"“Yazarın en büyük kabusu, sayfaya bakıp ‘Bugün de mi ben yazacakmışım?’ demesidir.” – Friedrich Nietzsche"

Kızların Alevden Yalnızlığı 6

gezgin. uzun yollar. ormanlar. tarlalar.

yazı resim

Kızların Alevden Yalnızlığı 6

Hasan, kaygısız, neşeli ve vurdum duymaz bir gençliğin, bulutsu bir akışın, açık mavi bir atmosferin parçası olmayı öyle çok isterdi ki, sonsuza dek orada kalmayı. Ne var ki gençliği varoluşsal ciddi sorunları çözmek, tehlikeleri çok önceden kahin gibi sezmek, sürekli olarak başını beladan uzak tutmaya çalışarak vakti ve enerjisi tükeniyordu, o sürekli bir şeylerin hesabını kitabını yapmak zorundaydı, kafasının içindeydi gerçekliği, karşısına çıkan irili ufaklı engelleri aşarken sevinip ve bu başarıdan güç alıp ilerlerdi. Engel bitmezdi, sorun hiç bitmezdi, arkasında bir anaç anne, özüyle sözüyle kaya gibi bir baba ya da abi, kardeş desteği olmadan hayatta yolunu kendi kendine açmaya mecburdu, bu ağır tabloda gülmek onun için boş bir şeydi, sessiz ve düşünceli tavrı baskındı, içinde bir huzur vardı, var olma telaşı, ona sığınırdı, ama işler yolunda gittiğince yüzü neşe saçardı ve işlerin iyi gitmesi de çok kısa sürerdi, o bu aralıklarda mutlu olmaya çalışır, işe iyi tarafından bakar, olanla, elde edebildiğiyle, hayatın verdiği kadarıyla yetinir, bundan sevinç duyardı. Küçücük, basit şeyler iyi hissetmesi için yeterliydi. Ona en çok haz veren bağımsız olmasıydı, kimseye mecbur değildi, hiçbir yere. Bu özgürlük duygusunun değeri paha biçilmezdi. Bunun yanı sıra keşfetme zevki, yeni insanlar ve yeni yerler. Bundan aldığı tat yüzünden birçok sorunla karşılaşsa da o baskılar altında ezilip berbat hissetmekten kurtulurdu. Öyle bir azme sahipti. Canını yakan, kalbini yaralayan tek şey vardı, alev gibi yakan bir yalnızlık. “Ama bu işin raconunda yalnızlık var” diye düşünürdü, şöyle düşünmeden edemezdi, sevdiği bir kız ya da erkek bir dost. Biri olsa ne iyi olurdu. “Kızlar sorun çıkarır, sevgili olmasa bile. Ama erkek, yürekli bir dost daha az sorun çıkarır herhalde.” Kafa dengi bir dost, sevgili olma ne iyi olurdu. Çocuklar gibi şen olurdu.

Hasan, lokantanın önüne geldi. Şöyle bir baktı içeri. Ufak dertleriyle boğuşan iyi kalpli basit insanlar bunlar belli ki. Lüks sıfır mekanda. Eski yıllardan gir içine bir demet adeta. İçerden ne güzel yemek kokuları geliyordu, yüreği içeri gitti hasanın. Şurada bir yemek, bir şey yiyebilse ne iyi olurdu. Masanın birine oturdu, köfte mi yese, tavuk mu, kuru fasulye pilav mı, cacık, tatlı. Hasan, sarhoş gibi dalıp gitmişken kapıya pala bıyıkları Osmanlı sitilinde biçim verilmiş göbekli ve önlüklü adam çıktı, keldi, dışarı çıktı sigara yaktı ve hasan onunla göz göze geldi, yaşını almış adam sert, çok sert bakıyordu, onu yiyecekmiş gibi. Hasan, korkuya kapıldı, kaçıp gitmek istedi, neden öyle baktı diye düşündü, herhalde madde bağımlısı sandı beni diye düşündü. Bir laf edip onun düşüncesini savuşturması gerektiğine karar verdi, o keskin bakışları yıldırmak, başka bir şeye kaydırmak. Yemek isteyemezdi, istese büyük ihtimal alırdı. Ama dilenci gibi muamele görmek kanına dokunurdu. Yemek teklif etmesi gerektiğini o ayı anlarsa anlardı. Zeki biri böyle düşünür ve Hasan herhalde zeki biriydi. Zihnine, sezgilerine düşen şeylerden emin olmaya çalışıyordu. Eğer bu adam ayı gibi görünüp halden anlayan biriyse şahaserdir tabi. Ayı gibi görünen şahaser! “Çok güzel bir mekan!” dedi, kokular oradan değil de sanki cennetten gelmekte,” Bunu derse; “buyur gel içeri” diyecekti adam ve Hasan yemek kapacaktı. “Üstüme para almamışım” diyecekti hemen, adam da “ya olur mu öyle kardeşim, bu kez benden olsun” ya da “sonra verirsin” diyecekti. Adam güldü zevkle (bir dişi altından) ve babacan ses tonuyla şöyle dedi: “Teşekkür ederim evlat! Bence senin bir işe ihtiyacın var gibi, sezgilerimde hiç yanılmam!” Adam havaya girmişken onu bozamazdı; ama ona bakarken böyle bir şey demek içinden geçmişti. “Hayret! Nasıl bildin abi?” dedi, Adam zevkle güldü. “Bak şuraya, sarı kamyoneti gördün mü?” Caddenin karşısını işaret etti. “Evet.” “Onun sahibi bir osuruk var, git ondan iş iste. Güzel ve ikna edici konuş. Kararlı bak. Güneş altında tarlada dans eder gibi çalışırım de. Palavra değil de ikna etmek için. Azmini hissettir. Başarırsan işe alır seni. Salim abi yolladı beni de, iş sordum, seni dedi de. Selamımı ilet ona.” “Teşekkür ederim Salim abi.” Hasan, arkasını dönüp ağırca ilerlerken; “neye bulaştım ben, geri dönüş de yok?!” diye düşündü, “beni seyrediyor, yalan atmakla hata ettim, güneş altında başıma silah dayasalar tarlada çalışmam. Öküz herif, göt herif yemek vereydin ya! “Dur evlat dedi adam, Morali çok bozuktu, karısıyla kavga etmişti ve hasanın sözleri onu onurlandırmıştı. Dünyası bir anda değişmişti. Çarçabuk ekmek arasına bolca köfte koymuştu, uzattı. Hasan ölümden dönmüş gibi, cehenneme düşmekten son anda kurtulmuş bir genç kız gibi sevindi, büyülü gelen köfte soğan kokusu, domates. Ya ne kadar çok koymuş! Bir ekmek içine, koca ekmek! Hasan öyle delirdi ki sevinçten; bir değil bir sürü güneş altında dans etmek ne kelime. Ölümüne çalışırdı, aç. Susuz çalışırdı. Bu koca ekmek ve köfteler hazineden daha değerliydi. “Yüzümü kara çıkarma, evlat.” Salim için canını feda edebilirdi. “Hı dedi içinden, “şans böyleyse, kader böyle dediyse devam edecekti, büyük şans vardı demek ki kamyonetin sahibi osurukla. Evet, gidip konuşacaktı osurukla.

Yorumlar

Başa Dön