözleri doldu.
“O günü hatırladın değil mi?” dedi Zifin, onun da gözleri dolmuştu.
“Evet. Yaşamak istiyorum dostum, yaşamanı. Çok eski günlerde, yaz geceleri ya da kış geceleri, ailem avlanırdı, bizi avlandıkları yere götürürlerdi, geyik ya da domuz mesela…o et öyle lezzetli gelirdi ki aç kursaklarımıza; adeta iç organlarımızı ve ruhumuzu silip süpüren bir tat, o benzersiz büyülü tat! Yaşamalı ve avlanmalıyız ve bizim ufaklıklarımız olmalı ve aynen böyle harikulade hissetmeliler.”
Zifin, başını salladı. Bundan iyi tarif edemezdi çocukluğunu. Uludu hırsla ve acıyla. Aile özlemiyle. Kaybettiği ya da yaşamadığı günlerin acısıyla.
Ayrıldılar, fırlayıp ayrıldılar birbirlerinden, aynı yöne giden; ama yolları ayrı olan iki kurtu takip etmez zordur.

Gece gelmişti umut veren devasa tatlı gizemiyle. Ortalık daha da serinlemişti. Evet, saatlerce güneşin yakıp kavurduğu orman şiddetli serinlikle tokat yer gibi çarpılmış, ormanın kuytularına gizlenen irili ufaklı canlılar zamanlarının geldiğini anlamış, karanlıkla kendilerini güvende hissederek gizlendikleri deliklerden çıkmış, (kalplerinde nabız gibi kanat çırpan kelebek gibi bir tatlı hisle) yine de dikkatli elden bırakmadan gizli tehditlere yakalanmamaya özen göstererek karınlarını doyurmak için gezintiye çıkmışlardı. Mutluluğun yaşandığı sıradan; ama parlak anlar. İşte hayatın gizliden gizliye canlandığı, hayatın gümbür gümbür yaşandığı o anlar

Gece her şeyi, ormanı güzelleştirmiş, yepyeni bir can vermiş, adeta soluk aldırmıştı.Gece kuşları gizlendikleri yerlerde ötüyor, ormanın farklı yerlerinden gelen bu ötüşler muazzam bir ahenkle birbirine sımsıkı sarılıp birbirlerini bırakıyor, sarılacak başka bir ses arıyorlardı, el değmemiş bir ses.
Siyah kurt, bu farklı sesler ve hareketler içindeki ormanın bir yerinden gelen ilginç sesler duymuştu, sesler ona çok yakındı, bir hesaplaşma yaşanıyordu belli ki. Sesler öyle konuşuyordu ki; siyah kurdun kafasında bir sahne şırak diye canlanmıştı, otomatik olarak.

İri yapılı sürüden iki kurt ve kulağı kesik kurt karşı karşıyaydı, bu iki iri ve tecrübeli kurt sürüdeki en acımasız kurtlardı, onlar en iri avları yere yıkmakla görevliydi, avın iri boynuzları varsa mutlaka arkadan saldırı yaparlardı. Tehlikeli biçimde boynuz yoksa önden da atılırlardı. (boynuzu olmasa bile arkadan saldırı yapılır, en güvenli yer arkası. Önden saldırı yaparsa tekme yemesi kolay, havyan ısırabilir. )Ama en sık yaptıkları arkadan saldırmak, iki ayaktan birine, ısırıp çekmek. Biri bunu yaparken diğeri arkadan koşarak gelir ve hayvanın sırtına sıçrardı, ısırıp asılırdı yere doğru, bütün ağırlığını boşluğa verirdi, hayvanın ayakları ne kadar yere sağlam bassa da onu aşağı çeken diş ve pençeleri bir süre sonra sırtından atamaz hale gelir, canı çok yanar ve çuval gibi yere yıkılır, tabi en başta kurtları hurda haşat eder, sırtına yapışan kurdu böcek gibi atar, yorulana dek, nefes nefese kalana dek mücadele sürer, yorulur, bekler, kurtlar da yorulur, bekler; ama kurtlar 20 tane, sağlam ve iri bir geyik 20 kurda kaç dakika ya da saat direnir, kaçmak için çırpınır, kaçar da arayı açarsa, gözden kaybolursa kurtulur. Kurtlar da açtır, bu ölüm kalım savaşında geyik kaçar, ya yalnızdır, ya yanlış yerdedir, ya kaybolmuştur, ya da yalnızdır. Belki de hastadır. Onun kurtulması kaçma azmine, bu sırada uyguladığı taktiğe, şansına bağlıdır. Kaçma konusunda ne kadar taktiğe sahiptir?
Bu tecrübesi fazlaysa kurtarır kendini. Kurtlar da rakibi alt etmeye, yakalamaya yönelik taktiklerle ilerler. Ya kurtlar avı kaçırıp ölecek ya da av. Açlık çekerek ölmek her kurt için utanç vericidir ve onlar aç kalmanın eğitimini alırlar sürekli ve en dayanıklı oldukları şey açlık acısıdır.
Kulağı kesik kurt iki iri yarı kurttan dayak yiyor; ama pes etmiyor, kendini savunmaya çabalıyordu, bu ölümüne bir savaştı ve rakiplerinin canını yakıyordu fazlasıyla; onun azimli, cesur ve direnişçi çıkması ötekileri şaşırtmış ve korkutmuştu ve onun işini bitireceklerine inancı giderek azalıyordu, kulağı kesik ısrarla karşı koydukça. Süre ne kadar çok uzarsa onun işini bitirmeleri de o kadar zor olacaktı. Çünkü onlar da yorulmuştu.
İkiye karşı bir, kulağı kesik kurt ölüm korkusuyla daha fazla güç ve azim harcıyordu, diğerleri nasıl olsa bunu geberteceğiz rahatlığıyla davrandıkları için gerçek güçlerini kullanmaktan yoksundular.

Siyah kurt geriden manzaraya bakıyordu. Mağdur kim olursa olsun yardım etmek isterdi ve ikiye karşı bir kapışma hiç adil değildi ve çok şerefsizceydi; ama önce aralarında ne olup bitiyor öğrenmeliydi, oturup kapışmaya dikmişti gözlerini, zevkle.
İri yarı kurtlar durdu, onlardan biri dedi ki: “Seni zavallı! Kızımı baştan çıkarmaya çalıştığını başından beri biliyordum. Liderin
oğlusun diye sana ses çıkaramadım. Ama şimdi teksin. Az sonra işini bitecek. Senin gibi korkak bir kurt benim gibi bir kurtun kızıyla olabilir mi? Seni aptal! Ben o kızı kolay büyütmedim. Bir kız büyütmenin zorluklarını bilemezsin. Seni adi bir kurtsun. Bir dişi kurdu istiyorsan önce onu geçindirecek yeteneğe, keskin dişlere, yüreğe sahip olman lazım. Sen ise korkak, beceriksiz bir kurtsun. Sıska bir kurda yenildin. Şansın varken kaçıp gitmeliydin. Başından beri seni sevmezdim. Sürü kurallarına ihanet edip kızıma sulandın. Şansa bak ki onları ararken seni bulduk. Şimdi seni geberteceğiz!

Siyah kurt olaya karışmak istemedi, zaten başı beladaydı. Tam oradan gitmek üzereydi, duraksadı, ikiye karşı birdi, içi razı gelmiyordu, geri döndü, onlara baktı, iri kurtlar iyice baskıyı arttırmıştı. Kafası şöyle diyordu: “Git yoluna, karışma, yesinler birbirini.” Yüreği ve ruhunun keskin parlaklığı karşı konulamaz bir arzu şöyle diyordu: “Gir gir kavgaya, şu yalnız kurda yardım et. Tek; ama pes etmiyor, teslim olmamak için çok direniyor, başka bir kurt olsa acı çekmemek için çoktan direnişi bırakır ve ölürdü. Belli ki şerefli bir kurt.
Az sonra farkında olmadan kendini o sahneye doğru hücum ederken buldu ve şaşırdı, ayakları onu sürüklemişti yıldırım gibi, yüreği ve ruhu. Hırlayarak sahneye daldı. Kurtlardan birini yıktı yere. Bu sırada kulağı kesik kurt da öteki kurta saldırdı.
İri yapılı kurtlar yenileceklerini anlayıp basıp kaçtı, siyah kurt onların ardından baktı ve başını çevirip yanındaki onun gibi kaçanları izleyen kulağı kesik kurda baktı şöyle bir: “Kurtuldun, şansına dua et” der gibi ve aniden basıp oradan uzaklaştı.
Ardından kulağı kesik koşup geldi: “Yardımın için sana minnettarım, efendim.”
“Kulağına ne oldu?”
“Kavgada oldu.”
O an anladı, bu kurt Zifin’in patakladığı ve kulağını kopardığı kurttu, bir şekilde onu ekmeyi kafaya koydu, oysa beriki kendini sevdirmeye çalışıyordu: “Sonsuza dek hizmetinizdeyim, yüce efendim!”
“Kes zırvalamayı da yoluna git!”
“Bir kurdun nesi var, iki kurdun çetesi var.”
“Sen bana ayak uyduramazsın.”
“Sana borçluyum. Senin hizmetindeyim.”
“Ne olursa olsun asla kimseye böyle bir şey deme. Çünkü öyle bir şey olur ki sözünü tutamazsın.”
“Tutarım. Sen kafanı yorma.”
“Ben yüce bir kurt değilim. Git başımdan!”
“Sen kesinlikle yüce bir kurtsun.”
Güldü: “Nerden anladın?”
“Anlarım. Sana borcumu ödemeden asla gitmem.”
Bir şekilde onu atlatmaya karar verdi, o uyurken mesela.
“Tersime giden bir şey yaparsan popundan kaparım ama.”
“Hakkın var; hiç affetme.”
Yan yana ilerlerken kulağı kesik sürekli bir şeyler anlatıyor, siyah kurt ise onu dinliyor, gözünü dört açarak çevresini tarıyordu. Kulağı kesik kurt umut dolu şeyler anlatıyordu heyecanlı biçimde, yaşamak istediği büyük ve güzel ormanı, avın bol olduğu ormanı, kurmak istediği güçlü sürüyü. Siyah kurt ise şöyle düşünüyordu: “Daha çok pişmen lazım, ben ki bir sürü kuramadım, sen nasıl yapacaksın, deneyimsiz bir kurt olduğun çok belli, daha alacak çok yolun var.”

Gecenin ilerleyen anlarıydı, en tatlı anlardı bu anlar. Ve ikili durmaksızın ilerliyorlardı. Nehirde su içip ağaçların altına geçtiler, kuytu yere.
“Burası güvenli” dedi siyah kurt.
“Bence de” dedi,
Siyah kurt ona dikti gözlerini, ters ters bakıyordu:
“Sen de kim oluyorsun birader, sen bir hiçsin, geldi kene gibi yapıştın bana, kovdum gitmedin, senin onayına ihtiyacım yok” der gibi baktı.
“Çok acıktım, peki ya sen?” dedi neşeyle.
“Haliyle, sorun olmasa seni bile yerdim.” Dedi, uzandı, esnedi. Çok yorgundu, perişan düzeyde yorgundu, belli etmiyordu.
Beriki güldü.
“Ben yemek bulayıp geleyim.”
“Emin misin?” dedi dalga geçer gibi.
“Evet. Zoruna mı gitti tek başıma becerecek olmam.”
Güldü: “Bu işi tek başına becerebileceğini sanmıyorum.”
“Nedenmiş?”
“Şey” dedi, “amatörsün” diyecekti. Caydı.
“Buralara yeni geldik ve tek başına imkansız denecek kadar zordur.”
“Sen bir amatörsün” demek istedin, “rahat ol, açık konuş usta.”
“Aynen öyle. Otur, başını belaya sokacaksın.”
“Yok. Öyle olursa bas git. Tanıma beni.”
“Yerler seni. Otur aşağı. Sen yemek memek bulamazsın. Bilmediğin bir habitata geldin?”
“O da nedir?”
Siyah kurt: “Tamam, ben karışmıyorum, bir kez başını belaya soktun. Yardım ettim, bir daha yardım etmem, edemem, uyuyacağım.”
“Ben onları zaten yeniyordum.”
“Bak bak! Uzak dur benden en iyisi.”
“Şaka yaptım usta. Ben kaçar, sonra avla dönerim. Güzelce karnımızı doyururuz.”
“Ben kalkar giderim.”
“Sen bilirsin. Ama gideceğini sanmam. Yat dinlen ve beni bekle.

Yarım saat kadar bir süre geçti. Siyah kurtun uykusu kaçmıştı. Kulağı kesik kurt ne yapıyor, başı belada mı diye düşünüyor, buna dair sahneler dönüyor beyinde, karnı aç, canı sıkkın, yemek yemeli. Umuyordu ki yemek bulsun. En karanlık şeyleri düşünüyordu, tam bu sırada kulağı kesik kurt kan revan içinde geldi.
“Yemek buldum usta; ama çok büyük, getiremedim, benle gel.”
Siyah kurt fırladı, onu takip etti heyecanla.

Çalıların arasında iri bir domuz yatıyordu, sıcak bir kan gölü olmuştu orası. Siyah kurt domuzu kokladı ve parçalanan taraftan bir ısırık alıp yuttu: “Bunu nasıl başardın?”
“Bu benim işim. Sen benim hayatımı kurtardın, ben de sana yemek buldum.”
Siyah kurt, domuz etine gömdü keskin dişlerini. Hararetle, keyifle yiyordu lokmaları, aceleyle, her an yabancı kurtlar gelebilirdi ya da ayılar. Evet, ayılar kurtlardan yemek çalmak konusunda uzmandırlar ve kurtlar sürü olsalar bile ayılara yaklaşamazlardı. İri pençe ve dişlerden çok korkarlardı. Şayet küçük bir darbe alsalar bile bunun bir sakatlık doğurabileceği ve bunun da ölüm olabileceğini bilirlerdi, alt edebilecekleri bir ayı olsa bile ondan uzak dururlardı. Ayı gelip ete (avlanan hayvan artık neyse, at leşi de olabilir) el koyar, tıka basa yerken hiçbir kurdun leşe yaklaşmasına izin vermez, ayı karnını doyurup oradan gidene kadar kurtlar çöktükleri yerde beklerlerdi sabırla, arada sabırsız olanları ete yaklaşır, ayı hırlayıp hamle yapar ve onları uzaklaştırırdı. Bir ayıya karşılık 20 kurt da olsa beklerlerdi ayının karnını doyurup çekip gitmesini. Vahşi ormanda bu işin raconu buydu ve bütün kurtlar bunu bilirdi: Ayılar çok güçlüdür, kurtlardan daha güçlüdür!
Kulağı kesik kurt da yoldaş bellediği kurta uyup karnını doyurmaya girişti büyük bir zevk ve heyecanla.

Kulağı kesik kurdun bu başarısı siyah kurdu çok etkilemişti. “Bunda parlak bir yetenek, ilgiye değer bir kumaş var” diye düşündü. Ona yardım etmekle ne kadar çok haklı olduğunu anladı, kendiyle gurur duydu, bu güzel kurt bir cevher taşıdığını ikinci kez ispat etmişti.
Siyah kurt, ilk kez ona karşı dostça bir sıcak ilgi, sağlam bir duygu hissetmişti. Ama bu dostluk fazla uzun sürmeyecekti. An gelecek, Zifin’le dostluğunu öğrenecek ve bu işe çok bozulacak, onlara düşman kesilecekti, belki de onu öldürmek isteyecekti. “Ona yüz verme, ona bağlanma” dedi kendine.
İleriki zamanlarda bir gece nasıl olsa onu eker, ondan tamamen kurtulur ve yoluna giderdi, ayrıca siyah kurt onunla dostluk kuranların fazla dayanamayacağını biliyordu, hep bir şeyler ve terslikler olur, o dost bildikleriyle yolları ayrılırdı. Keşke bu kurtla dost olabilseydi ve Zifin de onunla dost olsaydı, ne güzel olurdu! Üç yoldaş, üç sağlam kurt olurlardı, sürü için güzel bir başlangıç olurdu. “Koca domuzu tek başına avladı, vay be, keşke bu kurtla yoldaş olabilseydim. Benim yapamadığımı nasıl becerdi, ondan çok şey öğrenebilirdim, beni yüce efendisi olarak gördüğüne göre ona bunu soramam da. Sorsam aptal olduğumu düşünecek. Ki öyle olduğum kesin, bu kurt o beceriyi nasıl elde etmiş?; hayret!” diye düşündü.

Domuzdan yediler tıka basa ve oradan uzaklaştılar. Önceki kamp yerine geldiler. Siyah kurt burayı güvenli bulmadı, daha içeri, daha kuytu ve ayak değmemiş yerine ilerlediler ormanın, burada rahat edebilirlerdi, uzandılar. Ağaçlar, çalılar ve otlar çok sıktı burada, ağaçlara dolanan sarmamışlar burayı örümcek ağı gibi örmüştü. Derya gibi uzun uzun otların altından ilerlediler, burası böyle bir mağaraydı. Baskına uğrarlarsa diye iki kaçış noktası belirledi siyah kurt.

Gündüzün kavurup mahveden sıcağı vardı, akşama dek orada, serinde pineklediler, uyudular, sakin sakin beklediler, acıkmışlardı, domuzun yanına gidip karınların doyurdular ve geri döndüler, kamp alanına. Kıvrılıp uyudular. Uyandılar, çevreyi seyrettiler ve yine yattılar.
Mayışık, bıkkın beklerken arada uykuya daldılar, arada bir ses duyup ürkip gözlerini açtılar, çevreyi kontrol ettiler, güvenlik sorunu olmadığını anlayınca kıvrılıp yattılar. Güvenlik endişesi, baskına uğrama korkusu bitip tükenmiyordu, uyur gibiydiler ama kulaklar hep açıktı, hep dikkatli, sonra uykuya dalıyorlar, biraz uyuyorlar, yine bir garip ses, sanki çevreleri diğer kurtlar tarafından sarımlı, usul usul yaklaşıyorlar, çalılara basıyorlar ve çıtırtılar geliyor, evet, vücutları çalılara sürtüyor, hışıl hışıl bir ses. Sıçrayıp kalkıyorlar. Biri diğerini uyandırıyor derin uykudaysa ya da her ikisi aynı anda uyanıyorlar. Araştırma başlıyor. Ama her zaman değil bu panik. Dikkate değer bir şey ise, ses ise kalkıp bakınıyor ve yatıyorlar.
Akıllı bütün kurtlar gündüz ormanda saklanır, akşamın ya da gecenin gümbür gümbür gelmesini bekler. Çünkü onlar işlerini gece halleder.
Akşam olurken yüreklerine bir sevinç hücum etti, akşam demek onların zamanı demekti, güvenlikli zaman demekti, özgürlük! Bütün güçleriyle avın peşinde koşmak, ona yetişip yere indirmek için mücadele etmek, başarılı olurlarsa tıka basa yemek.
Evet, akşam karanlığı zihinlerine parlak bir pırıltı ekleye ekleye yoğunlaşırken onlar yaşama sevinci hissediyordu.

Avdan kalan son kalıntıları yediler ve oradan güçlü adımlarla ayrıldılar.

Gece gelmişti. Gece bir başka güzeldi, bir başkaydı gecenin görkemi. Karanlığın inmesinden bambaşkaydı, karanlık kat kat ve sis gibi her yeri kaplamıştı, onları görünmez yapıyordu, onları birer hayalete çeviren en büyük hizmetçileriydi gece.
Her kurt gece gelince hayalet gibi avantajlı olacağını bilir ve gecenin gelmesini sabırsızlıkla bekler, küçük çocukların tatillerde oyun arkadaşlarıyla buluşmak istemesi gibi.
Gece iyi hisseder kurtlar ve en mutlu oldukları zamandır, algılarının en iyi işlediği zamandır, karanlık çökünce ayar olurlar, avlanmaya, gezmeye, keşfe. Azim ve hararetle parlar gözleri. Tehlikeli şeylere yönelmek isterler, içgüdüsel olarak. Dişleri kamaşır dolunayda, bir şeyleri ısırmak isterler, bütün güçleriyle, kemik kırmak isterler. Kalın kemikleri çok kolay kırarlar; çeneleri çok güçlüdür. Hiç aç olmasalar bile bir şeyleri öldürmek isterler: Bu onların temel içgüdüsüdür. Avladıkları hayvanların şah damarından akan kanın sıcaklığına bağımlı olmuşlardır.

Bizim ikili gece karanlığında ormanda saatlerce ilerlediler ve dinlenmek için mola verdiler.
Kulağı kesik kurt leş gibi çöktü, çok yorulmuştu. Siyah kurt sanki hiç yorgun değilmiş gibi onun yanına kuruldu. Ona kalsa daha saatlerce ilerlerdi; ama yanındaki yorulduğu için bir yerde mola verip kamp kurmanın iyi olacağına karar vermişti.
Aklı fikri zifin’deydi, nerdeydi acaba? Onu bulabilecek miydi? Heyecanlıydı, canı gibi sevdiği yoldaşını mutlaka bulmalıydı.Buluşabilecekler miydi? Yanında kulağı kesik vardı ve ikisinin karşılaşması hiç iyi olmayacaktı. “Zifin buralarda bir yerde olabilir” diye düşünerek ayaklandı.
“Çevreyi kolaçan edeceğim, gözünü dört aç. Bir sorun olursa ulu ya da kaç. Başının çaresine bak; ama sakın kavgaya girişme. Anlaştık mı?”
“Olur. Ama sen de buraya bir bela getirme.”
“Baş üstüne efendim. Çok çabuk unuttun hani ben yüce efendindim?”
Güldü: “Tabi ki öyle, şaka yaptım. Senin için ölürüm, biliyorsun sana borçluyum.”
“İyi. Her neyse, sağ kalmaya bak, kahramanlık yapmaya kalkma, onlar fazla yaşamaz.”
“Haklısın.”

Siyah kurt, hızlı ve çevik adımlarla uzaklaştı oradan. Yere ayakları sanki hiç değmiyordu, bir ışık gibi, yağ gibi gidiyordu, ağaçların arasından kayıyor, kelebek ya da güvercin gibi, taşların üstünden, kayaların üstünden hopluyor, çürümüş kütüklerin üstünden zevkle atlıyor, sonra yine yaylanıyor, bir engeli daha acısız ve zahmetsiz aşıyor ve kendini ormanın hakimi gibi hissediyordu. Kurt olmak ne güzel bir histi. Keskin dişlerinin güvenceciyle, güçlü ve yenilmez çene. Keskin gözler, karanlıkta gündüz gibi görebilmesi inanılmaz bir iyilikti. Dört ayağı, pençeleri. Birden bütünü gücünü hissetmek istedi, son sürat koşuyordu, zorluyordu kendini, rüzgarı hissediyordu, gözleri kenarlarından esiyordu rüzen rüzgar, aşağı sızıyordu. Siyah kurt yön değiştiriyor, fiziğinin bütün kıvraklığını hissediyordu, başka hareketlere, başka taraflara uçuyordu, koşmuyordu, sanki uçuyordu, simsiyahtı ve bu onu pelerin giyinmiş gibi iyice görünmez yapıyordu ve ürkütücüydü. Siyah renkli olması çok büyük bir avantajdı, siyah diğer renkler gibi değildir, vahşidir ve saldırgandır ve o rengi taşıyan kurtlar azametli olmasa bile öyle görünür, bir zifiri karanlık yaratığı gibi. Siyah kurt renk avantajını çok sonra fark etmişti, onu ilk gören ondan çok çekiniyordu, bunu siyah renginden olduğunu geç fark etmişti. Onu görenler tehlikeli bir şey hissediyordu, eziliyorlardı karşısında. Ondan acayip çekiniyorlardı, dövüşçü ve yenilmez olduğunu düşünüyorlardı. Çünkü siyahtı rengi, siyah acımasız bir renktir, kindardır, saldırgandır, bencildir.
Gece karanlık yolda beyaz bir köpek görseniz, korkmazsınız; çünkü beyaz cana yakın, yoğun sempatik bir renktir, dışa dönüktür, oysa siyah tam tersi; canidir siyah, bir numara olduğunu söyler. Karanlık yolda aniden karşınıza köşeden simsiyah ve iri bir köpek görseniz irkilirsiniz korkuyla.
Siyah kurt yavaşladı, yorulmuştu, siyah renkli dünyaya gelmesi en baştan şans getirmişti ona. Beyaz size sarılır, siyah ise sizi yere yıkmaya çalışır.
Siyah kurt dinlenmişti ve tekrar hızlandı.
Gökyüzünde ay vardı muazzam biçimde, çocukça koşup hoplayıp zıplama ve engelleri aşma, yani bu heyecanlı oyunla tatmin olmuştu, şimdi aklını başına alma zamanı gelmişti.
Heyecanını atmıştı ve rahatlamıştı. O delice hareket etmek isteyen kaslar ısınıp tatlı kıvama gelmiş, huzura kavuşup alev atmıştı. Şimdi sakin olup araştırmalarını yapmalıydı, çevre dikkatli bak, ormanı hisset, ormanı sez, karanlığı sez, ormanın nefes alıp vermesine eklemlen, adımlarına dikkat et, çok sessiz ol, kokla, kokuları kokla. Her şeyi kokla. Araştırma yap, buradan kimler gelmiş, kimler geçmiş. Sadece koklayarak her şeyi çözümlersin, burada nasıl bir film oynanmış, hı, burada iki sincap varmış, kapışmışlar, yenilen kaçmış, diğeri onun arkasından gitmiş, kaçanda bir hastalık var. Kovalayan güçlü bir erkekmiş, neşeli karakteri var, hepsini kokulardan çözdü.
Kaçan yaşlı bir sincap, hırsız ve kaypak karakterli. Genç sincabın kış için sakladığı yiyecekleri çalmış. Genç sincap ona “namussuz!” diye bağırdı, evet, kokular orada olup biten her şeyi anlatır, tarafların birbirine söylediklerini de, sezersen eğer. Her kokunun özel bir frekansı vardır ve işin içine sezgilerini, tecrübelerin katarsan orada oynanan filmi çok net görürsün kafanın içinde, bütün diyalog ve monologlarıyla.

Siyah kurt, çevrede zifine dair bir koku, iz yakalayamadı, canı çok sıkılarak ve umutsuzca kamp yerine yaklaşıyordu. “Belki de onu kaybettim sonsuza dek” diye düşündü, “ve bu yoldaşlık bitti, bittiyse ne büyük acı, artık bununla yaşamak zorundayım.”
Sakin ve dikkatli adımlarla ve bu gece bu ormanca yaşadığından haz duyarak kamp yerine yaklaştığında iki hırlama sesi duydu, dehşete kapıldı, sesler canavarcaydı
ve bastı.
Sanki kamp yerine ışınlanmış gibi bir çırpıda gelmişti.
Manzara çok can sıkıcıydı. Kulağı kesik kurt ve Zifin kapışma hazırlığı içindeydi ve birbirini göz hapsine almış, hırlayıp tartıyor, birbirine atak yapacak gibi duruyorlardı.
Çok yavaş hareket ediyorlardı. Ağızlarından salyalar akıyordu. Keskin beyaz dişleri parlıyordu ıslaklıkla, içinde ay ışığı. Baloncuklar vardı salyalar içinde. Küçük adımlar atıyorlardı, önce biri, öteki geri çekilir gibi yapıp öne atılıyor, bu kez öteki geri çekiliyordu, yaylanıyorlardı,.
Gerginlik hat safhadaydı, bir şey olacak (biri kesin kararla hücum edecek) ve aniden birbirine atılıp boğuşmaya başlayacaklardı, her ikisi de o anı bekliyor, psikolojik baskıyı, hırlayıp birbirlerine diş göstererek devam ettiriyorlardı. Biri sağa gidiyorsa, öteki sola gidiyor, birbirlerine atak yapacak gibi usulca ve kararlı biçimde hareket ediyorlardı. Ağızlarından öfkeli salyalar akıyor, yere düşüyordu parça parça. Biri yanlışlıkla gardını biraz düşürse, biraz dikkatsiz davransa öteki atılıp onu altına alacak ve onun boğazını yakalayacaktı, ve bu saliseler içinde olurdu, şimşek gibi hızlı biçimde. Hedef mutlaka gırtlaktır, çünkü düşmanı oradan öldürebilirsin. Gözler birbirine kilitlenmişti ve orası yansa umurlarında olmazdı.

Birkaç dakika önce.

Kulağı kesik kurt siyah kurtun bir an önce gelmesini diliyordu, onunla çok güzel bir bağ kurduğunu düşünüyor ve ölene dek, sonsuza dek onunla yoldaş kalmak istiyordu, elinden ne gelirse yapacaktı bunun için. Siyah kurt yanındayken kendini güvende hissediyordu, sürüsünde bile bir yoldaşı yoktu, onunla vakit geçirmek, bir şeyleri paylaşmak, ay ışığı altında saatlerce ilerlemek ormanda, çok güzeldi, onunla her şey güzeldi, tartışmak bile. Sıkı, sağlam bir dostu olması, böyle dostları oldu mu kurtun hayatta kalma şansı çok yüksektir, tamam, bu dostluğu ne pahasına olursan olsun sürdürmeliydi, sonsuza dek sürmesi için ona kendini kanıtlayacaktı, ona yine yemek bulacaktı. Onun kalbini tamamen kazanacaktı. Siyah kurt yokken korkak takılıyordu ormanda, içinden korkular eksik olmuyordu, ve gerçek gücünün farkında değildi, siyah kurt ona kendine güveni getirmişti, onu çok becerikli hale getirmişti, adeta kendini bulmuştu, sürüde böyle bir varlık göstermemişti asla, hep babasının ve birilerinin gücü ardına saklanmıştı. O ahmak sürüden atıldığı için muazzam bir sevinç hissetti. Babasının sözlerini hatırladı: “Git gerçek bir kurt ol.”
Babasına zamanında çok kızmıştı; ama babası onu sürüden atmakla hayatının en güzel işini yapmıştı, babasına karşı ilk kez derin ve büyük bir saygı oluştu içinde.
Artık siyah kurt vardı, uyuyacaktı onunla, uyanacaktı ve onu görecekti, onunla yürüyecek, av arayacak, onunla sohbet edecekti.
Eski sürüsünden kurtlar ya da başkaları ona zarar veremezdi, siyah kurt buna asla izin vermezdi. Mertti, cesurdu, gözünü budaktan sakınmazdı.
Sürüsünün o iri aptalları saldırırsa onlara dersini verecekti. Onların ikisini de alt edebileceğine inanıyordu, siyah kurtun nasıl saldırdığını hayal etti, evet, aynen onun gibi atılacaktı, yenilmeyi hiç düşünmeyecekti, siyah kurt gibi cesur olacaktı, o iki iri ayıyı devirecek ve onlar da kuyruklarını arkalarına kıstırıp kaçacaklardı, artık kaybedecek hiçbir şeyi yoktu, ölümse gelsin, artık ne olacaksa olsun; ama bundan sonra asla bir korkak olarak yaşamayacaktı, o ayılarla karşılaşmadan önce dövüşmesini iyice öğrenmeliydi. Dövüşmesini iyice öğrenince gidip onlarla hesaplaşabilirdi, şimdi onlara
tek yakalanmak hiç iyi olmazdı. Sonra. Nasılsa bir gün yolları kesişirdi. Onlardan yediği dayağın acısı büyüktü ve mutlaka günün birinde onlardan öcünü alacaktı. Siyah kurtla dövüş pratikleri yapıp bu işin sırlarını ondan öğrenmeliydi. Bir ara bu konuyu ona açmaya karar verdi.
Kendini düşsel hissediyordu, kendini küçük bir kurt olduğu zamanlardaki gibi huzurlu hissediyordu. Tuvaleti gelmişti, arka tarafa doğru ilerledi.

Tam bu sırada Zifin kamp yerine sevinçle yaklaşıyordu, o çok iyi bildiği siyah kurdun o güzelim ve pis kokusunu daha yoğun aldığında içinde sımsıcak bir duygu, dostluk duygusu dalgalanmaya başladı.
Bu dostluk onlarca yıl sürmeliydi, bütün ruhuyla ona kavuşmak, onunla koklaşmak, onunla şakalaşmak istiyordu, şöyle bir yerde saklansa ve sonra o gelirken aniden onun üstüne atlasa, onun ödünü cidden patlatsa, içinden güldü.
Nihayet kamp yerine geldi, dikkatli gözlerle çevreyi araştırdı, siyah kurdu göremedi, şaşırdı, canı çok sıkıldı, burada olması gerekliydi. Kokusu tam burada yattığını söylüyordu. Başka bir kurdun kokusunu aldı. Bu kokuyu çok iyi tanıyordu, bu iğrenç mi iğrenç koku çok tanıdık geldi burnuna, çıkaramıyordu, düşünmeye başladı, yoğunlaştı ve aniden kulağını kopardığı kurdun kokusu olduğunu anladı. Deli bir öfke sardı içini. Yoksa o pislik siyah kurdu öldürmüş müydü ya da onu yaralamış mıydı?
Ama o aptal ve hantal kurt çok geride kalmıştı, “bize yetişemez ki, peki bu koku ne? Yoksa yetişti mi? O kokunun başka bir kurda ait olabileceğini düşündü, yok, bu koku o kurdun kokusuydu. “Baş belası! Öteki kulağını da koparmamı istiyor demek ki.” Sinirinden güldü.
Arkasında bir çıtırtı duydu, o tarafa yanaştı, buradasın demek, siyah olmalıydı bu,
“Çık dostum ortaya, oyun yapma. Aynısını ben yapacaktım, caydım.” Güldü.
Uzun otların arasından kulağı kesik kurt keskin ve kızgın bir kılıç gibi, öfkeden kor gözlerle çıktı.
Göz göze gelmişlerdi.
Zifin şaşkındı, ne yapacağını bilemedi, panikledi, kaçmayı düştü, titredi korkuyla.
“İlk sefer nasıl oldu da bu taş kafalıyı alt ettim, bu kez de yapmam gerek; ama bir fikrim yok” diye düşündü, “sakın korktuğunu belli etme.”
“Ne güzel bir karşılaşma, seni o kadar çok özledim ki” dedi.
“Sakın yanlış bir hamle yapma, arkada, beni takip eden 2 kurt var.”
Her nasıl olduysa yalan atmak aklına gelmişti.
“Seni arıyorlar, sohbet ederlerken duydum, tabi benim de işimi bitirmek istiyorlar. Şu an arkanda iki tanesi var. Ayak seslerini duymadın mı? Yaklaşıyorlar.”
O arkasına bakarken zifin hayalet gibi yok oldu bir anda, saklandı. Ve ona arkadan yanaşıp poposundan çok güçlü biçimde ısırıp kaçtı ve saklandı,
“Ah”dedi kulağı kesik kurt, “popom! Namussuz!”
“Ayı! dedi fısıldayarak, saklandığı yeri değiştirdi, “Taş kafa. Bağırma, yerimizi belli edeceksin!”
Kulağı kesik kurt kıçında derin bir acı duymuştu, kıçı çok fena sızlıyordu, bu ne vakit arkasına geçti, ne kadar hızlıydı öyle, arkasına dönene kadar çoktan yok olmuştu bir anda, ağaçlardan birinin ardına saklandı, “eyvah!” dedi, “yoldaş nerdesin. Çabuk gel!”
Zifin ağaca yaklaşıyordu. Sırtını kabarttı, kendini daha büyük gösterdi, hırlıyordu ona.
“Senle sonra hesaplaşacağım, şunların icabına bakayım da!”
“Ben kaçar tek kulak.” dedi Zifin, ortadan kayboldu. Yer değiştirdi. Orada sesler çıkardı. Ayaklarıyla. İçinden gülüyordu bu arada.
Yoldaş sen misin dedi kulağı kesik kurt.
Kulağı kesik zifinin ayak seslerini duymuş, onu siyah kurt sanmış, yeniden doğar gibi rahatlayıp sevinmişti. Sonra onun sesini duymuştu. Düşmanı bellediği kurtu karşısında görmek, onunla kafasının içinde kapışmakla apayrı şeydi, korkmuştu; ama korkusunu saklamıştı.
Zifine hırlaması da ölümüne kavga edeceğinden değil; onu korkutup kaçırmaktı, yani o dehşetli canlı kanlı hırlamanın hepsi düzmeceydi, aslı astarı yoktu, bir oyundu, güzel bir numaraydı, hepsi buydu.

“Nerden çıktın be sen!” demişti içinden, “hiç havamda değilim, kavga edecek, büyük bir kapışma yapacak kadar zinde ve güçlü hissetmiyordu kendimi.” Geri de adım atamazdı. Oyuna devam ediyordu, büyüklenme, güç gösterme oyunu.

Zifin ortaya çıktı, ona hırlamaya başladı, onu korkutup kaçırmaktı amacı.

Siyah kurt hırlayarak geldi girdi ikisinin arasına. O an birbirine kilitlenen ve alev almaya hazır iki kurt duraksadı, dikkatleri dağıldı, öfkelerinde bir gedik açıldı. Zaten ikisi de kapışmak istemiyordu.
“Sakin olun çocuklar, sakin. İkiniz de iyi çocuklarsınız.”

Zifin: “Dost ha, bu çapulcuyla dost mu oldun?!”
“Sakin ol. Yaşatmaya çalış. Öldürmeye değil. Önce dostluk köprüsünü uzat.”
Kulağı kesik: “Bu kurtla eski bir hesabım var, onu kapatmanın zamanı geldi.”
Zifin dedi ki: “O sana yetmedi anlaşılan. Demek ki senin diğer kulağının yarısını da koparmanın zamanı geldi, arkadaşım!”
“Ben senin arkadaşın değilim, ağzından çıkanlara dikkat etsen iyi edersin!”
Siyah kurt ikisine de hırladı. İki kurt geri çekildi, sinirli biçimde bir o yana gittiler bir bu yana, oldukları yerde.
İkisi de erkekçe cesaretten ödün vermek istemiyor, korkmuş ve sinik algılanmak istemedikleri için kapışma hevesli pozlar veriyor, kükremelerle birbirine göz dağı veriyorlardı araya siyah kurt girmiş olsa da.
İkisi de aslında dövüşmek istemiyordu, bütün mesele şuydu: Zifin, zamanında şans eseri hurda haşat ettiği kurdun ondan korktuğunu düşünmesini istemiyordu, kulağı kesik de zamanında hafife aldığı kurttan rövanşı almak istiyordu; ama şimdi değil.
İkisi de siyah kurdun aradan çıkmasını istemiyordu. Ama çık diye rol kesiyorlardı.
Siyah kurt dil dökmekten yorulmuştu. Aralarından çıktı.
Bu sırada çok öteden kurt ulumaları duyuldu.
Siyah kurt Zifin’e, sonra kulağı kesik kurda baktı: “Canını seven kaçsın. Siz isterseniz kapışın, benim buradan toz olmam lazım” dedi.
Kulağı kesik kurt: “Gel öteki kulağımı kopar.”
“Tek sağlam kulağına saygılarımı sunarım, almayayım.”
“Neden?”
“O ayı gibi iri kurtlar gelip benim iki kulağımı koparır.”
“Aferin, başına geleceği ne güzel dedin.”
“İntikam almayacak mısın?”
“Kesik kulağım bağışla onu diyor.”
“Sevdim. Öce peşinde olmadığına sevindim.”
“Yok, öcümü alacağım, hadi bir kulağımı kavgada kopardın, kavga olur, gözü çıkan kurtlar vardı sürümde, olur, başardın bilmeden. Benim hazmedemediğim şu, kulak gitti, sorun yok, duyuyor yine, saklandın ve hayalet gibi yanaşıp popomu ısırdın, bunun hesabını vereceksin? Benimle dalga geçmenin hesabını vereceksin!”
“Kusura bakma. Dost olamaz mıyız? Bir şans veremez misin?”
“Muhabbetiniz sabaha kadar sürsün. Yiyin birbirinizi! Ben kaçar” dedi siyah kurt, fırladı, diğerleri yeteri kadar yumuşamış ve soğumuştu olumsuz hislerden, bir an boş ve kaypak ve barışçıl gözlerle birbirine baktılar, aynı anda aynı yöne fırladılar, siyah kurdun peşinden mermi gibi koşuyorlardı. Bu sırada aralarında bir rekabet başladı, hangimiz siyah kurda yetişecek diye.


Bu rekabetli eğlenceli oyun tamamen kendiliğinden doğmuştu, birbirlerine bakıyorlardı arada. O hırlaşma, köpük köpük kapışma sanki hiç olmamış gibi unutulmuş, ya da üstünden sanki asırlar geçmişti ve şimdi bu iki kurt çocukça bir tutumla, olağanüstü bir sevinç ve heyecanla birbirini geçmeye çabalıyordu, sanki kapışma dişe diş değil de; bu yarış biçiminde sürecek ve galip olan savaşı kazanacaktı; kan dökmeden. Karanlık ve gölgelerle, duvar gibi kalın zifiri gölgelerle ormanda ikisi de canı çıkar gibi koşuyordu, kulağı kesik kurtla zifin arasındaki yarışta bir zifin, bir kulağı kesik öne geçiyordu, ikisi de çok asılıyordu bu yarışa, önce siyah kurdun yanına varmak gurur meselesine dönüşmüştü ikisi için de, siyah kurdun övgü ve sempatisini kazanmak, daha çok sevilmek şansı, siyah kurt böyle şeyler, rekabeti, mücadeleyi çok sever, ikisi de bunu hatırlayarak büyük güç sarf ediyordu. Zifin ufak hafif bir kurttu, asıldı dişini sıkarak, kulağı kesik kurtun ayağına bir şey battı, yavaşladı ve zifin çarçabuk arayı açtı. Mesafe çok açılınca zigfinin bütün heyecanı ve coşkusu birden yok oldu ve durdu. Kulağı kesik kurdun gölgesi bile onu heyecanlandırırdı, o olmayınca koşmanın anlamı yoktu ki. Kulağı kesik ona yetişince zifin mutlulukla dört köşe oldu, “nerde kaldın kardeşim, çok merak ettim seni” der gibi dostça başını çevirip ona baktı, aslan gibi koşarken, tam yanındaki rakibine, eze eze, parçalaya parçalaya yenmek istediği rakibine. Zifin yine arayı açmaya başladı, yavaşladı, tek başına bu oyun hiç zevkli değildi. Aynı hizaya gelmişlerdi, Zifin arada onun öne geçmesine izin veriyordu, onun yüreklenmesine ve yarıştan kopmamasını sağlıyordu. Ona arada bakıyor ve içinden gülüyordu. Ve kulağı kesik kurt yere yuvarlandı birdenbire. “Seni ahmak” diyordu içinden Zifin, önündeki yere eğilmiş dalı göremedi ve tepe taklak oldu, zifin durdu ve onun yanına gitti hemen. Kulağı kesik kurdun başının
çevresinde garip garip yıldızlar dönüyordu, beyin travması geçiriyordu. Yerde acı içinde kıvranıyordu.
“İyi misin?” diye sordu zifin, acıyarak.
“Sana ne!”
“Çabuk olsan iyi edersin. Yoksa o kurtlar seni paramparça eder.”
“Sen işine baksan iyi edersin. Teşekkür ederim.”
“Bir şey değil, kardeş.”
“Demek kardeş, ha? Öyle mi?”
“Sağır mısın, o iri güzel kulaklarına taş mı kaçtı, kütük kafa!”
“Kütük ha?”
“Aynen öyle.”
“Neden?”
“Başlarımız kavgada çarpışında kütüğe çarpmış gibi acı çektim, kardeş.”
“Bana ikide bir kardeş kardeş deyip durmasan iyi edersin. Seninle hesabım bitmedi. Seni yalnız yakalayacağım bir zaman gelecek ve o zaman işini bitireceğim. Yani kulaklarının ikisini de koparacağım.”
“Sen öyle san, kardeş.”
“Bana kardeş deme!”
“Neden?”
“Çünkü bir kulağım gitti. Kulağımı kopar ve sonra kardeş de bana, bu öyle kolay değil.”
“Kusura bakma.”
“Nedenmiş?”
“Kalın kafalısın arkadaşım kalın.”
Hırlaştılar.
Koşarak geldiler siyah kurdun yanına. Siyah kurt onları bekliyordu.
Zifin ve kulağı kesik kurt birbirine hırlıyordu.
Siyah kurt onlara yaklaşmıştı, az geride durdu, çevreyi kolaçan etti, sesleri dinledi, sonra huzurla başını çevirip onlara baktı: “Rahat durun, rahat, ahmaklar! İyice gürültü yapın da yerimizi belli edin, olur mu?”
İki kurt birden kılıç gibi bir sessizliğe gömüldü.
“Koklaşın bakalım da bitirin şu kavgayı. Dön arkanı Zifin, koklasın seni!”
“Neden önce ben?!”
“Zoruna mı gitti!? Önce sen! Çünkü bu yakışıklının güzelim kulağını kopardın.”
Siyah kurt ötekine bakınca Zifin ona dil çıkardı.
Siyah kurt şöyle dedi: Sonra kulağı kesik sen dön arkanı, koklasın seni, acilen uzlaşmazsanız ben yokum, kendinize başka dost bulun. Başka ekip başı!”

Kurtlar arasında bu seramoni olmazsa olmazdır. Bir kurt düşmanı bildiği kurta asla arkasını dönmez; ama dost kurtlar bunu sevgi ve yoldaşlık mesajı olarak yaparlar birbirine. Böylece iletişim kanalını, aralarındaki sevgiyi yüceltip güncelleyip korumuş olurlar. Bu;      “seni çok seviyorum, biz bir ekibiz, biz sonsuza dek dostuz, biriz” deme biçimidir. Birbirini kabullenme ve hazmetme. Ondan önce ne olursa olsun, ölümüne kavga olsa bile. Koklaşarak çözerler en büyük sorunlarını, uyuşmazlıklarını.
Bu toplumsal uzlaşı, mutabakattır. Kurtlar sık sık bu koklaşma töreni yaparlar birbirine. Ve birbirlerini yalarlar.
Birbirlerini kokladılar ve yaladılar.

Saatlerdir ilerliyorlardı, sabahın ışıkları yaklaşmıştı.
Nehrin kıyısından ilerliyorlardı, içeri bölgeye, ormana girdiler. Kamp kurmak için.
Kulağı kesik kurt geride kaldı. İçinden böyle gelmişti, takip edilip edilmediklerinden emin olmak istiyordu.
“Siz gidin, ben az sonra gelirim, etrafı güzelce kontrol edeyim” demişti onlara.”

Kulağı kesik kurt tek başına ilerledi, etrafı araştırıp kontrol etti, çevrenin güvenli olduğuna tam kanaat getirince içine bir ferahlık doldu ve keyifli adımlarla ormanda keşifler yapmaya, yiyecek aranmaya başlarken
düşüncelere dalmıştı ve farkında olmadan diğerleriyle arayı çok açmıştı. Sürüsünden atılmıştı ve yeni dostlar edinmişti, vahşi ormanda hayatta kalmayı başarmıştı, eşi olacaktı, istediği her şeye sahip olacaktı, bir kurt için gelişimde önemli faktörler neyse hepsine sahipti, siyah kurt ve zifin. Çelimsiz bu iki kurttan alacağı binlerce ders, öğreneceği çok şey vardı, bu ikisinde süründe hiç görmediği özellikler, düşünceler ve yaşam ve hayatta kalma sitili vardı ve onların hepsinden de çok hoşlanmıştı.
Zifin’e karşı lafın gelişi olarak olsa bile kapatılacağı bir hesabın olduğunu söylemesi erkekçe tutumdan ileri geliyordu, erkekçe sağlamlığı böyle emrediyordu ve ona bok sürülmemeliydi. Ve zifin çok nitelikli bir düşmandı ve nitelikli dünşan çok şey öğretir, ve ondan iyi dost da olabilirdi. Sürüsünde geçirdiği güzel ve mutlu günleri hatırladı, içi acıdı, sürüde sevdiği kurtu hatırlayınca içini bir karanlık sardı üzüntüden, beyni uyuştu acı ve hasretle.
Gökyüzündeki aya baktı, acıyla uludu, bunun ne kadar tehlikeli olduğunu hesap edecek halde değildi, içinden ulumak gelmişti ve ulumuştu, ilerlemeye devam etti, çok geçmedi. Aniden karşısında sürüsünden bir kurtu gördü, kaçmayı düşünmüştü hemen ama durdu. Karşısındaki dostça bakmıyordu, kulağı kesik kurt kavgaya hazırlandı, hırladı.
“Seni pis hain. Düşmanlarla ye iç, yat, ha?”
Kulağı kesik kurt korkuya kapıldı, onun cüsseli olduğunu fark etti. Kaçmayı düşündü. Tam bu sırada arkasındaki kurtu fark etti. Arkadaki ona hırladı.
Kulağı kesik kurt ellerinden kurtulmanın bir yolunu düşünüyordu.
“İstediğim kurtla dost olurum, bu sizi ilgilendirmez, çekilin gidin yolunuza, aksi halde ikinizi de yere sererim.”
Sürüde birlikte büyüdüğü iki dişi kurttu bunlar. Onun ablaları sayılırlardı. Aralarında bir sene fark vardı.
Onları her oyunda yenerdi, ağızlarından et çalar, saklandığı yerde eti yiyip sürüye dönerdi. Ablalar onun et çalmasına müsaade ederlerdi, müsaade sonucu onları yendiğini bilmiyordu.
“Zamanında sizi çok yendim.”
“Sen öyle san!” dedi öndeki kurt, “Şimdi canını çıkaracağız.”
Öteki kurt söze girdi: “Eski günlerin hatırına sana kaçman için fırsat veriyoruz. Kaç git uzaklara, kurtar kendini. Baban ve adamları seni bulursa öldürecek.”
“İki kızdan kaçacak kadar korkak değilim. İstediğim yerde dolanırım. Ben size müsaade veriyorum, gidin yolunuza yoksa iyice pataklarım sizi, eski günlerin hatırı var, sizin canınızı yakmak istemem.”
Dişi kurtlar güldü ve birden saldırıya geçti.
Kulağı kesik önce ikisini de savuşturdu; ama ikili toparlanıp bastırdı, biri arkadan biri önden saldırıyordu, ikisiyle uğraşmak gittikçe güçleşiyordu. Kulağı kesik kurt onlardan birini can alıcı yerden yakalayıp ısırması ve böylece işini bitirmesi gerektiğini anladı, ve ikincisine geçecekti, onu da ısırdı mı kaçma fırsatı bulacaktı. Eğer onları iyi bir noktadan ısırıp canlarını yakamazsa tek başına onlara uzun süre direnemezdi, bu iş uzarsa
çok yorulacak, kazanan onlar olacaktı, bir kavganın ilk saniyeleri çok önemlidir, ilk saniyelerde atak yapıp üstünlük kuran psikolojik savaşı kazanır ve kavgayı kazanmak için büyük bir avantaj elde eder. Ama kulağı kesik kurt kavgalarda sonradan açılırdı, ne kadar hırpalanırsa hırpalansın, direnç gösterirdi. Kurtların gövdesini, ayaklarını ya da gırtlağını yakalayıp ısırmak istiyordu. Ama her seferinde kaçırıyordu ve ısırılan kendisi oluyordu, kapışma giderek daha alevli hale geliyordu, iş uzuyordu, bir kulağı kesik bastırıyor, bir ötekiler, yorulmuştu kulağı kesik kurt, arkasını ağaca verdi ve dinlenme şansı elde etti .

Zifin ve siyah kurt sesleri duymuştu, geri baktılar.
“Bir şey oldu ona, gidip bakayım” dedi siyah kurt.
“Sen dur” dedi zifin, “ben hallederim.”
“Neden gitmek istiyorsun, fırsatını bulsa seni gebertir?”
“Aramızdaki sorunu böylece çözebiliriz. Bir fırsat bu.”
“Haklısın.”
“Başı belada. Gidip yardım edeyim. Sen burada beni bekle.” dedi Zifin.
“Gitme” dedi siyah kurt.
“Neden?”
“Seni öldürür, sana tuzak kuruyor olabilir.”
“Sanmam tuzak kuracağını, kalın kafalıdır o.”
“Nasıl anladın?”
“Sonra anlatırım.”
“Ben de geleyim.”
“Olmaz, tuzak olabilir dediğin gibi. Tek başına hallederim, halledemezsem seni çağıracağım, koş gel.”

Zifin, ciddi bir terslik olduğunu hissediyordu, olay yerine yaklaştığında sesler belirginleşti, kulağı kesik kurtun can havliyle kapışma sesi kulaklarındaydı ve o an koparak, adeta yaydan çıkan ok gibi olay yerine geldi ve hiç düşünmeden, hesap kitap yapmadan bütün öfkesiyle kurtun birinin üstüne çullandı. Kulağı kesik kurt onu fark edince gözlerine inanamadı, hayal gördüğünü sandı, şoke olmuştu ve rakibine büyük bir cesaretle yöneldi ve bastırdı.
Bu kulağı kesiğin hiç ummadığı bir şeydi, zifin ona yardıma gelmişti, çok sevindi ve bütün gücüyle rakibine atak yapmış, büyük bir üstünlük kurmuştu. Mucize gibi.
Evet, artık bire karşı iki değildi, bire bir savaş veriliyordu ve adil olan da buydu.
Kulağı kesik; kısa, yoğun ve çok etkili ataklar sonunda onun gırtlağına erişti ve sıktı, bir acı çığlık duyuldu, eski dostunu öldürmekten korktu ve dişlerini gevşetti.
Bu sırada zifin diğer kurdu etkisiz halde getirmişti, iki kurt da yaralıydı, arkalarına bakmadan ciyaklayarak kaçıp karanlığın içinde yitip gittiler.
“İstesen onu öldürürdün” dedi zifin.
“Çocukluk arkadaşım…ama bu dayağı 25 sene unutmaz artık. Sen de onu mahvettin. Onu öldürebilirdin?”
“Yok be; nerdeyse o beni öldürecekti. Sadece direndim. O vakit o korktu, yenileceğini sandı. Böylece kazandım.”
“Pek cesurmuşsun. Beni haklamayı düşünüyor musun?”
“Canımı sıkarsan neden olmasın. Destek için teşekkür ederim.”
“Ters konuşma benimle, kardeşim. Hayatını kurtardım. Bana borçlusun.”
“Haklısın, kardeşim.”
Zifin onun kardeşim lafını duyunca çok mutlu oldu. Nihayet ondan olumlu ışık alması

Siyah kurt da gelmişti yanlarına, az öteden onlara bakıyordu, mızıldadı: “Haydin millet, burayı hemen terk etmemiz lazım. Olay yerini çabuk terk et. Akıllı kurtların en önemli hayatta kalma kurallarından biridir.”
Siyah kurt fırlayıp gözden kayboldu, uçarcasına. Ölümsüz güzel ruhlar vadisindeki kurtlar ya da atlar misali.
“Olay yerini çabuk terk et” diye içlerinden mırıldandılar dua gibi.
Zifin ve kulağı kesik kurt fırlamıştı.
Kulağı kesik şöyle dedi: “Teşekkür ederim! Benim için canını tehlikeye attın, az kalsın kestaneyi çizdiriyordun, bir ara o kurt seni yere sermişti.”
Güldü: “Kardeş kelimesini unuttun” dedi öteki, “Teşekkür ederim kardeş demeliydin.”
“Teşekkür ederim, yoldaş” dedi.
“Rahat olacağım. Artık düşmanlık yok. Anlaştık mı?”
“Sana bir can borcum var. Onu ödedikten sonra kaldığı yerden devam.”
“Sen mankafa mısın?”
“Kesinlikle.”
Güldü: “Bana borçlusun.”
“Öyle.”
Muziplik yapmasından hoşlanmıştı. Ona takılmak istedi: “Bu iyi oldu koca baş. Birlikte o iki iri kurdu dövdük güzelce.”
“Koca baş da ne be?!” diye bağırdı, “iğrenç bir ad!”
“Başın çok büyük dostum.”
“Saçmalama, bak beni çok kızdırdın!”
“Senin adın koca baş olsun, ha?”
“Olmaz.”
“Neden?
“Başım küçük çünkü. Ama sen koca başsın.”
“Küçültücü. Lütfen dalga geçme benimle. Kendimi bok gibi hissettim.”
Siyah kurt öteden güldü: “Koca baş çok güzel bir ad. Sevdim.”
Zifin sordu: “Sürüde adın neydi?”
“Çok yediğim için şişko derlerdi bana.”
“Kocabaş çok asil durdu. Zamanla alışırsın. Ama düşündüm de senin adın Çelik Baş olsa iyi olur, o koca kulak koptu; ama hastalanmadın, bunalıma girmedin. Sana Çelik Baş desek çok uygun olacak.”
Siyah kurt: “Pek tuttum bu adı” dedi, “evet, Çelik Baş olsun adı, ama canımızı sıkarsa da Koca baş deriz buna.”
Zifin güldü, siyah kurt da.
Zifin ona yanaştı: “Dostum orası acımıyor mu?”
“Acıyor.”
“Kan akıyor.”
“Kavgada yuvarlanınca kabuk bağlayan yara azdı.”
“Acıya dayanıklısın.”
“Koptuğunda çok fena acımadı, o an hissetmedim, sonradan çok acıdı.”
Zifin, onun kulağını yaladı: “İyi geldi mi?”
“Evet. Teşekkür ederim, kardeşim. Zahmet oldu.”
“Ne zahmeti canım. Bugün senin kulağın koptu; öteki gün benimki kopar.”
“Ağzından yel alsın dostum.”
“Şakasına dedim.”
Kulağı kesik dedi ki: “Tabi ben koparmazsam.”
Zifin güldü.
Çelik Baş dedi ki: “Babam şöyle derdi: Bir kurtun bedeninde, yüzünde ne kadar çizik yara bere varsa onun profilini özetler, geçmiş hikayelerini anlatır, kuvvetli karakterini, azmini, mücadele gücünü. O kurt saygı duyulacak kurttur mutlaka. Çok zorlu günler ve kavgalardan sağ kurtulmayı başarmıştır çünkü.”
“İyi demiş. Onun iki kulağı sağlam mı?” dedi Zifin.
“Sağlam ve tertemiz.”
“İyi kurt analizi güzel; ama kendisi boş.”
“Neden?”
“Sen kalın kafalısın.”
“Neden?”
İki kulağı sağlamsa adam akıllı kavga vermemiş demektir.”
“Neden, neden, neden?” dedi peş peşe, yanaşıp onun yüzünü yaladı.
“Iy yapma şunu be dostum. Ağzın leş gibi kokuyor.”
Önde siyah kurt gülüyordu.
“Toplumsal hiyerarşi ve sevgi için gerekli değil mi?”
“Saçmalama!”
“Sen kapa çeneni! Gerekli değil mi siyah kurt?”
“Gerekli. Sana bir saat yalama müsadesi verdim.”
“Kamp kuralım yapacağım.”
“Asla. Konuşmam bak!”
Diğerleri güldü.

Saatlerce ilerlemişlerdi, yorgunluktan ayaklarına çok ağır bir çapa bağlanmış gibiydi.
Ormanda iyi bir yer buldular ve orada sabahlamaya karar verdiler. Ormanın kıyısıydı burası.
Yokuşun aşağısında tek katlı bir köy evi vardı. Evin köpeği zincirle bağlıydı, kurtlar farkında olmadan oraya çok yakın geçmişler, köpeği fark edince uzaklaşmışlardı. Köpek kurtları görmemişti, sadece kokularını almıştı ve öfkeyle havlamaya başlamıştı.
Siyah kurt dedi ki: “Çocuklar burası uygun değil. Köpek susmak bilmiyor. Başımıza bir bela gelmeden uzak bir yere gidelim.”
Ormanın iç bölgelerine, ağaçların sık olduğu, zifiri karanlık yerine girdiler. Dinleniyorlardı.
“Çok pis bir savaş verdik, Çelik Baş’ı bir görseydin.” dedi Zifin.
“Yok be dostum, asıl iyi olan sendin.”
“Çocuklar, onları alt etmenize çok sevindim, sizle takıldığım için gurur duydum kendimle. Çelik Baş, babanın o sözleri harikaydı. Ben de buna inanıyorum, bir kurdun yüzü ne kadar izle doluysa o kadar deneyimlidir. Benim babam da şöyle derdi, büyük abilerime: Zaman çabuk geçecek, yetişkin bireyler olacaksınız, sürüden atılacaksınız, yıllar geçecek ve yaşlanacaksınız, şansınız varsa, hayatta kalma becerilerini uygular ve geliştirirseniz kendi sürünüzü kurabileceksiniz. Akşam çökerken üzüleceksiniz, eskisi kadar güçlü olmadığınızı fark edeceksiniz, daha yavaşsınızdır ve bilge. Şöyle düşünürsünüz cırcır böcekleri öterken, en güzel dönemlerimiz ne zamandı diye soracaksınız kendinize ya da yanınızdaki akranlarıza. Sohbet başlayacak. Birbirinize eski serüvenleri anlatacaksınız. Yeniden yaşar gibi. İçinize can gelecek. Sevineceksiniz. Heyecanlanacaksınız hikayeleri dinlerken ya da anlatırken. Bir gün dönüp geriye baktığınızda, mücadelelerle geçen yılların en güzel dönemler olduğunu fark edersiniz…”
Sessizlik oldu.
Hepsini de can sıkıcı ve yakıp kavuran hisler sardı, bir şekilde kaybettikleri aileleriyle ilgili görüntüler döndü zihinlerinde. Sonsuza dek onlarla yaşayacaklarını düşünürken en acı biçimde onları kaybetmişlerdi. Berbat hissediyorlar; ama belli etmiyorlardı. Berbat bir karanlığın içinde koşuyordu kalpleri.
Siyah kurdun ettiği söyler alev alev bir etki göstermişti onlarda, siyah kurdun da ciğeri parçalanmıştı: Birçok ortak özellikleri vardı, en önemlisi hepsinin de yalnız olmaları ve bir şekilde ailelerini kaybetmiş olmalarıydı ve birbirlerine tutunarak güç ve teselli buluyorlardı.
Hepsi de kaybettiği ailelerini, hiç hatırlamadıkları anılarını hatırlayıp o anları detaylarıyla düşünüyordu, Çelik baş’ın acısı tazeydi, ailesini kaybedeli çok uzun bir süre olmamıştı. Diğerleri o acıya dayanıklı hale gelmişti, alışmışlardı. Oysa Çelik Baş iri ve kendine güvenli görünümü altında bir çocuk kurt ruhu taşıyordu.
Sürüsüyle, ailesiyle olan bağı çok tazeydi, nasır tutmamıştı ve
o içsel ve ruhani bağı yitirmemişti. Onlardan, onu sürüden atan babasından nefret ediyor olabilirdi; ama bu onları sevmesine engel değildi. Ama derinlemesine düşününce babasının iyi bir şey yaptığını düşünüyor, öfkesi yerle bir olup gidiyordu.
Zifin sordu: “Şu sürü bizi takip ediyor mu, yoldaş, arayı çok açtın, herhalde izimizi kaybetmişlerdir?”
“Bilemem” dedi Siyah kurt,“Onlara bizi takip etmeleri için çok sebep verdik. Bize çok kızgınlar. Onlardan birini aramıza aldık, dost olduk, onları güzelce dövdük.”
Diğerleri güldü.
Çelik baş dedi ki: “Babam delidir, deli yüreklidir, sizi ele geçirene kadar durmaz. Sizi gebertir.”
Zifin güldü: “E seni de o zaman.”
“Evet. Onun icabına bakmalıyız.”
“Ne yapıp edip pes ettireceğiz.” dedi siyah kurt.
“Nasıl?”
“İzimizi kaybettireceğiz. Şimdi uyuyup dinlenelim. Güç toplayalım.”
“Ben çevreyi kolaçan edeyim, belki bir av yakalarım. Siz uyuyun.” dedi Çelik Baş, “açlıktan ölüyorum.”
“Av yakalayacakmış. Kolay mı sandın?” dedi Zifin.
Siyah kurt dedi ki: “Belki yakalar. Ama bence dinlen önce.”
“Hemen gitmem şart. Aksi halde uyur kalırım.”
Zifin şöyle dedi: “En son uzaklaştığında o kurtlar seni buldu ve nerdeyse gebertiyordu, bence otur oturduğun yerde.”
“Haklısın. Ama açlıktan da ölemeyiz ya. Aç olmasam gitmezdim. Bir sorun olursa sakın gelmeyin, kaçın kurtarın canınızı, belki de o zaman bizimkiler peşinizi bırakır, bela oldum başınıza.”
“Ne belası canım, yok öyle şey” dedi Siyah kurt ve öteki.
Onlar kıvrılıp yattı ve Çelik Baş uzaklaştı.
Zifin: “Tek başına bir halt beceremez. Ben de onunla giderdim; ama gücüm yok”
Siyah kurt ince biçimde gülümsedi: “Becerir.”
“Başımıza bela getirecek. İzin vermemeliydin.”
“Yok; o işini bilir. Bir keresinde bir iri domuz yakaladı.”
Siyah kurt o hikayeyi anlatmaya başladı.

Çelik Baş çevreyi dolanırken oradan iyice uzaklaştı, köy evinin o taraftan o köpeğin deli gibi havladığını duydu, ses birden kesildi ve Çelik Baş köy evinin oraya gitmeyi canı çok istedi. Bu tehlikeli olabilirdi; ama açtı ve kolaydan yiyecek bulabilirdi. Sürüsünün köy evlerine asla yaklaşmama kararı vardı, bu bir ilkeydi, şimdi herkes mışıl mışıl uyurken o köy evine yaklaştığını kim bilebilirdi ki. Köpek sesi yoktu. Hem aptal köpek bağlıydı. Risk alacaktı; ama olsun. Korkuyordu, ama açtı ve açlığını giderecek olması düşüncesi büyülüydü, büyülü çekime uymuştu. Gidip orayı araştıracak, alabileceği bir yiyecek varsa alıp sıvışacaktı.
Karanlığa yumulu eve arka taraftan yaklaştı. Eli tüfekli bir adam elinde el feneriyle orada dolanıyordu, aniden fark etti onu, birkaç metre ötedeydi. Siyah kurt hemen saklandı iri salatalık bitkisi altına, sindi. Adam birkaç saniye kaldı orada, uzaklaşınca Çelik Baş fırsat buldu ve oradan sıvıştı, bahçenin diğer bölümüne, domates ekili alana girdi, iri bitkilerin altından geçerken o da nedir, bir keçi ölüsü vardı, keçiyi kaptı ve fırladı.
Kamp alanına vardı. Keçiyi yere bıraktı, nefes nefese, mutlu ve heyecanla.
Siyah kurt dehşete kapıldı: “Bu da nedir böyle!?”
“Köy evinin orada buldum. Ben öldürmedim dostum, böyle buldum.”
Zifin de uyanmıştı: “Ben sana demiştim. İşimiz bitik.”
“Burayı hemen terk ediyoruz!” dedi Siyah kurt.
“Keçi ne olacak” dedi Çelik Baş, “Mis gibi keçiyi yemeden mi gideceğiz?”
“Bela o. Hemen toz oluyoruz buradan!”
Tabanları yağlamışlardı, mide bulandıran bir korku sarmıştı içlerini. Çok can sıkıcı bir şey hissediyorlardı: Çuvallamak! Çuvallamak yani Başarsız olmak hayatta en kötü histir, iğrençtir.
Öldürülmek! Siyah kurt bunun ne olduğunu iyi biliyordu ve eski travmasını hatırladı.
Hayatlarını kurtarma içgüdüleri deli çelik kelebekler uçuşuyordu tabanlarında, çalıların arasında uçarcasına çok yumuşak biçimde ve hayalet gibi ilerlerken sanki ayakları yere değmiyordu, çalıların ve dikenlerin üstünden atla, iri yaprakları ittir, hopla kayanın üstünden; ama dikkat et ilerde ağaç var, bas oğlum, belleri inanılmaz esnek şimdi, pençeleri yaylı sanki, tehlike büyük olunca, hayati risk kuvvetli olunca böyleydi işler, bütün gücünce sıvışmak şart oradan. Kalpleri başka türlü atıyordu, zihinleri tek şeyle ilgileniyordu, kaç kurtul, kaç kurtul, kıpkızıl ya da kıpkırmızı bir alarm ötüyordu kan akışlarında.
Son sürat koşuyorlardı ağaçlardan boşluğu, yolu kolay bulduklarında. Bir ara yavaşladılar, ormanın burası engellerle doluydu. Yürüyorlardı. İşte o an karşıdan yüzü gözü kan içinde bir kurt ağaçların arasında şıp diye karşılarına çıktı, birdenbire.
Hepsi de donup kaldı, bakışıyorlardı.
Çelik Baş’ın babasıydı bu. Gözlerini oğluna dikince ve temiz yüzünden onun baba olduğunu anladılar.
Çelik Baş şaşkındı, ne yapacağını bilemedi. Kendini küçüklüğündeki gibi hissetti. Endişeyle, acıyarak; “baba bu halin ne?” diye sordu.
“Beni geç, sen düşmanlarımızla ne yapıyorsun?!”
Babasına hırladı. Babası topallıyordu.
“Oğlum, ne yapıyorsun düşmanlarımızla?”
Çelik Baş çocukça hislerden hemen çıkıvermiş, kendine gelmişti: “Bu söylemleri geç baba, beni sürüden attın sen.
Bir düşman varsa o da sensin!”
“Babaya isyan edilmez. Bakıyorum da çatır çatır konuşuyorsun. Kalın kafalı seni! Hep sana hayatı, ormanı öğretmeye çalıştım. Seni büyütmek için ne büyük emekler harcadım. Bakıyorum da zihnin açılmış. Taş kafalı seni!”
“Artık yetişkinim ve onlar da gerçek dostlarım. Korkuyla, baskıyla, işkenceyle öğretmeye çalıştın.” Ona hırladı.
“Evlat, bunlar senin beynini yıkamış. Benle bir ol da onların işini bitirelim.”
Siyah kurt: “Bu acıklı muhabbeti bölmek istemezdim; ama biz kaçıyoruz, Çelik Baş. İstediğin kararı vermekte özgürsün. İstersen onunla kal.”
“Evlat” dedi, keçiye bakıyordu: “Bu benim öldürdüğüm keçi. Dostların hırsız oğlum. Orada on keçi geberttim. Bağlı köpeğin de işini bitirdim. Diğeri peşimden geldi. Onunla fena kapıştık. Ayağımdan yaraladı beni. Çok iriydi. Canımı zor kurtardım.”

Siyah kurt fırladı. Aynı anda Zifin de fırlamıştı. Ama zifin durmuştu aniden. Çelik Başı, yeni dost olduğu ve kardeşinden öte sevdiği kurdu bırakmak istemiyordu. Onun kararı neyse saygı gösterecekti. Bunu öğrenmek istiyordu.
Siyah kurt da ötede durdu ve geri baktı: “Zifin devam et. Ben gidiyorum.”
Çelik Baş şöyle dedi ki: “Zifin koş, hemen uzaklaş, babamla baş başa konuşup geleceğim.”
Zifin basacaktı. Duraksadı. Çelik baş babasına son sözleri söyleyecek ve ona güzelce veda edecekti; ama o an at gibi iri köpek çıkıp geldi.
Çelik Baş bu kudurmuş gibi öfekli köpeğin babasını parçalamasını seyretmeyecekti, köpeğin üstüne atıldı. Köpek onu yere serdi tüyü sırtından atar gibi, baba kurt oradan kaçıp gitti ve Zifin de kavgaya girdi. Zifin köpeği çok sağlam ısırıp canını yakmıştı.
Öteden sahneyi izleyen siyah kurt kavgaya dalmasa olmazdı, mecburdu, dostlarını bırakamazdı, ölümüne fırladı.
Zorda kalan zifin bir tarafa kaçınca köpek peşinden gitmişti, Çelik Baş da onların peşinden.
Siyah kurt onları aradı; ama bulamadı. Her şey saliseler içinde olmuştu.

Siyah kurt o gece iki yoldaşını kaybetti. Onlara ne olduğunu düşünüp durdu, ormanlarda hep onlara rast geleceğinin hayalini kurdu; sonunda o hayaline ulaştı. 3 ay sonra. Ne olup bittiğini öğrendi.

İsa Kantarcı




Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.

Yazarın korku romanı kümesinde bulunan diğer yazıları...
Murat, Mevlüt, Muzaffer ve İsa
Kurtlar ve İnsanlar
Silikon Kadın
İki Kız Bir Erkek 14
Silikon Kadın 2
Kurtlar ve İnsanlar 2
Kurtlar ve İnsanlar 5
Kurtlar ve İnsanlar 3
Kurtlar ve İnsanlar 4

Yazarın roman ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
İki Kız Bir Erkek
İki Genç Kız Sohbet Ederken
İyi Kızlar Aşık Olur 1
Köylü Kız Kezban
İki Kız Bir Erkek 4
Vahşi Ormanda Tek Başına 3
İki Kız Bir Erkek 3
Vahşi Ormanda Tek Başına 2
Vahşi Ormanda Tek Başına
Sokakların Ruhu

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Göğsümde Ateş Böceği Gibi Parlayacak [Şiir]
Şimdi Yak Bir Sigara [Şiir]
Bir Kadının Gelişim Süreci [Şiir]
Remzi [Şiir]
Rüya Tarlasında Bitmiş Bir Kız Gördüm [Şiir]
Sahil Olduklarını Hatırla [Şiir]
En Güçlü Yerin [Şiir]
Seni Mutlu Edeceğim [Şiir]
Birds And Girls [Şiir]
Kapı Açan, Cebrail [Şiir]


İsa Kantarcı kimdir?

yazar

Etkilendiği Yazarlar:
jack london


yazardan son gelenler

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © İsa Kantarcı, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.