Yanlýþ sayýsýz þekillere girebilir, doðru ise yalnýz bir türlü olabilir. -Rouesseau |
![]() |
|
||||||||||
|
![]() Pandemi dönemi evlerden çýkamadýðýmýz o yýllarda Clubhouse’da yaptýðýmýz kültür, sanat, edebiyat sohbetlerinde Orçun, Ataç’ýn güncelerini okuduðunu büyük bir haz duyduðunu söylemiþti. Bu zamana kadar Ataç’ý adamakýllý okuduðumu söyleyemem. Ancak onun dil hususundaki eleþtirilerini, nelere takýldýðýný anlamak için çoðu kitabýný temin edip okudum. Ataç, denemelerinin birinde, “Roman okumaya geç baþladým” diyor. Sonra, ablasýnýn “sandýðýndaki” romanlara geçip, sandýktaki romanlarýn, okunmuþ ilk romanlar olduðundan bahis açýyor. Ataç’ýn hangi kitaplarý okuduðunu tahmin etmek çok da zor deðil: “Pardiyanlar’ý bitirdim. Monte-Cristo’yu yarýladým; ondan Joseph Balsamo’ya, Simone ile Marie’ye geçecektim; hele Sabýkalý’yý ablam pek övüyordu.” diyor… Sanýrým her edebiyatsever için sandýkta okunmuþ ilk romanlar vardýr diye düþündüm. En azýndan biz 80 kuþaðý okurseverlerinin hatýra sandýklarýný açtýðýnda böylesi romanlarý olduðunu hissettim. Evet, zaman kaymasýnda ve elbette bir sevinç içinde, Beþiktaþ, Akaretler’deki öðrenci evimize geri dönüveriyorum ben de. Sanýrým bir sandýk deðil de benim de üzerine uzanýp dinlendiðim, uyuduðum çekyatýmýn altýnda böyle romanlar vardý. Bugün de çekyatýn altýnda romanlarým var ama aradýðým bir kitap yok. Çekyatýn duvara yanaþmýþ kýsmýnda okuyabileceðim birkaç kitap, beþ farklý tat ve kokuda elektronik sigara likitleri, ne olur ne olmaz diye bir paket camel, çakmak, motosiklet ile arabanýn anahtarý, flash belleðim, not defterim, bir kurþun kalem ve telefonum… Ýstanbul’a ilk taþýnýp evlenip yerleþik hayata geçtiðim evimin odasýnda okumak için can attýðým romanlarým neredeydi diye düþündüm. Ýlk taþýndýðým zamanlar bu kitaplar saðda solda, örnekse tuvalet dolabýnýn üstünde, balkonda, yatak odasýnda dururdu. Ýlk yýllarýmda anacýðým da bizimle geçici olarak yaþadý. Bazen ne olduðunu merak ettiði romanlarýmý açýp okumaya çalýþýyordu. Annem bir romana baþlamadan önce her zaman kitabýn son sayfasýný okuyor; sonu kötü biten bir roman okuduðunu hissetmiþse kitaba bir daha dönüp bakmýyordu. Ser verip sýr vermeyen romanlar da var elbette. Sonu iyi mi kötü mü; annem okusun mu okumasýn mý bir bocalayýþ alýp baþýný giderdi ve ben bunu bugün bile hatýrlýyorum… Eþimin þahsi dolabýnda üniversitede de öðrenciyken gah ödev olarak verilmiþ, gah kendisinin merak ettiði romanlarý vardý. Örneðin, ciltlenmiþ Yaban kitabýný dün gibi hatýrlarým! Yaban’ýn baskýsý mý tükenmiþti; þurda burda aranmýþ, Kayseri’deki kitabevinin birinde güçlükle bulunmuþ ve nihayetinde kitap Ýstanbul’daki yeni yaþam alanýnda yerini almýþtý. Yine çocukluk çaðlarýmda abimin kitaplýðýnda Tolstoy’un eserlerini hatýrlýyorum. Ýnce bir kâðýda basýlmýþ, tek cilt haline getirilmiþ “Harp ve Sulh…” kitabý… Sanýrým o zamanlar hiç kimse “Savaþ ve Barýþ” demiyormuþ. Hâlâ beni þaþýrtan Camus’un Yabancý’sýnýn Ýmam hatip okuyan abimin kitaplýðýnda ne iþi vardý? Gelecekte müftü ya da öðretmen olacak abimin Batý romanlarýný neden merek ettiðini düþünmüþtüm. Bugün ne “Harp ve Sulh” (Savaþ ve Barýþ) ilgimi çekiyor, ne de Yabancý.. Ýlgimi çeken romanlar, bilgisayarýmýn hemen yanýbaþýndaki çekyatýmýn altýnda özenle dizdiðim ve üzeri örtülü olanlardýr. Yine çocukken ablamýn evde iki romaný bir arada okuduðunu hatýrlýyorum. Bu kitaplarý kimden, nasýl bulurdu bilemiyorum ama kapaklarýndaki o renkli illüstrasyonlarýnda uzun, kývrýk kirpikli, iri gözlü, gümrah saçlý kadýnlar, elmacýk kemikleri çýkýk, saçlarý kumral ve dalgalý, gözleri açýk renk genç adamlar olurdu. Genç adamlarla genç hanýmlar uzun uzadýya bakýþýr gibi resm ediliyordu… Belki de romanlara ilgim bu rüküþ kapaklar sebebiyle olmuþ olabilir. Colette, his yumaðý, duyarlý o eserinde Claudine’in Evi’nde, “uzun saçlý” ablasýnýn romanlarla iliþkisini ayný coþkuyla þöyle dile getirir: “Þiirler de okurdu, ama daha nadiren. Temps gazetesinin kesilmiþ, dikilmiþ tefrikalarý, La Revue des Deux Mondes’un, Recue Bleue’nün koleksiyonlarý, Journal des Dames et des Demoiselles’inkiler. (…) Romanlar yastýklarý doldurur, nakýþ sepetini þiþirir, yaðmur altýnda unutulup bahçede erirlerdi. Uzun saçlý ablam artýk, konuþmaz, pek az yemek yer, evde bizimle karþýlaþýnca hayret eder, zil çalacak olsa sýçrayarak uyanýrdý.” (Vedia Tataraðasý’nýn çevirisi.) Gerçekten de öyle deðil midir? Bir kez büyülerine kapýldýðýnýzda, romanlarýn yaþamý, bizim durgun, tekdüze günlerimizi silip süpürdüðüne þahit oldunuz mu hiç? Yani romanlara sevdalandýðýmýz o yýllarda bende etkisi tam olarak böyleydi diyebilirim ama önce hangisiydi? “Büyüklere mahsus” romanlardan ilk okuduðum bir aþk romanýydý! “Yýllarýn Ardýndan” Hürriyet gazetesinin bilmem kaçýncý sayfasýnda her gün yayýmlanmýþ sonradan… Gazetede þöyle bir sunuþ: “Nakleden: Muazzez Tahsin Berkand”. Yani “Yazan” deðil de niyeyse “Nakleden”. O zamanlar ki aklýmla bu “nakleden” kelimesine kendimce anlamlar verdiðimi hatýrlýyorum. Hani birileri romandaki aþký sahiden yaþamýþ da Muazzez Tahsin de bunu gazete okurlarýna anlatan bir yazar olarak sanýrdým. Meðerse “nakleden” uyarlayan anlamýna geliyormuþ ve Muazzez Tahsin bazý eserlerini Fransýz edebiyatýnýn pembe romanlarýndan uyarlýyormuþ. “Yýllarýn Ardýndan” bugün tek satýrýný hatýrlamadýðým bir roman olarak duruyor bugün. Geçenlerde katýldýðým mezatta o kitabý görür görmez hemen satýn aldým. Bugün onu tekrar okur muyum, okumaz mýyým doðrusu bilemiyorum. Ama satýn aldým. Dursun o da çekyatýn altýnda… Ýtiraf edeyim ki, çekyataltýndaki romanlar içinde en eskisi hangisiydi benim için oturup tek tek bakýndým. Ziya Osman Saba’nýn bir dizesine gözüm iliþti: “Kaybolmuþ baharýma beni götür hâtýra…” Bir zamanlar sosyal medyanýn adýnýn anýlmadýðý, sadece televizyon ve gazetelerin hüküm sürdüðü bu ülkede bazý gazetelerin çeviri romanlara yüz çevirmediðine þahit oldum.. Ben de o dönemleri yaþayan bir okursever olarak çoðu romanla gazeteler aracýlýðýyla tanýþmaya çalýþýyordum. Okuma oburluðum yüzünden daha eski gazetelerde anlatýlan kitaplar var mý diye arþivlerden tarama iþine giriþtim. Taramalarýmda “akþam gazeteleri” olduðuna denk geldim. Yine bu akþam gazetelerinin birinde, Hatice Suat Derviþ’in adýný asla unutamayacaðým bir romanýnýn yazýdizisine baþladýðýný gördüm. Ýsmi sanýyorum: “Aksaray’dan Bir Perihan”dý. “Aksaray’dan Bir Perihan”ý uzun bir süre sonra, Oðlak Yayýncýlýk’ýn gönüldenliðiyle kitaplaþtýrdýðýný gördüm. Ama bu da ilgimi devþirmemiþti. Ben, Colette’in ablasýnýn yaptýðý gibi, bunlarý 1 terabaytlýk harici belleðimin içinde arþivlemiþ bir daha dönüp bakmamýþtým. Ancak ne yazýk ki sadece kitap ve gazete arþivlerimin olduðu o harici belleðimi iþ yerinde baþka bir bölüme taþýndýðýmýz gün çok sevdiðim birine almýþ olduðum hediye eþyalarla birlikte kaybettim… Bugün o arþivlerden evdeki bilgisayarýmýn diskinde çok azý duruyor. Böyle durumlarda da insan bu eserlerin ciltlenmiþ olarak kitaplýðýnda durmasýný istiyor. Demin adýný andýðým Colette gibi ben de onlarý, eski kitaplarý hayalinde özleyiþle yaþatmak isterdim. Colette: “Bu kadar sene sonra, bu kitaplarla örülmüþ odayý görmem için gözlerimi kapamam kâfi. Vaktiyle onlarý karanlýkta da ayýrt edebiliyordum. Gece, bu kitaplardan birini seçmek için lambayý almazdým. Parmaklarýmý piyano çalar gibi rafýn üzerinde gezdirmem kâfi idi. Yýrtýlmýþ, kaybolmuþ ve çalýnmýþ olduklarý halde onlarý hâlâ sýrasýyla sayabiliyorum. Hemen hepsi doðduðumu görmüþtü.” diyor. Baþka evlerin kitaplarý da yerli yerindedir herhalde. Benim için ilk okuduðumda Cevdet Kudret’in “Dilek” þiirindeki o son dörtlüðü unutulmazlar arasýndadýr. Kudret: “Nerde, hangi þehirde olursa olsun, Etajerim, kitaplarým olsun, Beni parasýz pulsuz seven karým olsun, Yeter de artar bile!” diyor… Ne hazin, ne yalýn bir ifade… Sonra M. Turhan Tan’ýn Cinci Hoca’yla Safiye Sultan’ý, Server Bedi’nin Selma ve Gölgesi ve Saffet Nezihî’nin “Zavallý Necdet”ini de unutmak mümkün deðil. Bu romanlarý okumak için sabýrsýzlandýðýmý hatýrlýyorum. Niye sabýrsýzlanmýþtým bilmiyorum ama o dönem roman okuma furyasýnda sessiz çoðunluðun arasýnda sessiz bir okursever olmamak için eski romanlarý okuma isteðim herhalde… Yýllar geçse de ara sýra da olsa bu kitaplarý tekrar okuyup baþkaca meraklýlarýna hediye etmiþliðim oldu. Hatta bir dönem bir týr dolusu kitaplýðýmý baþkalarý okusun diye okul kütüphanelerine hediye etmiþtim… Bugün o kitaplardan üzerimde etkisi olanlarý hemen hatýrlarým. Bir yerde kapaðýný görsem hemen yine satýn alýrým. Bir gün boyunca bu kitaplarýn sayfalarý arasýnda dalýp giderim. Örneðin Cinci Hoca’da “Deli Ýbrahim” dönemi olanca cinnetiyle ben de yaþarým. Safiye Sultan, romanýn sonunda Venedik’i, özyurdunu hatýrlaya hatýrlaya, özlemler içinde can verdiðine bir kez daha þahit olurum. Gerçi, Deli Ýbrahim’in deliliðinin yakýþtýrma olduðunu sezerdim, yine Safiye Sultan’ýn Venedik’le en küçük bir iliþkisi olmadýðýný da bilirdim bilmesine de bu kimin umurundaydý ki… Zira bunlar zaten sonradan öðrenilmiþ þeylerdi benim için. Benim ilk romanlarým, ilk okumalarýmýn coþkusuna gölge düþürmedi ve hiç bir zaman da düþürmeyecek deyip konuyu da burada noktalayayým.. Kalýn saðlýcakla…
ÝzEdebiyat yazarý olarak seçeceðiniz yazýlarý kendi kiþisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluþturmak için burayý týklayýn.
|
|
![]() | Þiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleþtiri | Ýnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babýali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratýcý Yazarlýk | Katýlým | Ýletiþim | Yasallýk | Saklýlýk & Gizlilik | Yayýn Ýlkeleri | ÝzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Giriþi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
ÝzEdebiyat bir Ýzlenim Yapým sitesidir. © Ýzlenim
Yapým, 2023 | © Yûþa Irmak, 2023
ÝzEdebiyat'da yayýnlanan bütün yazýlar, telif haklarý yasalarýnca korunmaktadýr. Tümü yazarlarýnýn ya da telif hakký sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadýr. Yazarlarýn ya da telif hakký sahiplerinin izni olmaksýzýn sitede yer alan metinlerin -kýsa alýntý ve tanýtýmlar dýþýnda- herhangi bir biçimde basýlmasý/yayýnlanmasý kesinlikle yasaktýr. Ayrýntýlý bilgi icin Yasallýk bölümüne bkz. |