"“Yazmak, konuşmanın daha ucuz hali: kim sözcüklerini saçarsa kazanır, kim parayı harcar ise kaybeder.” – Oscar Wilde"

Kızların Alevden Yalnızlığı 3

Bir kahvehanede tansiyon yükseliyor. Hasan, masalara bırakılan bahşişleri gözlerken, kasketli ve kırmızı puşili bir adamla kısa bir gerginlik yaşar. Tam o sırada küçük bir çocuğun masadan para çalma girişimi, beklenmedik bir şiddet olayına dönüşür. Paranın geri alınmasına rağmen dayak devam ederken, Hasan'ın hikâyesi sokağın acımasız gerçekleriyle kesişir.

yazı resim

“Ne baktın, tanışıyor muyuz?” diye sordu kasketli adam.
“Yok abi” dedi.
“Niye öyle baktın? Sırıttın da?!” dedi adam, çatmaya yer arayan cinstendi, boynunda kırmızı puşi vardı.
“Bir arkadaşıma benzettim; kusura bakma.”
Hasan, öteki tarafa döndü. Müşterilerden biri masaya çay parası bırakır gider diye umuyordu, bardağın yanına para bırakırlardı, bekliyordu, çevresindeki masalara bakıyordu, bir müşteri grubu kalktı, grup içerdeki kahvehane sahibini selamladı, birkaç laf dediler, masada para vardı, kasketli adam yan dönmüştü, diğer masadaki bir adamla laflıyordu. Hasan parayı almak için fırsatı yakalamıştı, tam davrandığı sırada 9 yaşlarında bir çocuk parayı alıp cebe indirdiğinde ve hızla oradan uzaklaşmak isterken peşinden fırlayıp onu atmaca gibi kavradı puşili adam. Müşterilerden diğer bir adam, bastı tokadı, “çıkar lan parayı! Çocuk parayı verdi; ama adam dayağa devam ediyordu.
Hasan, oradan uzaklaşacaktı, bu yapısını hiç bilmediğim yörede… insanlar zordu anlaşılan, çok gaddardı. Küçük bir para için bir kamyon dayak atılır mıydı ufak çocuğa? “en iyisi derinlemesine bir analiz edeyim de ona göre hareket edeyim, acele etmek iyi sonuçlar doğurmaz” diye düşündü.
“Ufacık çocuğu üç beş kuruş için öldüresiye dövüyorlarsa bana ne yapmazlar?” Bu şehrin havasını suyunu koklayıp…” belki de burada kalırdı ya da basıp giderdi, gitmeden önce de bir miktar para bulsa iyi olacaktı. Büyük ihtimalle buradan basıp gidecekti, iyi şeyler bir anda, hemen çarçabuk bulunur ya da hissedilir, tersi de olabilir. Ama zorluyorsa ve sürekli iç açıcı bir şey gelmesi için yılmadan devam ediyorsa orada şansı yok demekti.
Bu düşünceyi test etmişti, geçmiş tecrübelerinden edinmişti bunu, ama sık sık da can sıkıcı şeylerin sonunda da iyi şeyler karşısına çıkmıştı. Yani kurak, can sıkıcı bir yerdeyse oraya sabretmeden terk etmeliydi, yani hazine ha çıktı çıkacak diye ummak aptallık olurdu bazen. Nehrin balık vurmayan yerinde oyalanırsan asla balık avlayamazsın. Şimdilik başka bir numara geldi aklına, bu numara çok yerde kesin tutardı, insanlar bu numaraya karşı koyamazdı. Üstü başı perişan görünmek, eski giysiler giymek çok işe yarardı. Ama bu numara da elinde patlardı bazen. Bir mekana girmek isterse… sinirleri bozuk birine rastlarsa kovulurdu, küfür işitirdi, özellikle çok konteynırı karıştırdığında bazı insanlar türerdi yanında. Hasan çöpün içinde elindeki demirle (bu demir aparat boyacıların kullandı silindir boya fırçasıdır) satmak için bira şişesi ya da para edecek başka hurda arar.
Aslında arar gibi yapar, hepsi numaradır. Onun sefil halini gören yaşlı bir adam ya da iyi giyimli bir adam cebinden para çıkarır ve uzatır, onun deli olduğunu düşünür, yarım akıllı ya da şizofren biri. Hasan bu numarayı şizofren birinden kapmıştı, ona sigara verirdi, parası varsa bölüşürdü, o şizofren adam çok iyi kalpliydi, birilerinin verdiği paraları genelde kazı kazan oynayıp kaybederdi, o
mahallelinin tanıdığı biriydi, sürekli birileri eline para tutuşturur ya da ona yiyecek alır, tavuk döner ya da ekmek arası köfte, lahmacun, açık pide vs. o şizofrenin eli sürekli para görürdü. Hasan onunla takılarak ondan çok şey öğrenmişti.
Giysilerini çamura toza siyaha sürtüp eskitmeyi düşündü, dilenci gibi görünse para almak kolaylaşır
Ve zihinsel engelli numarası yapmak sihir gibi etkilidir. Okuduğu kitapların birinde Amerikalının teki sonradan mühim bir yazar olacaktır, bu herif 17’li yaşlarda dilencilik yaparak şehir şehir gezmiş ve dilenmek için kapısını çaldığı ev sahiplerine o an kafasından geçen ve ev sahibinin seveceği türde uyduruk hikayeler anlatıp durmuştu,
başarılı da olmuştu. Kadının birine de sıkmış palavraları, “kız kardeşim var ona gidiyorum, çalışacağım,” kadın ona haşlanmış bir sürü yumurta vermiş. Çorap giysi de vermiş. Onun acıklı hikayesinden çok etkilenmiş ve evde hasta bir çocuk varmış. Yıllar sonra kadından özür diler gibi şeyler yazmış. Yazar oluyor ve kitapta itiraf ediyor insanları uyduruk hikayeler anlatıp uyutup onlardan yemek aldığını. Hasan da böyle yapmayı düşündü ama onda gurur denen şey vardı, ve Hasan da kozmik bir ruh, oyuncu bir zihin yoktu; insan nasıl olur da dilenci olabilirdi, bunu anlayamıyordu, çalsa neyse ama dilencilik korkunç bir şeydi ona göre. Ama giysilerini asfalta sürtse o tırtıklarla kısa sürede eskirdi giysiler… ne var ki güzel görünen entelektüel gezgin sitilini terk etmek istemiyordu, çöpten bulduğu giysileri çok sevmişti, “acaba bu giysileri giyen genç nasıl biriydi, herhalde onun şansı bu giysilerle sızmıştır, şansız biriyse? Sap saçma şeyler düşünüyordu çare ararken.

Hasan, çay içip tost yemek için çare arıyordu, “açım abi param yok” diyebilirdi, samimi söylemlere esnaf itibar eder her yerde. Ama Hasan böyle numara yapacak kadar esnek ve insan canlısı biri değildi. Çok aç ve çareleri tüketmiş olsa diyebilirdi, yediği kuru ekmek simit pasta karın doyurmazdı, mecbur kaldığı için yemişti onları, zaten pasta hiç sevmezdi, simit de boğazından zor geçmişti. Tam bu sırada boyacı giysileri üstünde olan dağınık saçlı 30 yaşlarındaki adam gelip Hasan’ın masasına kuruldu. Boyacıyı biri aradı, boyacı onunla konuşurken küfürler ediyordu, sinirle kapadı telefonu. “Bir karışık tost, çay” dedi ocak başındaki genç garsona. Hasan, onun gözlerinin içine baktı, dostça, ondan bir fayda görebileceğini sezdi ama boyacı boş gözlerle ona baktı, boyacı kendi kendine konuşup küfür ediyordu; “her sefer paramı kesiyor namussuz!” Cebinden para çıkardı, saymaya başladı, paraları masaya koyarken biri ona seslendi, selam verdi, bu sırada 200 liralardan serseri olanı yaprak gibi düştü yere ve sallanıp dönerek masanın altına girdi, boyacı fark etmemişti bunu, Hasan, heyecanlandı delice. Kalbi güp gül atıyordu, geri çekilip başını önüne eğdi ve masa altına baktı, ayağını biraz uzatırsa ayağıyla parayı kendine doğru çeker ve eğilip parayı avcuna alır ve ayakkabısının bağı çözülmüş gibi yapıp bağları açıp yeniden bağlar ve kimse onu fark etmezdi. El çabukluğu! Ama korkuyordu, yakalanırsa o ufak çocuk gibi dayak yerse. Zaten kızgın olan ve parası kesilen boyacıdan iyi bir dayak yerdi kesin. Ya biri daha yere martı gibi süzülerek düşen parayı görmüşse, çevresine baktı ve kimse hareket etmiyordu, düşen parayı gören bildirir değil mi, evet, bildiren yoktu ve Hasan hazırlandı, korkusu azalmamıştı. Daha önce böyle bir şeyi hiç yapmamıştı, kafasının içinde kendine moral verip duruyordu başaracağına dair ve aniden tam hamle yapacağı sırada ayağıyla, durdu, yakalanacağını sezdi ve yeniden denedi, yine durdu, tam bu sırada bir el Hasan’ın sırtına dokundu güçlü biçimde, “
“Şevket n’aber?” dedi o ses.
Hasan, dönüp baktı.
Genç adam; “kusura bakma eski bir arkadaşa benzettim seni.”
Hasan’ın korkudan aklı gitti bir an ve aklına çok iyi bir fikir geldi, hemen atıldı masanın altına ve parayı alıp çıktı.
“Abi masanın altında 200 lira var, demin para saydın, senden düşmüş olmalı.” Parayı uzattı.
Adam, telaşla parasını çıkarıp saydı, eksik çıktı. Parayı aldı. Teşekkür etti.
“Doğruluk çok az insanda vardır, adamsın! Küçük tüp parası bu, inşaatta yemek ve çay yapmak için kullandığım tüp. Sabah bitti. Tüp alacaktım bu parayla. Çok değerli bir iş yaptın; çay içer misin?”
“İçerim abi.”
“Bir çay” diye içeri seslendi: “Bu arkadaşa benden istediği kadar çay.”
“Tost yer misin?”
“Yerim abi.”
Tam bu sırada boyacının eski zor zaman dostu geldi masaya, birbirlerine sarıldılar.
ayrı bir masaya geçip sevgili gibi sohbete başladılar.

Yorumlar

Başa Dön